Gün geçmiyor ki dilimize Batı’dan yeni bir sözcük girmesin. Birdenbire yerleşiveriyor, hiç farkında olmuyoruz. Doğaldır ki onlar girince de Türkçeleri uçup gidiyor.

Bu sözcüklerden bazılarını sıralayalım:

1. Start, finish, final four

2. Lansman, plaza, site

3. Pik

4. Misyon, vizyon

5. Pandemi

6. Showroom

7. Bye bye

8. Performans

9. Konsept

10. Home-coffe

11. Operasyon

12. Süper

Biraz da Osmanlı Türkçesi döneminden canlandırmaya çalıştığımız sözcüklerden örnek verelim:

1. Külliye - Cumhurbaşkanlığı Külliyesi (Yerleşke)

2. İstişare - YİK (Yüksek İstişare Kurulu) Danışma

3. İstikşafi - Araştırıcı, İnceleyici

4. Reis - Başkan, denizcilikte kaptan

5. Aynen - olduğu gibi, değiştirmeden

Bu tür sözcükleri çoğaltabiliriz. Gerek yok... Tarih boyunca bu böyle olmuştur. Türk dili hep savunmada kalmıştır. Önce Arapça ve Farsçaya karşı bağımsızlığını savunmuş, şimdi Batı dillerine karşı kendini savunuyor, yetersiz de olsa Orta Asya’da konuşma ve yazı dili olarak bağımsız kalabilen Türk Dili Batı’ya göçün başlaması ile yavaş yavaş da olsa din yolu ile Arapçanın edebiyat yolu ile de Farsçanın etkisine karşı çıkamamıştır. Aydınlarımız bu iki dile karşı yeterli tepkiyi gösterememiştir. Anlı şanlı Mevlana bütün gücünü ve emeğini Farsçaya ve Arapçaya hizmet için kullanmıştır. Neredeyse Türkçeye düşmanca bir davranış sergilemiştir. Kendisine aslının ne olduğu sorulunca bile verdiği yanıt Farsça bir cümledir: “Aslem Türk est.” (Aslım Türk’tür.) Aslı Türk ama dili Türkçe değil, bu da bir çelişki. Devletimiz ve kültür çevremiz de Karamanoğlu Mehmet Bey’i anıp onun Türkçe konusundaki davranışını öne çıkaracağına her yıl Aralık ayını Mevlana’ya ayırıyor, anmalarda törenlerle... Türkçe konusunda o yüzyıllar için anılması gereken Yunus Emre ve Aşık Paşa dururken Mevlâna saplantısı nasıl bir anlayıştır. Devlet ve hükümet bütün olanakları ile Mevlâna’yı anıyor ama Yunus Emre’ye, Aşık Paşa’ya gelince sessiz kalıyor. Hele Türk Dil Kurumu’nun görevleri arasında olduğu halde bu tür anmalara çok az ilgi göstermesi anlaşılır gibi değil...

Yazımın başında söz konusu ettiğim sözcüklere gelince bunların hiçbiri de ihtiyaç için kullanılan sözcükler değildir. Hepsi de bir özenti sonucu dilimize yerleştirilmiştir.

Daha çok spor basının kullandığı “start” sözcüğü kadar gereksiz bir sözcük olamaz Türkçe’de... “Lansman” sözcüğü de öyle, bunu da daha çok yapı işleriyle uğraşanlar yani “müteahhit” denen kişiler kullanıyor. Bu iki sözcük için dilimizdeki “başlamak ve tanıtmak” sözcüklerinin türevleri kullanılabilir.

Çok dikkat çeken sözcüklerden biri de “performans”tır. Başarı da başarısızlık da bu sözcüğün kapsamına alınmıştır. TDK Türkçe Sözlük’te bu sözcüğün anlamı olarak “başarım ve verim gücü” karşılıklarını vermiş. Bence sadece “başarı” yeterli olur. Örneğin “güzel bir performans sergiledi,” yerine “Güzel bir başarı sergiledi.” denmesi neden yeterli olmuyor ki?

Konsept’in anlamı ise yine TDK’nin Türkçe Sözlük’ünde “kavram, görüş, anlayış, düşünce” olarak verilmiş. Bu sözcüğü de maymuncuk gibi her alanda cümlelerimizin arasına sokuşturuyoruz.

Külliye, geriye dönüşü çağrıştıran bir sözcük olması bakımından en tepede kullanılır oldu. TDK’nin sözlüğünde anlamı “bir caminin çevresinde kurulmuş değişik yapılar” diye tanımlanmış. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi kullanımındaki anlam ne ola ki? Halbuki bunun yerine “yerleşke” denmesinde sakınca olmaması gerekir. Türkçe’den bu kadar mı korkuyoruz? Külliye yerine “kampüs” de diyebilirlerdi!

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün, Türkçe sözcüklerimizden de böyle “trendy” olanlar vardır. Şu “adına” sözcüğü artık bıktırdı. İçine girmediği cümle kalmadı neredeyse. Bütün içinler, nedenler, sebepler “adına” ile karşılanıyor. “Yorumlarınız adına teşekkürler...” gibi bir cümle olur mu? TDK’nın sözlüğünde “adına”nın anlamı, “bir şeyin veya bir kimsenin namına, yerine, hesabına” diye verilmiş.

Yazık oluyor Türkçemize, dilimiz konusunda biraz kıskanç olalım.

Okuma önerim: Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar, Stefan Zweig,

epostam: [email protected]

Telefonum: 0533 661 71 04