24 Nisan.

Sözde Ermeni soykırım günü.

Ermeni lobilerinin yıllar boyunca yürüttüğü çalışmaların sonucunu her yıl aldıkları bir gün.

Kanıtı olmayan, Türk düşmanlığını esas alan, rivayetlere dayanan bir yalanlar dizisi.

Bir asır öncesinin ufak bir anlatısı abartılarak yüz yıl içerisinde kocaman bir yalana dönüşmüş durumda.

Ermeni Diasporası için her 24 Nisan bir öncekinden daha beklentili.

Çünkü her yıl yeni bir sonuç alıyor, aldıkça yeni beklentilere giriyorlar.

Vatandaşı olduğu devletleri aynı yalana yönlendirmekte başarı sağlıyorlar.

Diaspora’nın etki ve baskı altına aldığı ülkelerdeki hükümetlerin Türkiye Cumhuriyeti devleti ve milleti ile ilgili hesapları ön planda tutuluyor.

ABD, Fransa, Kanada, Rusya başta olmak üzere Ermeni Diasporası’nın yoğun çalıştığı ülkelerde; arşivleri inceleyecek komisyonlar oluşturulması, konunun tarihçilere bırakılması ve konunun siyasetten ayrıştırılması çağrıları istenen karşılığı bulmuyor.

“Bilim adamları, tarihçiler, uzmanlar incelesin”, “arşivlerimiz hazır” diyoruz. Karşıdan çıt çıkmıyor.

Alınan kararların siyasi karar olması, maksadı belli etmiyor mu?

Maksat bağcıyı dövmek olduktan sonra üzüm yemek hiç umurlarında değil.

Müslüman ve Türk ahaliye ait toplu mezarlar var ama öldüğü söylenen 1.5 milyon Ermeni yok. Nerede bu Ermeniler? Niye yoklar?

Çünkü ölmedi, öldürülmediler. Aksine, çoğunluğu kalan ömürlerini başka topraklarda tamamladı.

Şu bir gerçek ki, Osmanlı Ermenileri yüzyıllarca ekmek yediği, her türlü imkanından faydalandığı Osmanlı devletine ihanet edip defalarca isyan çıkardılar.

1. Dünya Savaşı öncesinde ve esnasında öncelikle Rusya ile daha sonra işgalci Fransa ve İngiltere ile işbirliğinde bulunarak ihanetlerini sürdürdüler.

Türk ve Müslüman ahaliye eziyet ettiler, katliam yaptılar.

Yabancı okullar aracılığı ile teşkilatlandılar, Avrupalı ve Amerikan misyonerler vasıtasıyla yalanlarını Hristiyan ülkelere taşıdılar.

Propagandalarını Haçlı zihniyetiyle birleştirerek Türkler hakkında olumsuz algı oluşturdular.

Birçok cephede mücadele veren Türk Ordusu’nun yokluğunu fırsat bildiler ve Yüce Türk Milleti’ni arkadan hançerlediler.

1. Dünya Savaşı’nda Rusların yanında savaşa girdiler. Büyük kısmı Rus işgalinde kalan vilayetlerde ve çevresinde (Bitlis, Muş, Erzurum, Van, Kars, Ardahan, Iğdır, Ağrı, Trabzon, Erzincan) katliamlara giriştiler.

Osmanlı Devleti ise iç güvenliği ve geri bölge emniyetini sağlamak maksadıyla, isyan eden, çete kuran, ülkesine ve milletine ihaneti devam eden bir kitleyi yeniden iskana tabi tuttu.

Yaygın şekilde “Tehcir*” adıyla bilinen ama asıl adı “Sevk ve İskan” olan kanun; isyanlardan, komita ve çete olaylarından dolayı 27 Mayıs 1915’te bir zorunluluk olarak ortaya çıktı.

Sevk ve İskan Kanunu ile bir kısım vatandaş yine aynı devletin sınırları içerisinde bir başka bölgeye nakledildi ve yerleştirildi. Başka bir ülkeye veya sürgüne değil…

İskan, geçici nitelikteydi ve iki yıl sonra dönüşlerine izin verildi.

