Benim mi dikkatimi çekiyor, yoksa eli boş insanlarımız kendine iş edinip milleti mi oyalıyor. Ekiz arası mı? İkiz arası mı? diye boş bir tartışma görmüştüm sosyal medyada. Kardeşim millet ne diyorsa odur. İkiz ile Ekizin farkı nedir ki? sadece yöresel bir ağız farkıdır. Anlamı da aynıdır. Hoş şimdi ne Ekiz arası, ne de İkiz arası kalmış. Kent-park yapılmış, betonlar dikilmiş, minareden bile uzun. Benim kuşağımdaki herkesin mutlaka ayak izlerinin olduğu bu mesire yerinden tek bir dikili taş bile kalmamış.
Bu yazımın konusu, öncelikle ismi değil, yaşı yetmiş seksen olan kuşağın dünyasındaki Ekiz Arasındaki nostaljik anılarıdır. Kırşehir’li olup ta buraya uğramayan sanırım hiç olmamıştır. Ellili yıllardaki Kırşehir’i çok iyi hatırlıyorum. Yirmi dört bin nüfuslu bir şehirdi. Ayni zamanda Türkiye’de yirmi dört milyon nüfusa sahipti. O yıllarda yapılan bir nüfus sayımı sonuçlarını Yurttaşlık bilgisi dersinde öğretmenimiz anlatmıştı. Küçük bir şehir, herkes birbirine aşina, gezerken hep tanıdık yüzlerle karşılaşırdık. Gezinti alanı genelde Ekiz arasıydı. Daha sonraları hastane- postane yol güzergahı da tur atılan bir yer olmuştu. Gelelim Ekiz arasına:
Kılıçözü çayı güzel Kırşehir’imizi ortadan ikiye bölüp Kızılırmağa ulaşır. Bu çayın hayatımızdaki yeri bir ayrı güzelliktir. Şehrin en kuzeyi olan Özbağı’ndan başlayıp, şehrin en güneyi olan Dinekbağı’dan çıkıp Kızılırmağa gider. Bu çayın iki geçesi tek katlı ev veya iki katlı konaklarla doluydu. Evler ile bu çayın arası yemyeşil bahçelerden oluşmuştu. Kılıçözü çayı her türlü sebze yetiştirilen bu bahçeleri tamamen sulardı. Bir düzen sağlamak, her bahçeye eşit fırsat vermek anlamında her mahallede bir merav olurdu. Belli bir ücret karşılığı herkesin bahçesine sıra ile sulama suyunu akıtırdı. Şimdiki onbeş-yirmi yaşındakilere bu durumu anlatsan acaba konuyu tam anlayabilirler mi? Sanmam. Bu günlerin 13-14-15 yaşındaki öğrencilerine bir fırsatta sorduğum oğlak, buzağı, kuzu nedir dediğimde doğru yanıt alamamıştım. Bunları bilmeyen nesil meravı nerden bilsin. İşte bu kültür erozyonu ve nesil çatışması sonucu çoğu kez anlaşamıyoruz. Bu taze gençlik ile ayrı bir dil konuşuyor gibiyiz. Bu değişimler insan yaşamının her alanına girmiştir. Buna bağlı olarak kentsel yapılaşma, betonlaşma da bir canavar iştahı ile doğayı katletmiştir. Benim anılarımın katledildiği yerlerin başında da Ekiz arası gelir.
Bu çayın geçtiği ve şehir stadyumunun hemen arkasında başlayan yere Ekiz arası(halkın kullandığı şive) denilirdi. Bahçelerle çay arasında yemyeşil çayırlar üzerinde piknik yapılan o güzelim yerler yok artık. Alakuyruğun Fahri’nin bahçesinde, fırsat buldukça yolduğumuz kırmızı Amasya elmaları yok artık. Her çocuğun mutlaka yüzdüğü o kısık kaya yok artık. Dutlukta, Saatçi Halil’in bahçesinde taze nohutlar yok. Dahası o çocukluğumuzun geçtiği, sadece anılarımızda kalan hiçbir şey yok oralarda. Altışar katlı koca koca apartmanlar, betonlar, önünde yeni yeni arabalar ve birbirine aşina olamayan, yabancı yüzler, yabancı insanlar.
Kent-park diye, yeşillikler içinde gezinti, dinlenme alanı yapılmış. Güzel olmasına güzel de; eskilere bir sorsam. “Eskinin Ekiz arası mı?- Bugünün Kent-parkı mı?” Ben de epey eski olduğuma göre, ilk yanıtı ben vereyim. O çocukluğumun, ergen gençliğimin bir günlük yaşamını, bu günün yüz gününe değişmem. O çağların, oralardaki yaşam zevkini ancak bizim gibi birebir yaşayanlar anlar. Oysa insan yaşamında doğanın bakirliği, temizliği, yeşilliği, havası, suyu tartışılır mı? İşte bende, bunları Ekiz arası boyunca gezmiş, suyunda yüzmüş, bahçelerinde beslenmiş, dut ağaçlarından gelen sığırcık sesleri ile büyümüş biri olarak özlem duyuyorum.
Hoş bu günlerinde kendine özgü güzellikleri var ama katliama uğramamış yerlerde yaşama özlemi, şimdi ki güzel olan şeyleri göz ardı etmektedir. Ben billur gibi akan Kılıçözü çayını, etrafındaki elma bahçelerini, ceviz ağaçlarını, yonca tarlalarını, ilkbahardaki diz boyunu geçen çayırlarını istiyorum. Mis gibi havasını, renkli ve koku saçan çiçekli avlularını istiyorum. Eski Ekiz arasını istiyorum. Ama hayal işte, bazen hayallerde güzel oluyor.