Arabesk müziğinin “prensi” lakabı ile anılan Ferdi Tayfur’u kaybettik. Hastalığı ile mücadele verdiği sırada Gassal dizisinde kendisine ait seslendirilen şarkılarla adeta kendimizi ölümüne hazırladık. Önceki kuşak ne kadar çok sevildiğinin, geniş kitlelerce sevildiğinin farkındaydı, ölümü ile beraber genç kuşak da ( farkında olmayan genç kuşak) ne denli sevildiğini görmüş oldu. Ben de Ferdi Tayfur’un neden bu kadar çok sevildiğinin cevabını aradım. Halk Edebiyatı Profesörü Salahaddin Bekki Hoca’ma danıştım. Kendisi Ferdi Tayfur’un bu denli benimsenmesindeki etkenin Ferdi Tayfur’un birçok eserinde halk kültürü gelenekleri, özellikle Türkü geleneğinden yararlanması olduğunu belirtti. Zira Ferdi Tayfur’un “Çeşme “ adlı eserine halk kültürü bağlamında yazılan birçok makale ile karşılaştım. Kayda değer tespitler onlara aittir. Ben, iyi – kötü bilmekle beraber anlamaya çalışan, kendince bir gözlemciyim.

Öncelikle arabesk ile ilgili yazmadan önce arabesk sevmeyen insanlara saygı duyduğumu belirtmek istiyorum. Hakaret etmeleri ve küçümsemelerini ise toplumu, gerçekleri ve müziği yok saymış sayıyorum. Arabesk toplumumuzu anlama noktasında çok önemlidir. Çünkü Müslüm Gürses de Ferdi Tayfur da bu toplumu derinden etkilemiş, toplumu ölümleri ile derinden sarsmış iki büyük isimdir.

 Arabesk, ‘Arap tarzı’ anlamına gelir. Arap ezgi ve usullerinden esinlenmiş, Türk halkına ait müzik türlerinden biridir. Genellikle umutsuzluğu, dertleri, başarısızlıkları, derin acıları, imkansızlık ve çaresizlikleri ele almıştır. Özellikle 70’li yıllarda köylerinden kentlere göç eden, kendini gurbette hisseden ve hayata yoksulluk içinde tutunmaya çalışan insanımızın sesi olmuştur.

Bu müziğin en çok ve gerçek anlamda benimsediği yerlerdeki insanlar gecekondularda yaşarlar. O gecekondu evlerine çoğu zaman asgari ücret bile girmez. Çoğunluğunun ne sigortaları vardır ne de emeklilikleri. Yoksulluğun dibinin dibinde olduklarından hayatlarını adeta kaskatı kesilmiş şekilde geçirirler. Yoksul oldukları, arka arkaya yaşadıkları derin acıları, umutlarının boşa çıkması sebebiyle kaderin kendilerini yadırgadıklarını düşünürler. Ailelerin anne babaları hayatın günlük geçim derdinde ve telaşında olduklarından çocuklarıyla gerektiği gibi ilgilenemezler. Bazı ihtiyaçlara yetişemeyebilirler. Çocuklar da aile de bu yoksul anıları kazırlar hafızalarının travmalarına.

 İcracı da aynen bu şekilde bir hayatın içinden çıkar. Şarkıcı Cansever bir röportajında okula gitmek için kardeşinin okuldan gelip pantolonunu çıkarmasını bekler. Kardeşinin üzerinden çıkardığı pantolonu giyip okula gidecektir.  Ferdi Baba’ milyonlarım olsa mutlu olmam’ der. Babası annesine 1 lira bırakmış ve o günün akşamında öldürüldüğü için evine dönememiştir. Çocukluğunun iki büyük eksiğini anlatır. Ferdi Baba’nın ne babası olur artık ne okulu, sınıfı, öğretmeni, bisikleti. Müslüm Baba’nın çocukluğu da içler acısıdır. Babası gözünün önünde annesini öldürür. Kardeşlerini de kaybeder. Öte dünyaya gidip geri gelir. Yani sevilen sanatçılar da halkı gibidir. Halkının dertlerinden, yoksulluğundan, acılarından geçmiştir. Belki de halkını bile geçmiştir, halk ayrıca bu acıların yaşanmışlığına da saygı gösterir.

Bunun dışında insan neler yaşayacağının hazırlığında olamaz. Hayat hayatımızda acılarıyla da vardır. İnsanların imkansızlıkları, içinde kalanları, yerle bir olduğu zamanları olur. İşte arabesk bu durumdaki insan için kendisine empati ile yaklaşan, kendisini anlayan bir dost gibi olur. Sonra, insan bilir ki herkes aslında hemen hemen aynıdır, kimse kimseyi sürekli teselli edemez, anlayamaz. İnsan, insanla ve isteyerek en fazla iki kere konuşur. Arabesk insanın acısıyla olgunlaşarak yaşamasına yardım eder. Belki de onu bir mucize gibi ağlatarak şoka girdiği halinden çıkarır. Acısını biraz da olsa dışa vurmasına katkı sağlar.

 Kendimizi anlamamız gerekirse toplumumuzun çok büyük çoğunluğu mutsuzdur. Hatta öyle ki çok gülünce, mutlu olunca ağlayacağını düşünür. Yani sanki alışkın olmadığı mutluluktan korkan inançlara sahiptir. Tüm sanat dallarında ve müzik türlerinde başının üzerinde taşımak için kendini arar. Bu, çaresizliği, kavuşamadığı sevdiği, derin kederi, yalnızlığı, tutunamamışlığı, mutsuzluğu, talihsizliğidir. Bu yüzden Ferdi Tayfur’u, Müslüm Gürses’i, pop türünün içindeki Sezen Aksu’yu, bozlak diyarının Neşet Ertaş’ını en çok düzeyde sever. Yine kendini yansıttığı için sinemadaki Kemal Sunal’ı çok düzeyde sever. Farkındalığına derinden duyduğu hayranlıktan ve yine kendisinden parça bulduğu Barış Manço’yu çok düzeyde sever. Sanatçısında kendini arar. Onda kendini bulunca onu sahiplenir. Onları sonsuzluğa uğurladığında Allah ne verdiyse çok sevdiği sanatçısının ruhu için hayır bile yapar.

 Aldığım bir bilgiye göre arabesk türünün yeni icracılarından Derya Bedavacı’nın konseri en kalabalık konser oluyormuş. Yani, gençlerimiz de arabeski seviyor ve anlıyoruz ki gençlerimiz de acılarının başını arabesk şarkılarla okşuyor.