Abdal geleneğinin 20. yüzyıl temsilcilerinden Neşet Ertaş, 1938 yılında Kırşehir'in Çiçekdağı ilçesine bağlı Kırtıllar köyünde başladığı hayat mücadelesine müziğe ve halk edebiyatına kazandırdığı yüzlerce eserin hazzını yaşayarak nokta koymuş ve 2012 yılında gözlerini yummuştu. Ölümsüz eserleriyle, yaşam felsefesiyle halkın gönlünde hiç yummadı o gözlerini.
Çocukluğunda başlayan müzik hayatı, hayat hikâyesini kaleme aldığı eserinde şu şekilde dökülmüştü dilinden.
“Dizinde sızıydı anamın derdi
Tokacı saz yaptı elime verdi
Yeni bitirmiştim üç ile dördü
Baban gibi sazcı oldun dediler”
Sekiz yaşındayken ailesi ile birlikte Kırtıllar köyünden taşınarak İbikli (Çiçekdağı) köyüne yerleşmişlerdi. İbikli köyünde iken annesi Döne Ertaş'ı kaybetti. Babası ve kardeşleri ile bir süre göçebe bir hayat yaşadıktan sonra babası Muharrem Ertaş, Yozgat'ın Kırıksoku köyünde yaşayan Arzu hanım ile ikinci evliliğini yaptı.
"Anam Döne İbikli köyünde ölünce
Beş tane öksüz, yetim kalınca
Beşimizde hep perişan olunca
Babamgile burdan göçek dediler
Yürüdü göçümüz
Yozgat’ın Kırıksoku köyüne doğru
Bu hâli görenin yanıyor bağrı
Üç aylık çocuğun çekilmez kahrı
Bunlara bir ana bulun dediler
Kırıksoku köyüne vardık
Bize ana yok mu diyerek sorduk
Adı Arzu dediler, bir ana bulduk
İşte bu anadır, buldun dediler"
Yaşadığı yokluk, yoksulluk, kimsesizlik sanatına da etki etmişti. Öksüz kaldıktan sonra üç aylık kardeşinin gıdasızlıktan ölmesini ve üstüne babasının askere gitmesini şu dizelerle anlattı.
“En küçük kardaşı kayıp eyledik
Onun için gizli gizli ağladık
Üstelik babamı asker eyledik
Yine öksüz yetim kaldın dediler”
***
Ustası, babası, atası Muharrem Ertaş’tı. Ondan aldığı usta-çırak eğitimiyle ve Türkmen-Abdal geleneğiyle yoğrulan Neşet Ertaş, ilk sazını bağrına bastığından beri onu hiç bırakmadı. Onun beslendiği kültürde saz çalmak, türkü söylemek sıradan bir uğraş değil, adeta ibadetti.
Dadaloğlu’nun avazı, Karacaoğlan’ın beyitleri, Pir Sultan’ın deyişleri, Muharrem Usta’nın bozlakları… Beslendiği bu kültürün adeta 20. yüzyıl senteziydi. Kendinden önceki Alevi-Bektaşi ozanları gibi onun da vurgularında aşk ve sevgi en öndeydi. Onun için de eserlerini her zaman aşkla çalıp söyledi.
“Ey erenler hak aşkına
Kalkın semaha dönelim
Gönüldeki dost aşkına
Kalkın semaha dönelim
Dargınlık gitsin aradan
Hoş görsün bizi yaradan
Üçer beşer bir sıradan
Kalkın semaha dönelim”
Savaşların, yıkımların gölgesinde olup bitenlere sessiz kalamayacaktı elbette. Bilimin halka karşı değil, halk için kullanılmasını istiyor ve özlem duyduğu o yurdu şu şekilde anlatıyordu.
“Can yakmadan atom gücü
Birleşsinler tüm bilimci
Dilerim olsun sahici
Dünyada silah kalmasın
Dünya cennettir insana
Eşit olsun sana bana
Kıyılmasın hiçbir cana
Analar ağlamasın”
Yüzyıllardır gericiliğin, bağnazlığın pençesinden kurtulamamış bir insanlığa sesleniyor, yol gösteriyordu. Engin gönlüyle cahilliğin ancak bilimle yenileceğini hissediyor ve dilinden dökülüyordu bu hissi.
“İsterim ki şu dünyada
Hiç kimse cahil kalmasın
Okusun ilmin kitabını
Cahilden akıl almasın
Kendi kendin yetenlere
İlim tahsil edenlere
İlme doğru gidenlere
Cehalet mani olmasın”
Ardında bıraktığı eserlerin sözlerinde hep insan ön planda oldu. Her dizesinde insan sevgisi, kardeşlik duygusu hissedildi. Yalnızca ayrımcılığa ve yozlaşmaya düşman oldu Ertaş. Bunu da kendine has üslubuyla ve yöresel ağzıyla şu şekilde söyledi.
“O hakkı tanımaz kul kandıranlar
İnsanlığın kıymetini ne anlar
İnsanlık varlığınan olur sananlar
Zengin isen ya bey derler ya paşa
Fukaraysan abdal derler ya cingan haşa”
Hayatın zorluğunu, yokluğunu, eşitsizliğini sazına, sözüne döktü. Bütün insanların eşit olduğuna inanan engin gönlüyle üstünlüğün yalnızca daha iyi bir insanoğlu olmakta yattığını söylüyordu.
“Dinle sana bir sözüm var
Kimseyi hor görme kardaş
Kim nasıldır Allah bilir
Kötüleyip yerme kardaş”
“Ulu arıyorsan, analar ulu
Sevmişiz gönülden, olmuşuz kulu
Analar insandır, biz insanoğlu
Aslı bozuk deme, gel şu insana”
***
Babası ile bir sohbetinde, "Bizler garibiz oğlum, bize garipler derler, gönül de gariptir." yanıtını alınca kendisine "Garip" mahlasını seçti. O günden sonra "Garip" mahlasıyla havalandırdı türkülerini.
"Garibim can yakıp gönül kırmadım
Senden ayrı ben bir mekân kurmadım
Daha bir gönüle ikrar vermedim
Batınım sen oldun, zahirim sensin
Evvelim sen oldun, ahirim sensin"
***
Yaşar Kemal “Bozkırın Tezenesi” adını taktı ona. Bozkırın sanatçısı, halkın ozanıydı. Ve 2006 yılında verilen devlet sanatçısı unvanını da kendine has üslubuyla “Ben halkın sanatçısıyım ne gerek var efendim.” diyerek reddetti. Sazından, sözünden akan sahicilik tüm Anadolu’yu ve hatta sınırları aşacaktı. 2010 yılında UNESCO tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” ilân edilen Neşet Ertaş’a 2011 yılında İTÜ Devlet Konservatuarınca Fahri Doktora unvanı verildi.
25 Eylül 2012 tarihinden beri halkının gönlünde, memleketi Kırşehir'in bağrında yaşıyor. Bize güzelliği, sevgiyi, insanlığı sevdirdiğin için, yozlaşmaya karşı halk kültürünü sevdirdiğin için teşekkürler Bozkırın Tezenesi...