Seni seviyorum de hadi… Yüksek sesle herkes duysun ki yaralı, acı yüklü yüreğime merhem gibi gelsin. Seni sevmenin ayrıcalığını herkes duysun. Kendi içime çekilen sıkılgan, utangaç halimin neşeye, coşkuya döndüğünü herkes görsün. Hem neden çekineyim ki! Gözlerime ışıltı, yüzüme gülümseme, yüreğime sevinç taşıyorsan kimden sakınayım yüksek sesle söylemekten. Üstelik ne kötülük taşıyor içinde. Bu yalnızlık, bu kasvet, bu üzüntü, bu yara, bu ölüm dolu gezegende birazcık ta olsa kendime ait olmanın ayrıcalığını, seninle yaşamanın tadını birlikte yudumlayalım. Hadi sevgili korkma ki senin de içine hapis ettiğin, baskılara kurban verdiğin o duygunun ayrıcalığını sunmaktan korkma, çekinme. Ömrümüzce omuzlarımıza ağır bir yük olan, yüreklerimizi buruşturan, hep mahzun bakışlara, hep serzenişlere sürükleyen, gözlerimizde ölgün, rengimizde solgun izler bırakan bu rezil dünyada aydınlık olmanın, küçük bir ışık olarak sızmanın derin heyecanını yaşamanın keyfini tadalım.

      İnsan olmak, insan olarak var olabilmek, insan olarak kalmanın ayrıcalığını sevginin ululuğunda yaşamak ne güzel. Zamanı gelince öleceğimizi bildiğimiz bu gezegende huzurlu, gülümseyen, umutlu ve insan olarak yaşamanın ayrıcalığını niye öldürmeye kurban ediyoruz ki!

      Öldürülmeyi, öldürmeyi kutsayan her düşünce, her ideoloji, her inanç bana o kadar uzak ki! Ölümün “kutsallığının” ardına sığınıp cennet vaatleri bana insani var olmakla, sevgiyle olan uzaklığından sahicilikten yoksunluğundan dolayı anlamsız ve sahte geliyor. Hiçbir şeyin kutsallaşmadığı ve uğruna ölünmediği, yaşamların heba edilmediği bir dünya gerçekleşmesi zor olmakla birlikte hayalî değildir. İhtirasların yok edildiği, iyiliklerin paylaşıldığı, kötülüklerin uğramadığı bu gezegenin ömrü de uzun olacaktır. Ateş topuna dönmüş, çivisiz bir dünyada huzurlu bir insan olduğunu düşünmüyorum. Yaşatmaya değil, öldürmeye endeksli bu gezegen tükeniyor, farkında mısın ey sevgili, bilmiyorum.

        Ey sevgili, telaşsız, sükûnetli bir yaşamın özlemiyle hepimiz tükeniyoruz. Mola verdiğim limanlarda huzur yok. En zengininden en yoksuluna, en kudretlisinden en mazlumuna her taraf kaynıyor. İnsanlık fokur fokur kaynayan kazanın içerisinde yanıyor, yakıyor. Felaket tellallığı amacında olmamakla birlikte acınacaktan da öte dipteyiz.

        En ilkelinden en “medenisine” insanlık deliliğin çılgınlığını yaşarken sana sevgiliye, seni seviyorum mu yüksek sesle söyleme cesaretimiz, özgünlüğümüz, özgürlüğümüz yoksa niye varız ki! Kasvetli, sıkıcı, boğucu, kelepçeli, zincirlenmiş bir yaşamdan hangimiz tat alıyoruz ki! Her sabah uyandığımızda gezegenin her hangi bir yerinde korku filmlerinin en acımasız, en vahşi, en öldürücü sahnelerinin sahiciliğiyle karşılaşmaktan bedenlerimiz yorgun, ruhlarımız solgun iken yaşamanın ne anlamı olabilir ki!

      Yol uzun, yolcu yorgun. Mola yerlerinde karşılaştığım her olay her yüz senin utangaç, sıkılgan, kırılgan halini hatırlattı. Kahkahalarıyla ortalığı inletirken kanayan yüreklerinin merhemine ulaşma derdindeydiler mola yerinin sakinleri. Onları izledikçe yaralı yüreğimin kanadığını hissettim. İnsan nerede ise yarasını da oraya taşıyor. En uzak diyarlara da gitsem ne fark eder ki hüznüm, yaram da benimle olunca…

      Dertlerimi geride bırakıp gitmek istiyorum. Yeni mekânlarını dertlerini, yalnızlıklarını edinmek için değil. Yüreğim hafiflesin, ruhum sessizliğin sevgisiyle buluşsun diye. Sevgiyi bulamadığım eski mekânımdan ayrılıp, susuz toprağı vahaya dönüştürüp yüreğimin merhemine ulaşıp yeni bir dünyanın; öfkeden, kinden, nefretten uzak çocuk masumiyetiyle yeniden doğmak isterdim. Seni seviyor umu yüksek sesle yüreklere akıtmak, bütün yürekleri sarmak isterdim.

        Çoraklaştı gezegen. Susuzluktan değil, sevgisizlikten. Mülk sahibi olmaya başladıktan sonra insanlığını yitirdi. Sevgiyi unuttu. Tanrılarla tanıştıktan, karşılaştıktan sonra kurban olarak insanları adak olarak vermekten çekinmedi. İnsan olarak var olmayı yitireli huzurlu uyumayı unuttu. Ölümcül gezegenin huzursuz varlıklarıyız. Acınacak haldeyiz. En kudretlisinden en zayıfına bütün bir insanlık acınacak durumdayız.

        “Hayatın en büyük sırrı; olmazsa olmazı unutmak” diyor yazar. Aksi durumda bu kadar acıyı nasıl taşırdı insan yüreğinde. “Eğer unutmak diye bir şey olmasaydı, yaşamda olamazdı. İnsan unutmadan hayatını sürdüremez.” Bu gezegene çile çekmek, acı yaşamak için gelmediğimize göre ki ----ben buna inanıyorum---biz neden sevgiyi çoğaltıp ihtiraslarımızın peşinde sınırsız arzularla heba ederiz hayatları. Sevgilinin yüreğindeki titreşim, gözlerindeki aydınlık, ruhundaki ışıltı bize rehber olsun. Limanlar mola olmanın ötesinde kaynaşmanın, kenetlenmenin, sevgi tomurcuklarının hep canlı olduğu konaklarımız olsun.

       Her yitirdiğimiz canla kıyamet, canlarla kıyametlerin koptuğunu bilelim ki insana kıymayalım. Öldürmeyelim canları…