Savaş sonrasında, iskan edildikleri Suriye, Irak ve Lübnan’dan geri dönenler oldu.

Diğerleri Fransa, Rusya ve İngiltere’ye, Avrupa’dan ABD’ye geçti.

Doğu Anadolu’da Rus işgali altında kalan illerimizde katliam yapan Ermeniler, Kazım Karabekir’in ilerleyişi sonrasında, Sovyet Rusya ve günümüz Ermenistan coğrafyasına kaçtı.

Güneyde ise Sevr’den cesaretlenen Ermeniler, Fransız işgal güçleri ile birlikte hareket etti. Maraş, Antep, Urfa ve havalisinde her türlü katliama dahil oldu.

Kurtuluş Savaşı sonucunda istediklerine ulaşamayınca, Diaspora oluşturdukları ülkelere gittiler ve yaşamlarına Türk düşmanlığı yaparak devam ettiler.

İşte asıl hikaye burada başladı. Yeniden iskana tabi tutulan sayı ve bölgeler sınırlıydı. Buna karşın, sözde soykırım propagandası katbekat fazla idi.

Öyle ki, 19. yüzyıldan itibaren istismar edilen Ermeni konusu; Sevr Muahedesi, Wilson Prensipleri gibi belgelere dahil edilerek daha da uluslararası bir hal aldı.

1. Dünya Savaşı’ndan sonra durmaksızın çalışan Ermeni Diasporası, konuyu günümüzdeki duruma getirdi. Şu an 30 Hristiyan ülke ve Vatikan sözde soykırımı tanımış durumda.

Sözde soykırıma uğradığı iddia edilenlerin torunları halen soykırım yalanını sürdürüyor.

Biz ne yapıyoruz, ne yapmalıyız?

Bugüne kadar devletçe ve milletçe ortaya koyduğumuz gerçekler ikna edici olmadı.

Çünkü sözde soykırımı tanıyan ülkeler, gerçeklerden ziyade politik faydayı esas aldı.

Türk Milleti’nin sunduğu gerçekler görmezden gelindi.

O zaman farklı bir bakış açısıyla devam etmek gerekiyor.

İşte, bu noktada TEKAR devreye giriyor:

Türk Ermeni Konusunu Araştırma (TEKAR) Vakfı (https://tekarvakfi.org/ ).

Kuruluşu çok yeni olmasına rağmen, arşivlerden faydalanarak ortaya koyduğu gerçekler, yayınladığı kitap ve dergiler bu konuda çığır açacak bir boyuta ulaşmış durumda.

Bu yayınları her birimizin edinmesi, okuması ve savunması gerekli.

Dedelerimizden devraldığımız, bu gidişle torunlarımıza devredeceğimiz soykırım yalanına karşı tüm gücümüzle mücadele etmeliyiz.

Geleceğimiz olan çocuklarımıza ve torunlarımıza böyle bir miras bırakmamalıyız.

Mücadeleyi; sadece bir gün değil…

Her gün sürdürerek.

Mücadeleyi; sadece devletten, bir üniversiteden, bir kamu kuruluşundan, bir diğerimizden bekleyerek değil…

Her bir ferdi, her bir kurumu, kuruluşu ve toplumun tüm parçaları ile birlikte sürdürerek.

Sürdürülen mücadeleyi seyrederek değil…

Okullarda müfredata mutlaka dahil ederek, mücadeleye müdahil olarak, destek olarak, ortak olarak.

Yaşanacak olumsuzlukları endişe ile seyrederek değil…

Tepki göstererek, tüm gücümüzü ve yüreğimizi vererek.

Yılmadan, yorulmadan, sebatla.

Artık bitsin bu yalan diyerek.

 

(*    İngilizce’de “deportation” anlamına gelen “Tehcir” sözcüğünün kullanımı, Ermeni Diasporası’nın propagandasını güçlendirmektedir. Kullanımından kaçınılmalıdır. İngilizce’de “relocation” anlamına gelen “Sevk ve İskan” Kanun’un doğru adıdır ve kullanımı yaygınlaştırılmalıdır.)