Dünyadaki tüm diller zaman içinde biribirlerini etkilemiştir. Bu etkileşim tarihi nedenlerle olabileceği gibi toplumsal nedenlerle ya da komşuluğun doğal sonuçları olarak da görülebilir. Bazı durumlarda akraba dillerde biribirini etkilemiştir.
Türk dilindeki yabancı dil yansımalarını geçmişten günümüze doğru irdelemek gerekirse şu olguları sıralayabiliriz. Türkçemizin yazı dile başlangıcını Ortaasya diye kabul etmekteyiz. Bu bölgede dilimiz Çince, Hintçe Moğolca, Urduca (Pakistan) ile komşuluk ilişkileri nedeniyle bu dillerden az çok yansımalar olmuştur. Yaygın bir yazı dili kullanımı olmadığı için bu etkiler sınırlı kalmıştır. O dönemin metinleri taranırsa örnekleri görülebilir.
Asıl sorun göçlerle başlıyor. Ortaasya’dan batıya doğru göçümüz başladığında bölgenin güçlü ve köklü dili olan Farsça ile karşılaştık, bunun yanında islamiyeti benimseyince din dili olarak Arapça ile buluştuk. Bu iki yazı dili Türkçeyi ileriki yüzyıllarda çok etkileyecektir. Başlangıçta sözcük düzeyinde kalan etkileşim giderek sözcük grupları ile söz dizimine de yansımıştır. Sonraları Osmanlıca diye adlandırdığımız ve doğrusu Osmanlı Türkçesi olan bu yazı dili altı yüzyıldan çok bir süre Türk dilini egemenliği altına almıştır. Lise düzeyinde öğrenimi olan herkes bilir ki Divan Edebiyatı şiirlerini okurken ne sıkıntılar çektiler. Fazla örnek vermek istemiyorum ancak Nefi’nin şu beyti durumu açıklamaya yeter.
Evc-i hevada sit-i çek-açek-i tigden
Avâz-ı râdüberk reh-gümkünan olur.
Bu çok uç bir örnek oldu. Bunun yanında güzel örnekler de var:
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdın gayri- Fuzuli
Nesir dilinin özellikle devlet dilinin çok daha karmaşık örnekleri vardır. Çok uzun sonu gelmez cümleler, birtakım bağlaçlarla uzatılarak dilimizin yapısı da bozulmuştur.
Bu durumlara karşı çıkan, bundan üzüntü duyan yazarlarımız da olmuştur. Karamanoğlu Mehmet Bey (13. yy) Aşık Paşa (14. yy), Türkî-i Basit akımı (16. yy), Evliya Çelebi (17. yy) ... 19. yy Tanzimat ile başlayan yeni bir akıma öncülük etmiştir. Özellikle Şinasi bu akıma öncülük etmiştir. Fransa’da gördüklerinden etkilenerek yazı dili-konuşma dili ikiliğinin sakıncalarını anlatmaya çalışmıştır. Ziya Paşa ve Namık Kemal de bazı yazılarında sadeleşme yanlısı olmuşlardır. Belki de 19. yy yazı dilinin en karmaşık dönemi denebilir. Çünkü bu yüzyılda Fransızca da yazı dilini etkiler. 20. yüzyılın başındaki Genç Kalemler (Ömer Seyfettin) Hareketi dilimizdeki bu yozlaşmayı bir ölçüde durdurmuştur. Yeni bir alfabenin kabulü (1 Kasım 1928), TDK’nin kuruluşu ile gerçekleşen Dil Devrimi Türkçe’ye bir parça soluk aldırmıştır.
Asıl sorun günümüzde, İkinci Dünya Savaşından sonra başlayan İngilizce sorunu. Yeni bir salgın, hem yazı dilini hem konuşma dilini sardı iyice. Daha önce yerleşmiş olan Fransızca sözcükler de duruyor. Birkaç örnek: performans, lansman, restorant, pizza, plus, hair dizayn, master chef, kongre, home, homes, start, concept, market.
Bu bir yozlaşmadır. TDK bu yozlaşmalara karşı dururdu şimdi o da kış uykusuna yatmış gibi. Başkanını dahi bilmiyoruz.
Edebiyat dünyasından Ahmet Haşim’i anlatmak istiyorum. Babasının Reji İdaresi Müdürü olarak bulunduğu Bağdat’ta doğmuştur. 8 yaşında annesiz kalmış ve Galatasaray Sultanisi öğrencisi olmuştur. Bu okulda çok acılı yıllar geçirmiştir. Tevfik Fikret’in de öğrencisidir. Mezun olduktan sonra İzmir’de Frerler okulunda Türkçe öğretmenliği yapmıştır. İçine kapanık yaratılışı ve hastalıklı bünyesi yaşamı boyunca sorun olmuştur. Şiir ve nesir alanında özgün eserler vermiştir. 1930’lu yıllarda böbrek hastalığının tedavisi için gittiği Almanya’nın Frankfurt kentinden dönüşte çok fakir ve muhtaç bir kadınla nikahlanarak emekli maaşının bu kadına kalmasını sağlamıştır.