Her yıl Kırşehir’de kutlanan Ahilik Haftası’nın ardından geleneksel olarak durumu değerlendirir, olumlu veya olumsuz yönlerini yazardım. Fakat bu kez kabak tadı vermesin diye bir değişiklik yaparak hem Ahilik Haftası’yla ilgili, hem Kırşehir’in sorunlarıyla ilgili yazı yazmak yerine başka telden, başka dilden bir şeyler yazmak istiyorum.
Hem yazıyorum da ne oluyor, Kırşehir’de bir şeyler mi değişiyor? Her şey aynı hamam, aynı tas devam ediyor! Maalesef hiç hak etmedikleri halde birileri vatandaşın sırtına basarak, birileri siyasilerin sayesinde geldikleri makamdan ve yaşantısından memnunlar. Neylesinler Kırşehir’i!
Hal böyle olunca değişiklik yapmak iyi olur.
Konumuz Allah’ın lanetlediği, insana yakışmayan, insanı bitiren, öldüren kibir.
Annemin (Kayınvalidemin) rahatsızlığı nedeniyle yaklaşık 75 gündür Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde geceleri refakatçi olarak kalmaktayım. Bu süre içerisinde bazen geceleri, bazen gündüzleri hastanenin servislerini geziyorum, katlarını dolaşıyorum, poliklinikleri ve muayene olmak isteyen insanları gözlemliyorum.
Gerek Kırşehir Hastanesi çalışanları arasında, gerek muayene olmaya gelen vatandaşlar arasında öylesine kibirli, kendini beğenmiş, kasıntı insanlar gördüm ki ibretle, dehşetle, hayretle seyrettim.
Hey maşallah yürürken öyle bir yürüyorlar ki, adeta bastıkları taban sallanıyor, rüzgârlarından tavan yarılıyor, duvarlar titriyor, hastane binası yıkılıyor. Bırakın dağları yaratmayı, sanki dünyayı onlar yaratmış, güneş onlar var oldukları için doğuyor.
Bizim ülkemizde iş yerinde bir insan, altında bir sandalye, önünde bir masa görünce kendisini ne oldum delisi zanneder, horlanarak, dışlanarak büyüdüğünü ve sonradan görme olduğunu belli eder, insanları küçük görerek, tepeden bakar? Anaları soğan, babaları sarımsak, kendileri de soğanın cücüğü olan bu insanlar kendilerini üst düzey bürokrat, iki rekât namaz kılınca dindar zannederler. Namazı kılarlar ama kibrin Allah’ın lanetlediğini ve rahmetinden kovulmasına sebep olduğunu bilmezler.
Maalesef kibir, insanlar arasında büyüklük taslamak, kendilerini büyük, başkalarını küçük görmek, kolay kolay kimseyi beğenmemek, sürekli başkalarının kusurunu araştırmak, her şeyi ben bilirim düşüncesiyle hareket ederek insana yakışmayan örneklerle tanımladığımız gibi bu insanların hallerine üzülmeliyiz, acımalıyız. Çünkü kibirli insanlar kişilikleri bozuk ruh hastaları insanlardır.
Kibirli insanlar yaşadıkları hayatı hep bir yarışma gibi görürler, emir vermeyi, insanları horlamayı, surat kırıştırmayı, yüz ekşitmeyi ve daima kendilerini haklı göstermeyi severler. Her şeyi onlar bilir, en güzel onlar giyinir, en iyi onlar gezer, en kaliteli onlar yer ve her şeyin en iyisine onlar layıktırlar.
Karşısındakine saygı duymayı, söz hakkı vermeyi, onun haklı olduğunu söylemeyi sevmezler, en yakınlarının dahi başarısını çekemezler, eleştirenlere tahammül edemezler, hep kendilerinin doğru bildiklerini, doğru yaptıklarını, doğruyu söylediklerini sanırlar. Zannedersiniz ki gökten ışınlanarak indiler. Sanki dünya onların bilgi, beceri, yetenek kavramları üzerinde dönmekte, güneş onların sayesinde açmaktadır. Yani olmazsa olmaz insanlardır.
Bu duyguları ve düşünceleri taşıyan insanlar kendilerinde beceriksizlik ve yetersizlik duyguları olduğunun farkına varamazlar. Suya, sabuna dokunmaktan, ellerini taşın altına sokmaktan korktukları gibi yüzeysel işlerle uğraşarak, yaralı parmağa işemeden, günlerini gün ederek saat doldurmaya, zamanı geçirmeye çalışırlar.
Kibirli insanlar çevresindeki insanlarla sürekli rekabet duygusunu yaşarlar. Bundan dolayı ise daima huzursuzluk içerisinde olurlar.
