Oldum olası öğrendiğim ve ilgimi çeken konuları derinlemesine anlama çalışır, içselleştiririm. Zira “anlamak” gibi bir amacın içindeyim. Bu yazımda ‘Kolberg’in Ahlak Kuramı’ çerçevesinde insanları anlatmaya çalışacağım çünkü hayatımızın en büyük çıkmazlarından birisi maalesef bir insanı anlamadan değişsin beklentisi içine girmektir. İnsanları anlama noktasında Kolberg’in bu kuramı çok değerlidir. İnsanları ahlaki davranışları noktasında inceleyen Kolberg bazı genel bilgilere ulaşır. Bunlardan ilki aslında insanların çocuk gibi davrandığı, yaşının ve bedeninin olgunlaşıp bakış açısında ve davranışlarında ise çocuk yaşta kaldığı dönemdir. Kolberg bu evreleri gelenek öncesi başlığı altında ceza itaat ve saf çıkarcı olarak ikiye ayır. Yani çevremizde otoriteyi temel alıp davranışını otoriteden gelecek ceza ya da ödüle göre ayarlayan ve görünüşte çocuk da olmayan bir çok insan görmüşsünüzdür belki de bu insanlar hayatınızdadır. Mesela oruç tutmazlar, toplum baskısını otorite saydıkları için toplum içinde oruç tutuyormuş gibi davranabilirler. Ayıplanma, dışlanma ve kınanma cezasına çarptırılmamak için. En büyük çabaları, korkuları fark edilmemek, görülmemek ya da yakalanmamaktır. Bu ahlaki bakış açısında olan insanlarla bir arada olabilirsiniz. Onun gözünde davranışlarını ayarlayacak otoriter bir güce sahip değilseniz. Bu tarz insanlar size bol bol hayal kırıklığı ve şaşkınlık yaşatacaktır. Eşini aslında sevmez, aile baskısını ve dışlanma yaptırımları göz önünde bulundurduğundan boşanmaz. Fark edilmeme ve yakalanmama çabası vererek aldatma davranışı gösterebilir. Adattığına değil, yakalandığına üzülür. Aldatılana kendini suçlatır. Oysa bu ahlak seviyesine sahip kişi dünyanın en güzel, en yakışıklı, en iyi eşine de sahip olsa ahlakı gereği gizlilik titizliğinde yapacağını yapar. Önemli bir şeye harcanacak birikimi aşırabilir ve görünmemek şartıyla. Sonra ‘ vay be sen nasıl…’ konuşmaları yapılır artık.

 Bu kurama göre dünya insanının yarısından fazlası saf çıkarcıdır. Bu tarz insanlar kendini düşünür. Bencildir. Tüm davranışlarını karşılık üzerine inşa eder.” Gel bana geleyim sana. Gör beni göreyim seni. Benim bunda çıkarım ne olacak?” Bu bana ne fayda sağlayacak?” Sosyal medyanın kalbi yani beğenisi bile çoğunlukla bu ahlaki davranış üzerinedir. “Ben beğeneyim, o da beğenir” der. Karşılıklı anlaşmalı gruplar kurulur. Bu tarz insanlar karşılaştırma yapmadan maalesef duramazlar. Çıkarları var iken takılmadıkları şeylere çıkarları bitince takılırlar. Bahane ve manipülasyona yeteneklidirler. En küçük şeyin hesabını yaparlar. Harcadıkları enerjiden, paradan yedirdiklerinden ve dahi içirdiklerinden, attıkları beğeniden, evlerine gelen misafirden…. Bunlara göre iyi insan kendisine faydalı olan insandır. Sevdiği için değil, cennete girmek için ibadet ederler. En küçük beklenti yoksunluğunda kişinin ipini çekerler. Bu tarz insanlar da hayal kırıklığı olur hassas olanlarda.

 Buraya kadar olan ahlak seviyesine bakıldığında ve kutsal kitaplar göz önüne alındığında yüce Allah sanki cehennem cezası ve cennet ödülü ile yarattığı kulu en iyi o bileceğinden bu tarz ahlaktaki kullarını uyarıyor gibidir. Zira Mehmet Akif Ersoy insanların çıkarcı olanlarını: “ Aldanma insanların samimiyetine, menfaatleri gelir her şeyden önce, Allah vaat etmeseydi cenneti ona bile etmezlerdi secde…” diyerek eleştirir.

