Tatil… Tatilde bir yere gitmeyecek miyiz? Diye mızıldanır küçük yavrumuz. Ayağımızın altında dolanıp durur büyüğü… Kış günü nereye gidelim? Gitmesek olmaz mı? Olmaz!.. Olmaz!.. diye bağırır her ikisi de… Onların bir gülüşüne dünyayı yakarım… Hayır, hayır, yakmayayım. Ne yakayım, ne yanayım. Allah korusun. Koruyor elbet, korumaz mı? Allah koruyor da gel gör ki kul tedbir almıyor.

                Alıyorsunuz yavrularınızı, gidiyorsunuz otele. Kayıyorsunuz, kartopu oynuyorsunuz, kardan adam yapıyorsunuz. Çocuklarınızın kahkahaları karlı dağları inletiyor. Sevgiyle bakıyorsunuz yavrularınızın gözlerine… Özlemle… Ne özlemi, özlem de nereden çıktı? Yanımdalar ya… Mutlular ya… Gülüp oynuyorlar ya… Yorulmuş kuzularınızı yataklarına yatırıyorsunuz. Alınlarına da birer öpücük konduruyorsunuz.

”İyi geceler yavrum. Allah rahatlık versin.”

Küçüğü sımsıkı sarılıyor boynunuza, “Canım babam, iyi ki getirdin bizi buraya…”

Büyüğü bilmez öyle cilveli lafları, “Çok eğlendik, yine gelelim…” diye katılıyor söze…

“Geliriz… Geliriz… Siz uyuyun, dinlenin, sabah yine kayarız.”

“Yaşasın!” diye ellerini havaya kaldırıyor minik serçe, sonra da yorganının içine giriyor, gözlerini kapatıyor.

Sonrasını anlatmaya yüreğim el vermiyor. Boğazım düğümleniyor. O insanların halini düşündükçe kalbim sıkışıyor. Kader deyip de geçiştirmeyin sakın. Tedbirsizliğin, ihmalin, aç gözlülüğün, para hırsının adını kader koyamazsınız.  

Tedbir neden alınmaz? Günlerdir bu soruyu kendime sorup duruyorum. Paran yoksa tedbir almazsın… Paran yoksa malın da yok demektir. Olmayan mala da tedbir alman gerekmez. Öyle değil mi? Malın var… Üstelik bu malın ticaretini yapıyorsun, para kazanıyorsun… O halde o ticaret eşyasını korumak istersin… Dünyanın bin bir türlü hali var, dersin. Hırsız çalmasın, depremde yıkılmasın, sel alıp götürmesin, üstüne çığ düşmesin, güneş yakmasın, fareler, haşaratlar yemesin… diye pek çok tedbir alırsın. Sigorta yaptırırsın, koruma önlemleri alırsın, kapısına bir bekçi dikersin… Ekmek tezgâhını güvenceye alırsın… Çocuklarının rızkını korursun… Gece gündüz demeden geçim kaynağının başında durursun. Aklın hep ondadır. Çünkü o senin kıymetlindir.

                Ama asıl kıymetli olan nedir biliyor musunuz? CAN. Maldan daha kıymetlidir CAN. Giden malların telafisi vardır ama GİDEN CANLAR GERİ GELMEZ. Dünyaları verseniz bir nefesinizi bile geri getiremezsiniz. Tüm çalışıp çabalamamız kendi rahatımız içindir. Biraz daha rahat bir hayat yaşayabilmek için. Mutlu, huzurlu bir ömür sürmek için.

                Hani dedim ya en kıymetli şey canımızdır diye. Canımız kadar kıymetli olan bir de evlatlarımız vardır. Ayı günü onların üzerine görürüz. Saçlarının bir teline zarar gelsin istemeyiz. Uykudan uyandırmaya kıyamayız. Bir bardak su istemeyiz. Üşütüp hasta olmasınlar diye okulun kapısına kadar bırakırız. Canımız, kanımızdır onlar bizim. Ciğerparelerimiz, yavrularımız… Hep onları mutlu etmek, mutlu görmek isteriz…

                Ne olacak şimdi? Giden gitti, kalan sağlar bizimdir, öyle mi? Kaç tane yuvaya ateş düştü? Kaç tane yürek yandı? Gelin de o çuval çuval kazandığınız paralarla bu yürekleri soğutun… Soğutabilir misiniz? Gidenleri geri getirebilir misiniz? Nasıl uyku uyuyorsunuz? Çocuklarınızın yüzüne nasıl bakıyorsunuz? Katiller bir kişiyi öldürür… Siz… Ortada onlarca cenaze var… Bu katliam değil de nedir?

                Bu acılar bir daha yaşanmasın istiyoruz. Bu son olsun! Sorumlular cezasını çeksin! Tedbir alınsın. Hayatlar heba olmasın…

                Ya toprak ol

                Ya da su

                Sakın ateş olma…