Mesleğin vazgeçilmez duyguları mıdır nedir; bir şehre gittiğimde ilk dikkatimi çeken binalar hep okullar olmuştur. Bazen bir okul önünden geçerken, durur okulu seyreder, öğrencilerin cıvıltılarını dinlerim. Bu hali emekli olduktan sonra daha fazla yaşar oldum. Sigara tiryakisi olmak gibi bir şey, öğrenci cıvıltısı ve görkemli okul binalarını seyretmek! Dalar giderim o 18 yaş gençliğime ve okullarda su gibi akıp giden nice yıllara.
Bizim okullarımız vardı, dört duvar içinde, giriş kapısının üstünde adı yazılı olurdu. Beyaz badanalı, sağı solu bıçakla çizilmiş sıraları olan sınıflarımız vardı. Kara tahtası vardı her yıl boyanan, kenarları yırtıktı haritaların. Duvarlarda mevsim şeritleri, tarih şeritleri, Atatürk köşeleri ve en üst yerde Atamızın keskin bakışlı tebessüm dolu resmi bulunurdu. Cıvıl cıvıl 60-70 öğrencili sınıflarımız olurdu.
Bizim öğretmenlerimiz vardı, takım elbiseli kravatlı, günlük traşlı. Tayyör giyen, başı açık, Cumhuriyet kadını öğretmenlerimiz vardı. Çağdaş, bilgili, sümüğümüzü bile silen sevgiyle doluydu öğretmenlerimiz.
Bizim öğrencilerimiz vardı siyah önlük, beyaz yaka ve fiyonk şeklinde kurdeleler. Koşup oynayan, atlayıp zıplayan, okula elinde tahta çantası ile yaya gelip giden çocuklarımız vardı. Kantin yoktu ama ceplerinde hep kuru üzüm, ceviz ve iğde olurdu. Bayramları vardı çocukların, şiir okumak, izci olmak, bayrak taşımak onların hayatı boyunca unutamayacağı olaylardı.
Genç yaşta öğretmen oldum. İçine girince gördüm ki; öğretmenler için çalışmanın gecesi gündüzü yoktu. Okullar öğretmenin baba ocağı gibiydi. Sınıfları badana etmek, kara tahtaları yumurta akı ve baca isi ile boyamak, birinci sınıf fişlerini elleriyle yazmak ne kadar güzel iş ve insanı üretmek adına mutlu eden olaylardı. Öğrencilik yıllarını hızla geçip öğretmen olduktan sonra daha iyi anladık bu mesleğin kutsallığını. Bana göre küçük sınıflara öğretmenlik yapmak bu mesleğin en doyulmaz olanıydı. O mini mini çocukların; yuvalarında annelerinden ağızlarını açarak yem bekleyen kuş yavruları gibi senin gözlerine bakmalarına hiç doyamadım. Sen ne dersen onlar için en doğru olanı öğretmenin dediğiydi. Pırıl pırıl tertemiz kalpleri ile sen onların gözünde bir ilahtın. Uzun yıllar sonra o çocukların çeşitli kaliteli meslek sahibi olarak bir gün ansızın karşınıza çıkıp elinizi öpmelerini başka hiçbir meslekte yaşayamazsınız.
Bugün konumuz okullar, öğretmenler ve öğrencilerdi. Gelin şimdi günümüzün okul, öğretmen ve öğrencisine bir bakalım.
Genç Cumhuriyetin okul binaları konusunda harika olan eserleri vardı. 1926 yıl yapımı, hemen her ilde ayni proje okulları yapılmıştı. Çok üzüldüğüm konulardan birisi bu Cumhuriyet eseri olan o binaların teker teker yıkıldığını görmemdir. 1961yılında yapılan tek tip binalarda 2000 li yıllarda teker teker yıkılmış, yerine hiç de güzel olmayan binalar dikilmiştir.
Eğitim bilimcilerinin ortak düşüncesi, etrafı duvarlarla çevrili, modern oyun alanları olan, trafiğin ve gürültünün uzağında, her türlü teknolojik donanımlı, kullanışlı binalardan oluşan okullarda eğitim ve öğretimin yapılmasıdır. Ayrıca her dersin özelliklerine göre, spor salonları, müzik odaları, resim ve işlik atölyeleri, fen laboratuvarları olmalıdır
Edebiyat Fakültesini bitirip, Yaşar Kemal’i tanımayan öğretmen olur mu hiç. Başı kapalı, peçeli, yaka açık, sakal göbekte öğretmen olur mu hiç. Öğretmen öğretmendir ötesi yoktur. Geçici, ücretli bilmem kaç çeşit öğretmen olur mu hiç. Köy Enstitüleri ve Öğretmen okullarında yeterinden fazla formasyon alan öğretmenler yok artık. Gün oldu her meslekten kişileri öğretmen yaptık. Bu eski sistemin günahı neydi acaba.
Sokağa çıkıp oynama şansı olmayan, hamgurgerle beslenen, elinden tablet telefon düşmeyen öğrenciler sınıfları dolduruyor. 15 yıl özel kurumlarda çalıştım. Gördüm ki, sistemleri önce paradır. Çok yazık oluyor çocuklarımıza çok. Yeniden çağdaş bir yapılanmanın zamanı çoktan geçti. Yazık oluyor ülkemize, yazık oluyor çocuklarımıza.