Sokakta, caddede dilenci gördü mü hiç dayanamam. Üstleri başları perişan, kiminin kucağında küçük bir bebe... Boyunlarını büküp ellerini uzatırlar: "Allah rızası için... Bebeğime süt alacağım..." derler. Söz konusu olan çoluk çocuk olunca yüreğim sızlar, cüzdanımı açar, çok değilse bile bir kutu süt alacak kadar bir parayı bırakırım dilencinin avucuna. Sonra da gönül hoşluğu ile yoluma devam ederim.
Gün boyu verdiğim o sadakanın huzurunu yaşarım. İşim gücüm rast giderse bunu o dilencinin ettiği duaya yorarım. Ben oradan uzaklaşana kadar, "Allah razı olsun, Allah seni çoluğuna çocuğuna bağışlasın." deyip durmuştu. Nasıl da sevinmişti garip, diye düşünürüm.
Geçen gün üzerimde bozuk para yoktu. Cüzdanımdaki son iki yüzlüğü de dilenciye vermek istemedim. "Başka param yok, bana para lazım olursa ben ne yaparım? Bu parayı ona verirsem benim harçlığım kalmıyor." gibi bahanelerle parayı dilenciye vermedim. Vermedim ama içim içimi de yedi. Oysa üzerimde banka kartları vardı. Para lazım olunca onları kullanabilirdim.
Dilencinin önünden borcunu ödeyememiş biri gibi ezilip büzülerek geçtim. Başımı yere yıktım, gözlerimi sağa sola kaçırarak, bana el uzatan kadını görmemiş gibi yaparak önünden sessizce geçtim.
Geçtim geçmesine de gün boyu onun vicdan azabını çekmeye başladım. Gün içerisinde ayağıma bir taş değse ona yoracağım. Dilencinin o içler acısı hali gözümün önünden gitmeyecek. Arkamdan söylediği söz kulağımda çınlayacak. "Allah rızası için... Allah rızası için..."
Hep o Yüceler Yücesi'nin rızasını gözetmedim mi? Rabbim alanlardan değil, veren ellerden etsin. Muhannete muhtaç olmayayım, diye yıllardır kaçıp kopmadım mı? Şimdi ise cüzdanımdaki paraya kıyıp da verememiştim. Oysa, Rabbim onun kaç mislini bana verecekti.
"Zekat ve sadaka malı bereketlendirirdi." bunu biliyordum. Ama nefsime yenilmiş ve perişan haldeki dilenciye para vermeden geçip gitmiştim. Cebimde beş on lira para olsa mutlaka verirdim. Az para ile nefsimizi rahatlatmak kolaydı. Ama iş çok paraya geldi mi... Vermek zordu.
Bunları düşünerek işe geldim. Aldığım bir telefonla o günkü programım değişmişti. Vali Bey, şehrimizin güvenliği ve asayişi konularında brifing vermek için basın mensuplarını ve yazarları davet etmişti. Ben de “Kırşehir Çiğdem” Gazetesi yazarı olarak büyük bir onurla bu davete icabet ettim. Vali Beyin sunumu ile şehrimizdeki güvenlik ve asayiş önlemleri üzerine bilgi edindim. Vali Bey sanki bugün vermediğim sadakadan haberi varmış gibi konuştu. "Devletimizin fakir ve ihtiyaç sahibi insanlara bakacak gücü vardır." dedi. "Dilenciler halkımızın iyi niyetini suiistimal ediyor. Halkımız onlara acıyıp para verdikçe de dilenci sayısı artıyor. Bu şehrin insanları dilencilere sahip çıkıyor, bol bol para veriyor, diye şehir dışından da pek çok dilenci gelmeye başlıyor. Aslında halkımız farkında olmadan verdikleri paralarla dilenci sayısının artmasını sağlıyor." demez mi?
Beynimden vurulmuşa döndüm. Meğer ben “iyilik yapayım” derken nelere sebep oluyormuşum.
Vali Beyin yumuşak ses tonu, gülümseyen yüzü bizleri mest etmişti. Yaptığı açıklama ise çektiğim vicdan azabının kaybolmasını sağlamıştı. Sanki benim içimdeki sızıyı bilmiş, bu toplantıyı özellikle benim için düzenlemişti. Dilencilerin ihtiyacı olduğu için değil, bunu bir ticaret haline getirdiklerini kulaklarımla duymuştum.
Oysa kaç kez haberlerde izlemiştim. "Yakalanan dilencinin üzerinden şu kadar para çıktı, evi, arabası, arsası olduğu öğrenildi." diye. Bunları duyuyordum ama yine de akıllanmıyordum. Üstü başı yırtık insan gördüğümde hemen kanıyordum her zamanki gibi. Gerçek ihtiyaç sahibi isteyebilir miydi? Gerçek ihtiyaç sahibi el açabilir miydi? Açlığından ölür de yine de el açmaz, istemezdi. Evinde kuru ekmek yer, ama yine de gururundan benim ihtiyacım var demezdi.
Dinimiz yardımlaşmayı emreder. Zekat ve sadaka vererek fakirlere destek olmayı emreder. Ama tembelliği ve başkalarının sırtından kene gibi geçinmeyi ise kesinlikle reddeder. Bundan sonra dilencilere cebimde şıngır şıngır eden üç beş lirayı vererek vicdanımı rahatlatmayacağım. Hasta komşuma bir tas çorba götüreceğim. Yaşlı ve düşkünlerin kapısını çalacağım. İki çift tatlı söz söyleyip gönüllerini alacağım. Gücüm ölçüsünde ihtiyaçlarını gidermeye çalışacağım. Okul müdürlerinden fakir öğrencileri öğrenip onlara kırtasiye desteği vereceğim. Gözümüze sokulanlara değil, gerçek ihtiyaç sahiplerini bulup onlara destek olmaya çalışacağım.
Ya toprak ol
Ya da su
Sakın ateş olma