"Haydi Emine! Oyalanma...Çabuk çıkar inekleri... Sığır gidecek..." diye bağırdı Cafer Emmi.

                "Çıkardım... Çıkardım."

                Mor çiçekli, kara yazmasını savurarak ahıra koşar Emine. İneklerini köyün çıkışına doğru sürer. Çoban, köyün mallarını önüne katmış yavaş yavaş Kervansaray'ın otlu dağlarına doğru götürmektedir.

                Kır şehrin belkide en sulak ve bereketli toprakları buradadır. Buğday, arpa, şeker pancarı, ayçekirdeği ekili tarlaların kenarından geçerek Boztepe'nin dağlarına doğru seğirtir sürüler. Hayvanlar otun bereketli olduğu dağlarda karınlarını bir güzel doyururlar. Su başlarında durup sularını içerler. Ağaç gölgelerinde yatar dinlenirler. Akşam, gün inmeye yakın da karınları tok, memeleri sütle dolmuş olarak köye dönerler.

                Köy halkı mutludur. Kimi tarlasını eker biçer kimi hayvanlarının sütünü, yoğurdunu, peynirini satarak geçimini sağlar. İşsizlikten dert yanan insanlardan değildir onlar. Kendi işlerinin patronudurlar. Yazın hiç durmadan çalışırlar, kışın karda, tipide soba başında dinlenirler.

                Boztepe'nin bereketli topraklarında halkın geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Küçük ahırlar zamanla mandıraya dönüşür. Besicilik günden güne artar. Hem küçük baş hayvan beslenir hem de büyük baş. Halk süt ve süt ürünlerini Kırşehir başta olmak üzere yakın şehirlere götürerek satar. Vatandaşlar doğal köy peynirinin, tereyağının lezzetine doyamaz. Anadolu'nun bağrındaki bu küçük şehirde parmakla sayılacak kadar az fabrika vardır. Yakınlarında liman, hava alanı, demiryolu olmadığı için sanayisi gelişmemiştir. Metropol şehirlere uzak olması sebebiyle ticari hareketlilik yok denecek kadar azdır, üretim ve satış minimum düzeydedir.

                Sessiz, sakin, huzurlu şehrimizin insanları avuç içi kadar topraklarını işleyerek karınlarını doyurur. Ama gelin görün ki aç gözlü devlerin karınları bir türlü doymaz. Gözlerini cennet şehrimizin topraklarına dikerler.

                Devler toprağımızın altında altın madeni olduğunu tespit eder. Vicdansız, merhametsiz, adaletsiz, yüreksizler burada yaşayanları hiçe sayarak maden sahası kurmanın derdindedirler. Araştırmalar gösterir ki altın madeni projesi yürütülmeye başlanırsa yaşam alanları yok olacak... Su sıkıntısı baş gösterecek... Tarım ve mera alanları mahvolacak... Çiftçilik ve tarım faaliyetlerinin tamamı doğrudan etkilenecek... Hava kirlenecek, su zehirlenecek... Tabiat bertaraf olacak...

                Projenin yapılacağı alan Seyfe Gölü'nün bitişiğindedir. Bu durum da gösteriyor ki Doğal Koruma Alanı ilan edilen ve birçok kuş türünün göç durağı olan gölümüz zarar görecek. Altın madeninin topraktan ayrıştırılması için ise devasa ölçülerde su kullanılacak, tonlarca dinamit patlatılacak, siyanur havuzları ve zehir barajları kurulacak.

