Gelelim en önemli meselelerden birine!
Ahi Evran’ı, Caca Bey mi öldürdü?
Bu laf nereden çıktı?
Nasıl yayıldı ve aslında ne oldu?
Yukarıda da adını anmak istemediğimi belirttiğim, yakın zamanda ölen bir profesör var. Burada bir seferlik adını anacağım ki onun kaynaklık ettiği bilgileri ölçmeden, tartmadan bir fikir sahibi olmayın. Yani en azından “lütfen!” Mikail Bayram! Tarihçi dediğin kişi edebiyata da biraz hâkim olur. Çünkü edebiyat da yazın dünyasının tarih bilimidir. Ve tarih biliminde en önemli unsurlardan biri; olayları yaşandığı çağa göre değerlendirmektir. Ve bulguları, delilleri çarpıtmadan, üzerinde parmak izi bırakmadan geleceğe aktarmaktır. Bu arkadaş! Parmak izini bırakın ilgi çekebilmek adına gördüğü her hatıraya “tüy dikmiştir.”
Tüy 1:
Kerîmüddin Mahmud el Aksarayî’nin Müsâmeretü’l-Ahbâr ve Müsâyeretü’l-Ahyâr adlı eserini okuyor. 1944 yılında Ankara’da basılan eseri okurken sayfa 74’ün son paragrafında başlayan bir cümlenin devamı için 75. Sayfayı açtığında bir önceki sayfada yazanı unutup ilk satırda şöyle bir metin görüyor:
“tam altı ay sürdü. Kendisine Kırşehir emirliği verilen Nureddin Caca, ordusuyla onun üzerine yürüdü. Bir süre kuşattıktan sonra onu kaleden dışarı attı. Yanında bulunan âsiler birer birer öldürüldü.”
Bu metni görür görmez bir önceki sayfada yazanları unutup “aha! Buldum. Ahi Evran’ı Caca Bey öldürmüş” diyor. Ya hu mübarek adam cümlenin başlayış şekline bir baksana yarım başlamış. Demek ki bu yazının bir baş tarafı var. Hele ki profesör olacak kadar “uzmanlık sahibisin”! Bir önceki sayfayı bir sonraki sayfayı bir çevirip bak, ne yazıyor.
Tabi arkadaş, ses getirecek bir bilgi bulduğu için tüyü dikiyor oraya. Metnin baş tarafına biz bir bakalım ne yazıyor:
“Emîr-i Ahur, Salime Kalesine girdi. Aksaray vilâyetinde fitne ve karışıklık çıkardı. Bu karışıklık tam altı ay sürdü. Kendisine Kırşehir emirliği verilen Nureddin Caca, ordusuyla onun üzerine yürüdü. Bir süre kuşattıktan sonra onu kaleden dışarı attı. Yanında bulunan âsiler birer birer öldürüldü.”
Bu arada Emîr-i Ahur diye söylenen kişi II. İzzettin Keykavus’un yani Selçuklu ordusunun atlarından sorumlu Esedüddin adında biri. Bir nevi ulaşım bakanı! Ahur diye yazılan kısım günümüzde ahır diye kullandığımız kelimedir. Bildiğimiz, hayvanların barınağı olan ahır. Yani Emîr-i Ahur Esedüddin dediğimiz kişi Ahırların Emiri Esedüddin. Tabi bu Esedüddin de belli ki teslim olmak istemeyen yiğit bir adammış ki Salime Kalesini alıp Moğollarla çarpışmış. Ama bir Moğol Valisi olan Kırşehir Emîri Nureddin Caca ve ordusuna yenilip yanındaki yiğitlerle cenk ederken şehit olmuş. Ruhu şad olsun.
Tüy 2:
Kerîmüddin Mahmud el Aksarayî’nin Müsâmeretü’l-Ahbâr ve Müsâyeretü’l-Ahyâr adlı eserinde geçen ve çarpıtarak aktardığı bu metnin devamında olmayan eklemeler yapıp diyor ki:
“… bu isyan bastırılırken Ahi Evran da Mevlâna’nın oğlu Alâeddin Çelebi de isyan sırasında öldürüldüler. Yani bir ahi katliamı yapıldı. Kırşehir’de bulunan birçok ahiler burada katledildiler. İşte bu hadise üzerine Mevlâna boş duramazdı. Bakın zamanın büyük olayıdır 1261 yılında meydana gelmiş bir olaydır. Bu olayla ilgili Mevlâna bir şiir yazıyor. Dolayısıyla Mevlâna’nın şiir gücünü de burada görebileceğiz:”
Mikail Bayram denen zat, şu şiiri alıp Mevlâna’nın Ahi Evran’a ithafen yazdığını söylüyor. Benim sizden tek bir ricam var: ne olur bir şey duyduğunuz zaman onun peşine takılıp gitmeden önce bir araştırın. Kur’an-ı Kerîm’de bile Allah buyuruyor ki:
“Ey iman edenler! Eğer fasık bir kimse, size bir haber getirirse doğru olup olmadığını araştırın. Yoksa bir topluma cahilce kötülük edersiniz de sonra yaptığınız şeye pişman olursunuz.” (Hucûrat,6)
Şiir de şöyle: Divan-ı Kebir 7. Cilt - XXXV
“Kô her-i men kô her-i men pir bemord on her-i men
Şokr Hodira ki berem bord suda' ez ser-i men
Eşeğim nerde, eşeğim nerde? Bıldır öldü eşeğim... Tanrı 'ya şükür olsun ki başımın ağrısı da dindi.
Öküzüm de ölecekmiş; varsın ölsün, gam yemem ... benim güzelim amberimin kokusu ne öküzde vardır ne öküzün karnında.
Öküz gitmiş, eşek ölmüş, ne çıkar? İki dünyada da güzelim sağ olsun, gönlümü alanım var olsun, yaşadıkça yaşasın, yaşadıkça yaşasın.
Eşeğimin kulağında küpe var... eşek, sonra da altın küpe; şu hale bak da acı; vah benim altınıma, vah.
Baş çeker, yol almaz; nazlanır, arpa yemez ... kapıma tezek yığınından bir tepe dikmekten başka bir hizmeti yoktur bana.
Güzelim bir öküz ... gökyüzünde bir Öküz, yeraltında bir başka öküz ... şu ikisinden bir sıçradım, kurtuldum mu, bahtın çemberinden geçtim gitti.
Eşeklerin pazarına gittim; o yana bu yana bakındım... gözüm, gönlüm eşeğe de doydu, eşeğin sahibine de.
Birisi, mademki eşeğin öldü, eşek çok, bir tane daha al dedi... sus dedim, eşek yolda bir ayak bağıydı bana zati.