Bu hafta ayık olmak nedir, nasıldır, nasıl ayık olunur mevzusunu bir örnek üzerinden konuşalım isterim. Çevremizde çok olaylar olmaktadır. Her gün bir sürü insanla muhatap oluyoruz. Çok şeyler duyuyoruz, görüyoruz. Bütün bunların arasında bizi ilgilendiren konularda gereken mesajı, çıkarılması gereken dersi alabiliyor muyuz?

Ayık olmak “uyanık” olmak demek değildir. Buradaki ayıklık farklı anlamlar içermektedir.

Makamı cennet olsun inşallah. Haminnem çok ayık bir kadındı. Gönül ehliydi. Bizim kitaplarda okuyup bellediklerimizi o hâl diliyle yaşıyordu.

1980’li yıllarda Solhan Yibo’da okurken ara ara okulumuzu ziyarete gelen bir derviş vardı. Adı Sadullah idi. Yöresel tabirle Mel Sadullah. Öyle derlerdi, öyle tanınırdı, öyle bilinirdi. Hayatıyla ilgili biyografik çalışmaların yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Bingöl Üniversitesine sormak lazım. Ne yazayım, konu bulamıyorum diyenlere iyi bir malzeme çıkar oradan. Solhan’da Temuçin Oteli’nin altında sonraları tanışıp dost olduğumuz Manav Mahmut Meriç vardı. Hala da muhabbetimiz devam etmektedir. Manav Mahmut’un da iyi bir dostuydu hazret. Manav Mahmud’a ne zaman Mel Sadullah’la ilgili bir şey sorsam önce yüzüne tatlı bir tebessüm yayılır, sonrada anlatmaya başlar. Zaman akar gider ama onun anlatacakları bitmez.

Mel Sadullah yaşlıca bir pir-i faniydi. Yüzünde nur, ceplerinde bolca şeker olurdu. Okulumuzun altı yüz kişilik mevcudu vardı. Okulumuzu her ziyarete geldiğinde çok defa karşılaştığımı, hayır duasını aldığımı hatırlıyorum. Manevi himmetine nail olmuşuz ki o gün bugündür ehl-i iman ve irfan kişileri severim, hayatlarını araştırmaktan ve okumaktan haz duyarım. Şahı Nakşibend Hazretleri şöyle buyurur. Bu benim en büyük teselli kaynağımdır: “Allah bir kulunu sevdiği zaman onu kâmil ve arif kullarıyla buluşturur, onları birbirlerine sevdirir.”

Mel Sadullah, sima cihetiyle Kırşehirli Mahsenli Ali Efendi’yi çok anımsatırdı. Birbirlerine çok benzerlerdi. Giyim-kuşamları özellikle sarık, sakal, cübbe ve bakışlar şaşılacak kadar bir benzerlik arz ediyordu. Mahsenli Hazretleri’nin fotoğrafını ilk gördüğümde “Aaa bu bizim Mel Sadullah!” demiştim ve Mahsenli Ali Efendi olduğuna bir türlü inanamamıştım.

Hazret çocukları çok severdi. Onları etrafına toplayıp dua ettiğine, kendilerine ÂMİN dedirttiğine çokça şahit olmuşumdur. Böyle dua etmek onun âdetiydi. Allah kendisinden milyon kere razı olsun. Dua ordusuydu. Yanına gelip elini öpen her çocuğun başını okşadıktan sonra cübbesinin cebinden şeker çıkarıp vermesi meşhurdu. Bu hareketi çoğu zaman aramızda sohbet konusu olurdu çünkü şekerleri hiç bitmezdi. Bu bir tarafa, o kadar öğrenciye yetecek şekerleri o cepleri nasıl taşıyordu bir türlü aklımız almıyordu, imkânsızdı gibi bir şeydi ama Mel Sadullah için gayet normaldi.

Şunun altını çizmekte yarar var. Onunla alay eden, varlığını küçümseyen, burun kıvıran bazı arkadaşlarımız olurdu. Sonraki yıllardan hatırlıyorum onların hepsi dini değerlerden uzak ideolojilerin kurbanı olup gittiler. Ben kendisini hem çok severdim, hem de sık sık gelmesini isterdim ama o çok seyrek gelirdi çünkü memleketin her tarafını yürüyerek gezen, halka dini ve ahlaki noktalarda nasihatler eden gezgin bir dervişti. İnsanların ona ihtiyacı vardı çünkü.

