Bu gün artık biliyoruz ki dünyanın pek çok noktasındaki çocuklar kaçırılıp iğrenç zevklere, şeytani ayinlere yem ediliyor. Özellikle G20 ülkelerinde yer alan ormanlar ve hayvanlar ki özellikle kedi ve köpeklerin katli isteniyor,  bilinçli olarak katlediliyor. Ata tohumları yasaklanıp onun yerine hibrit tohumlar kullanımı kanunlaştırılıyor. Yapay et ön plana çıkarılırken insanlar  gerçek ve sağlıklı ete ulaşamamaya itiliyor. Gazze’de binlerce çocuk ve sivil hunharca katledildi, katledilmeye devam ediyor. Lübnan’da aynı kaderin içine girmiş durumda.

Birleşmiş Milletler ise çoğumuzdan farksız, sivil çadırlarının bombalanmasına ve askerlerinin öldürülmesine rağmen sadece kınıyor.

 Tüm bunlar olurken de ülkemiz 2011 yılı ve öncesinden itibaren en önemli ilkesi olan “ULUSÇULUK” a zarar veriliyor. Oysa ulusçuluk kötü, bölücü ve emperyalist amaçların önündeki en büyük kalkandır. Ulusçuluk, ülkesindeki çocukların ve vatandaşlarının üzerine bomba yağmama garantisidir.

Ulusçuluğun gerçek anlamda benimsendiği ülkelerde halka demokrasi adı altında ayrıştırıcı gözle bakılmaz. Yani demokrasi adı altında ülkesini meydana getiren millet “Kürt, Laz, Roman, Çerkez, Çetmi, Türkmen, Müslüman, Yahudi, Hristiyan…” şeklinde ayrıştırılmaz. Demokrasi adı altında yapılan bu ayrım kötülüğe, yayılmacılara, emperyalistlere şu mesajı vermektir: “ Demokrasi kisvesi altında ayrıştırıcı politika güderek ulusçuluğu terk ettim. Kalkanı kaldırdım. Ülkesinin milletini meydana getirenleri özgürlük adı altında isyana açık hale getirdim, bu halklar sizin istediğiniz gibi kendisini milletinden ayrı görme ihtimali ile karşı karşıyadır.” Demektir.

Ulusçuluk kalkanını terk etmenin sonucu ülkemizde Müslümanlık ve mezhepleri ile Türk kelimesi ile aynı harflerden meydana gelen, bağımsızlık mücadelesinin asıl büyük kongresinin Erzurum’da yapıldığı Kürt üzerinden kullanılmaktadır. Bu gün Filistin ve Lübnan’ın üzerine bomba yağmasının, halkının ve çocuklarının perişan olmasının asıl büyük nedeni bu ülkelerde “ulusçuluk” ilkesinin olmayışıdır. Lübnan’da ulusçuluk ilkesinin zıddı olan “Konfesyonizm” vardır. Konfesyonizm halkın dini ve etnik olarak ayrıştırılıp orantılı olarak yönetime dahil edilmesidir. Bu da daha çok dini anlamda meydana gelir. Lübnan’da devlet başkanının Hristiyan, başbakanın Sünni Müslüman, meclis başkanının Şii Müslüman, başbakan yardımcısı ve meclis başkanının yardımcısının ise Doğu Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olması gerekir. Zorunluluk vardır. Oysa demokratik olmayan şey zaten zorunluluktur. Halk kendi içinde ulusal millet olamadığı için Müslüman şehrin başına yağan bomba Hristiyan olan şehrin umurunda olmaz. Bu gün aynı sınırlardaki Müslüman şehir alınır yarın Hristiyan… Asıl amaç ulusçuluk bilincinde olmayan ama aynı sınırlar içinde yaşayan, aslında aynı gemide olan birbirine düşman insanlar yaratmaktır.

 Bu gün aslında Türk milletinin ayrılmaz bir parçası olan, aynı harflerden meydana gelen Kürt’lerin kültüründe gargat ağacı sembolü( kötülük psikopattır ve daima semboller ve hikayelerle mesaj vermiştir. Sembolleri, dağların, çiçeklerin… hikayelerinin ne anlama geldiklerini bildikleri için toplumlarını uyaranlar daima gerçek edebiyatçılardan ve tarihi kültürel değerleri ile bilenlerden çıkmıştır.) sembolü yoktur. Gargat ağacı, akasya ve buhur- Meryem çiçeği Yahudi kültüründe önemli bir yere sahiptir. Arz-ı  Mev’ud ile aynı anlamı taşıyan Büyük Orta Doğu Projesi’nin özerklik vadet- böl- parçala oyunundan başka bir şey değildir. Yahudi Black Rock( Büyük Felaket) Şirketi Amerika Merkez Bankası’na borç para verme düzeyine geldiği için Biden Netenyahu’nun ayağına Netenyahu’nun elini sıkmak için gitmiştir. Trump bu yüzden milletimizin bir parçası olan Kürt’lere özerklik güzellemesi yapmıştır. Çünkü Büyük Orta Doğu Projesi için Kürdistan gerekliliği( Türkiye Cumhuriyet’inden kopunca Doğu ve Güneydoğu’yu ele geçirmek noktasında kolay lokma haline gelecektir.) Bu yüzden onca sıkıntımız olmasına rağmen anayasamızın özellikle 3. Maddesi özellikle gündem haline getirilir.

 Bu ülke 23 Nisan 1920’de kurulmuştur. Atatürk ilke ve inkılaplarının ne derece önemli olduğunun farkındadır.  Bu ülkenin insanları Doğu’sundan Batı’sına, Kuzey’inden Güneyi’ne lalenin Allah’ı, gülün İslam peygamberini temsil ettiğini bilir. Doğu’sundan Batı’sına aynı kültüre sahiptir. Aynı kültüre sahip olduğu için aynı millettir. Ulusçuluğa demokrasi adı altında zarar verilse de halk ulusçuluk bilinciyle davranır. Kayıtsız değildir. Ayrım gözetmeksizin yapılan haksızlıklara birliktelik içinde ses yükseltir. Birliktelik içinde ve yardımseverlikle hareket eder. Bu özelliği onu Orta Doğu halklarından belirgin bir şekilde ayırır. Büyük Orta Doğu Projesi de bunun farkındadır. Milletin parçalarını amaçları doğrultusunda işine geldiği gibi her fırsatta kullanmaktan çekinmeyecektir. Sonsuza dek bu coğrafyanın insanlarından aynı tepkiyi alacaktır. O ise ulusçuluk olacaktır.  Aruz vezniyle yazılan İstiklal Marşı’ndaki kinayede olduğu gibi: “Ulusun korkma!( Sen ulus olabildiğin için yücesin zaten bu yüzden sakın onun-onların uluyan tek dişi kalmış canavarından korkma! O ulumaya devam etsin. Aynı kültürün imanlı inancı boğulabilir mi?)

Bir vatanın ve onun içinde yaşayan milletin ülkesinin öncelikle kuşanması gereken en önemli zırh demir- çelik kubbelerden önce ulusçuluk zırhıdır. Ulusu demokrasi adı altında parçalarına ayırmak o ulusun evlatlarını ateşe atmak anlamına gelir.

 Bu ülke başına getirdiklerinde etnik ya da dini zorunluluk aramaz, her bir ferdinin yönetimde de yöneticilikte de hakkı vardır, başına getirdiklerinden etnik ya da dini ayrım yapmayan, ülkesinin tamamını kapsarken birleştiren bir hizmet talep eder.