Kolberg’in geleneksel konu başlığında “kişiler arası uyum(iyi çocuk) ve kanun ve düzenciler yer alır. İyi çocuk ahlak seviyesine sahip kişilerin davranışları hep çevreye göre şekillenir. Bu tarz insanlar için “ayıp, ayıp olur, bana darılır, bana küser” anlayışı vardır. En çok kaçındıkları şey “suçluluk” duygusudur çünkü hayata aileleri tarafından suçluluk duygusu ile hazırlanmışlardır. Nasıl? Aile çocuğun en küçük hatasını bile çok uzatır. Aşırı tepki verir de ondan. Bu tarz insanlara “hayır” demekte sıkıntı yaşarlar. Genelde dememeleri gerektiğini bildikleri halde  çevre onları artık sevmeyecek, ya da çevreye ayıp olacakmış gibi hissettiklerinden genelde evet derler. Aşırı fedakar ve çalışkan insandırlar. Uygun olmasalar bile evlerine gelmek isteyeni geri çevirmezler. İstemeseler de yerine getiren insanlardır. Çıkarcıların ve otoritecilerin rahatça sömürecekleridir. Her şeyin farkında ama kendini dinlemeye ve hayır demeye cesareti olmayan insanlardır.

 Kanun ve düzenci ahlakta olanlar içinse ön önemli olan şey kurallardır. Genelde aşırı otoriter aile yapısının insanlarında bu ahlaki seviye görülür. Plan, program, rutin çok önemlidir. Kanun, plan, rutin bozulmak istenmez. Bozulduğunda içinde büyük bir sıkıntı hisseder. Bu sıkıntıyı çevresine de yansıtır. Son derece mükemmeliyetçidir. Yorgun, uykusuz, hasta bile olsa günlük düzenini gerçekleştirmek, işinin kurallarının gereğini yapmak ister ve bunun için kendine, çevresine zarar getirse bile çaba gösterir. Kuralların çiğnenmesine karşı göstereceği tepki sert olur.

Kolberg’in gelenek sonrası döneminde “sosyal sözleşme ve evrensel ahlak” düzeyi yer alır. Sosyal sözleşme düzeyinde yer alan insanlar için belirli bir grubun temel hak ve hürriyeti, özgürlüğü önemli bir yer tutar. Demokratikliğe ve medeni olmaya özen gösterir. Kadın hakları savunucuları, Atatürk’ün Türk milleti için yaptıkları bu ahlak düzeyinde örnek gösterilir.

 Evrensel ahlaka sahip insanlarda “olduğu gibi kabul etme, sevgi ve hoşgörü ile yaklaşma” vardır. Ayrımcılık yapmazlar. Ahlaki davranışta ulaşılabilecek son noktadır. Hümanisttirler. Derin ve anlamlılardır.

 Buraya kadar bunları ders anlatmak için yazmadım. Her birimizin evinde her şeyin bir yeri var. Çatallarımızın mesela. Tatlı ve yemek diye ikiye ayrılıyor ve çatal ile çorba içemeyeceğimizi iyi biliyoruz. İş insanlara gelince onları hayatımızda gerektiği yere koyamıyor, özelliklerinin ve kişiliğinin farkında olmuyoruz. Mesela kişiliği çıkarcı olan insanlardan anlayış bekliyoruz. Bencillik yapmamasını, yardımcı olmasını istiyoruz. Oysa bu beklenti kişinin özelliklerinde mevcut değil. Böyle yapmak çatal ile çorba içmek gibi beyhude bir çabaya dönüşüyor sonunda.

  Ayrıca Kolberg’in bu çalışması kanun düzeyinde değildir. Sadece insanları anlamaya dair bakış açısı sunan bir kuramdır. Kesinlikle ön yargı yapılmamaya dikkat edilmelidir. Üniversite okumak, bir çok dil biliyor olmak insanın ahlak düzeyine etki etmez. Nice okumuş kişi ahlak düzeyinde çocuk yaşta olabilir. Ahlak anlamak, farkında olmak, hoşgörü ve sevgi ile geliştirilebilecek bir şeydir. Nice profosör, nice din adamı, nice doktor, nice yazarın ahlakı nice okuma yazma bilmeyen kişinin gerisinde olabilir. Okumak, yaşanmışlıklar, öğrenmek özümsenmedikten ve anlamadıktan sonra sadece yükten ibarettir.

Sevgilerimle…