Bir defasında yanılmıyorsam Murat İstasyonundan Muş’a gitmek için trene biner ama kendisini sevmeyen bir kontrol memuruna denk geldiğinden kondüktör kendisini trenden atar. Tren Muş istasyonuna vardığında kondüktör trenin kapısını açar açmaz Mel Sadullah karşıdan kendisine gülümsedikten sonra el sallayarak yoluna devam eder.

Gûevli idi. Dayım Mela Zülkif ile amcam Mela Yavuz’un hocası Mela Aziz’in köylüsüydü. Mela Aziz memleketimizin büyük âlimlerinden birisiydi.

Mel Sadullah, köyümüze her uğradığında rahmetli anneannemin kapısını çalar, ondan gayrisinin yemeğine iltifat etmezdi. Annemin bizzat şahit olduğu ve yazımızın da başlığını taşıyan hatırası hala kulaklarımda terütaze.

Annemler şimdiki adı Üzengilli olan Xaçir Köyündeler. Bir yaz ikindisi Mel Sadullah kendilerine misafir olur. Annem o zamanları henüz on yedisinde fettan bir güzel. Hazreti şeyhe hizmet için çırpınıp durmaktadır. Çünkü evlerine bir Allah dostu gelmiş. Ona hizmet etmenin sevincini iliklerine kadar yaşıyorlar. Ablası Sabiha Halam’da oğlu Şahin’le o gün orada. Şimdi Bursa’da ikamet eden kuzenim Şahin meşhur adıyla Şako küçüklüğünde biraz kekemeymiş.

Anneanem Fatıma, Mel Sadullah’tan kekeme torunu Şahin için dua ister.

Mel Sadullah, o her zaman ki gönül alıcı vakur tebessümüyle anneannemin yüzüne baktıktan sonra:

"Evinize, evliya olarak bildiğiniz bir zat gelirse ona ikram ettiğiniz yemeğin ilk lokmasını, o eline alıp ağzına doğru götürür götürmez hemen ivedilikle o lokmayı elinden hızlıca alın ve götürün o kekeme çocuğa yedirin. Allah’ın izniyle çocuk iyileşecektir” der.

Annemin aktardığına göre olay aynen böyle vuku bulmuş. Annem:

“O lokmayı yiyen Şahin’in kekemeliği geçtiği gibi, annemin de ne kadar ayık olduğunu ilk defa o gün fark ettim” diyor ve ekliyor: “Şeyh Efendi konuştuğu zaman annemden başka hiç birimizin aklına böyle bir şey gelmedi ama demek ki annem çok ayıkmış, biz bilememişiz, biz sadece dinleyip geçmişiz. Ama annem mesajı almıştı ve Mel Sadullah sofraya oturduğunda da aynen buyurduğu gibi gereğini yaptı” diyor.

İşte sözünü ettiğimiz ayıklık böyle bir şeydir. Gözlerin, kulakların açıklığından ziyade gönlün ve idrâkin açıklığıdır. İslami literatürde bunun karşılığı Basiret olsa gerektir.

Allah rahmet eylesin. Mel Sadullah başta olmak üzere evvelden göçüp gitmiş tüm ahibba-yı kirâma, ehl-i İslâm'a selam ve dualar olsun

Evet, annemin bizzat şahit olduğu bu olay öyle sıradan bir olay gibi görünse de çıkaracağımız dersler ve ibretler cihetiyle önemlidir. Büyük olayların hızlı bir şekilde yaşandığı zamanları idrak ediyoruz. Çok konuşan, hadiseleri yorumlayan, yol gösterenler var. Ama önemli olan bizim basiretli tavrımızdır. Rahmetli anneannem gibi dikkatli olmalıyız, mesajları doğru anlamalıyız. Yoksa bu yaşananları doğru okumasak bütün bir ömür boyu kekeme kalırız Allah muhafaza buyursun.