                Sonuç olarak: Diğer maden yataklarında olduğu gibi derdini biz çekeceğiz, sefasını dinazorlar sürecek. Yıllarca cennet ülkemin altını üstüne getirdiler, topraklarımızı kevgire çevirdiler... Peki elde ne var? Çıkan tonlarca altın, bakır, demir, kömür, bor... Nerede? Çıkarılan bunca madenler, kimyasallar, kıymetli mineraller,.. Ülkemizin ekonomisine eklenseydi, hortumlanmasaydı, şimdi benim bir elim yağda bir elim balda olması gerekmez miydi? Ben neden zengin ülkenin fakir vatandaşıyım? Neden ay sonunu getiremiyorum? Neden tenceremde sadece makarna ve bulgur pilavı pişiyor? Neden çocuklarımın geleceğini düşünüyorum? Madem ben bu kadar zenginim, toprağımda tonlarca altın var, o halde halkın mutlu olması gerekmez mi? Davul zurna çaldırıp oynamamız gerekmez mi? Ama bırakın oynamayı sevinemiyorum bile... Çünkü biliyorum ki toprağın altını kazarken üstündekileri öldürecekler. Kan emiciler toprağımızı, havamızı, suyumuzu kirletecekler... Hayatımızı zehir edecekler... Çocuklarımızın yarınlarını çalacaklar... Canım memleketimi mahvedecekler...

                Emine pencere önündeki eski kanepeye oturmuş dışarıyı seyrediyordu. Daha doğrusu seyretmiyor çöle dönen dağlara bakıyordu. Gözlerinden sessiz sessiz yaşlar çağlıyordu. Yüreciği başı koparılmış bir kuş gibi çırpınıyordu. Ne ahırda mal kalmıştı ne topraklarında ekin... Dolaplarında dil kadar bir peynir ile yumruk kadar tereyağı vardı. Onu da şehre indiklerinde marketten almışlardı. Göçmen kuşlar uğramaz olmuştu zehir kokan topraklara... Flamingoları ne çok severlerdi. Yarenlik ederdi onlara... Şimdi ise bir tek kuş tepelerinden geçmiyordu. Kuş cenneti Seyfe'nin suyu kurumaya yüz tutmuştu. Dağlarda artık kuş sesi değil iş makinelerinin homurtusu duyuluyordu.

                Kapıdan içeri Cafer Emmi girdi. Yüzü beş karıştı. Sessizce Emine'nin yanına oturdu. Onun derdini biliyordu. Bu keder aslında sadece onun değil herkesindi. Nasırlaşmış ellerini yarenin yanaklarında gezdirerek göz yaşını silmeye çalıştı. Emine'nin gözyaşı dinmek yerine daha da artmıştı. Şelalenin suyu gibi çağlıyordu.

                "Ağlama artık Emine."

                "Nasıl ağlamayayım, nasıl ağlamayayım?" diye inledi Emine. Sesinde kırgınlık, küskünlük, bıkkınlık vardı. "Şu hale bak! Zamanında engel olmadın..."

                "Ne yapsaydım Emine? Devlete karşı gelinir mi?"

                "Gelinir! Gelinir tabii!" diye kükredi Emine. Sesi Kurtuluş Savaşı'nda mücadele eden kadınların sesi gibi gür çıkıyordu. "Haklıysan cesur olursun! Gidip o kepçenin önüne yatmadın Cafer! Altınınız batsın! Ben suyumun kurutulmasını istemiyorum, toprağımın zehirlenmesini istemiyorum demedin!"

                Emine haklıydı. Cafer'in esmer yüzü üzgündü. Hayatın yükünü sırtlamaktan aklaşmıştı saçları... Haksızların cesur, haklılarınsa korktuğu ülkede, Cefer'in dertli başı yere  düştü. Şimdi o da çileli hayat arkadaşı gibi ağlıyordu. Haklı söze söyleyecek tek sözü yoktu. İş işten geçmeden hak aranmalı, haksızlıklar karşısında durulmalıydı.

                Toprağımızın üstündeki zenginlikler Kırşehir halkını doyurmaya yeter... Yeter ki bizi bize bıraksınlar... Altın hayat değildir, su hayattır. Eğer bu işe girişilirse ırmağımız, suyumuz gidecek. Şehrimde altın aranmasını istemiyorum. İşin ciddiyetini bir kaç satırla da olsa dile getirmek istedim. İnşallah çok geç olmadan vazgeçilir bu hatadan.

                Ya toprak ol

                Ya da su

                Sakın altın olma