Aslında her ne kadar bu muhteremler kendilerini “Kaf Dağı”nda zannetseler de, “Bulunmaz Hint Kumaşı“ olarak görseler de genelde toplum tarafından sevilmeyen zavallılar olup, sürekli kaybederler ve yalnız kalırlar.
Kibirli insanların derinine inmeye çalışırsam yazmakla bitiremem. Bir kibirli muhterem çıkar koca bir kurumun batmasına veya seçimleri kaybetmesine sebep olur.
En yakın örneğini geçtiğimiz mahalli idareler seçimlerinde Kırşehir'de on yıllık süreyle Belediye Başkanlığı yapan Yaşar Bahçeci'nin seçimleri kaybetmesi olarak verebiliriz.
Yaşar Bahçeci ikinci döneminde hem kendisinden kaynaklanan kibirden, hem kibrinden çatlayan, insanları küçük gören, selam vermeyen, selam almayan, tokalaşmayan, personele tepeden bakan, sırtını dönen, kendini beğenmiş muhteremleri getirerek başkan yardımcısı, danışman yapması, müdür olarak göreve getirmesi seçimi kaybetmesine neden olmuştur.
Şu an Kırşehir Belediye Başkanı olan Selahattin Ekicioğlu da kendisi ne kadar mütevazi ve güler yüzlü olsa da ne acıdır ki göreve getirdiği bazı başkan yardımcıları ve müdürler, işe aldığı personeller arasında kibri ve kendini beğenmişliği tavan yapmış öyle muhteremler var ki, adamlar verilen selamı almıyorlar, gelen misafire “hoş geldiniz” demiyorlar, dünyayı ben yarattım edasıyla şişkin, kasıntı, kibirli kendini beğenmiş şekilde soğuk, soğuk bakıyorlar. Sanki oraya kazık çakarak ömür boyu kalacaklar. Bu tarz muhteremlerin Sultan Süleyman’a kalmayan dünya da, getirildikleri makamlar onlara kalır mı? Düşünmeleri gerekir.
Bu kibirli zatı muhteremler ona o görevi verenler, o tepelere çıkaranlar bir gün görevi bıraktıklarında kendilerini tepe taklak yerde bulacaklarını ve Kırşehir' de gezemeyeceklerini bilmelidirler.
Kibirlilere son uyarım aman ha kendinize dikkat edin düştüğünüzde testiyi kırarsanız bir daha iflah olmazsınız. Dünyanın sonu beş metrelik bezdir.
Anadolu'da çok güzel bir laf vardır; "padişah padişah fazla kibirlenme, senden büyük Allah var" diye.
Konumuz kibir olunca İran asıllı ünlü profesör Majid Samii’in başından geçen bir anısını yazmak istiyorum.
Beyin ve sinir cerrahisinde birçok ilklere imza atan ve 2014 yılında dünyanın en iyi beyin cerrahı ödülünü alan, aynı zamanda birkaç sene önce Türkiye'ye gelerek bizim meşhur sanatçılardan birinin de beyin ameliyatına giren Almanya'nın Hannover kentindeki İran asıllı ünlü Profesör Doktor Majid Samii her sabah yaşadığı olayı söyle anlatır.
“Bizim mahallede bir çöpçü var. Her sabah arabama binip işe gitmek için evden çıktığımda beni görür görmez yanıma gelir, güler bir yüzle sıcak ve içten bir selam verir. Ben de arabadan iner, saygıyla elini sıkarım. Günaydın der, hal hatırımı sorar, sonra tekrar işine dönüp caddeyi süpürmeye, insanların kirlettiği yolu temizlemeye devam eder. Oturduğum apartmanda bir de alt komşum, aynı zamanda meslektaşım olan bir cerrah doktor var. Ara sıra asansörde karşılaşırız kendisiyle. Selam verdiğimde gözü yukarıda sadece başını sallar, dışarıya atılmak için bir an önce asansörün kapısının açılmasını bekler. Şahsen eğer bir gün hayatta kalmam bu doktora bağlı olsa, kabrimin tozlarını o çöpçünün silip süpürmesi, yaşama dönmemi sağlayacak olan o doktorun tedavisinden daha lezzetli olur benim için.
“İşte bu sebeple diyorum: Bir ferdin yüksek eğitimli olmasıyla anlayışlı ve şuurlu insan olması arasında asla bir ilişki, bir alaka yoktur!”
“Kimse bugün ki hayatına güvenmesin. Firavun’da kraldı, sonra müzelik oldu.
Sözün özü "kibir insanı bitirir"