Daha önceleri halk arasındaki yaklaşımlardan bildiğimiz ancak son zamanlarda hayatımızın bir parçası haline gelen internet kullanımı ve sosyal medya aracılığı ile ayan beyan gördüğümüz bir şehir olarak bilinme arzusunun elbette ki memleket bilinci olan herkeste olması gerekir.
Sosyal medyada adında yahut konusunda Kırşehir geçen birçok bireysel ve kurumsal sayfa mevcut. Bunların çoğu ise daha çok yerel haber paylaşımı yapan dijital gazeteler. Her birinin çabası takdire şâyan. Öyle ki bir görev bilinci ile haberler toplayıp estetik ve anlaşılır haberler paylaşmaya çalışıyorlar. Dikkatimi çeken bir hususu belki bir haberci olarak değil ama bir hemşehriniz olarak sizlerle ben de paylaşmak isterim:
Mesela ana akım medyada yani TV kanallarında yayınlanan bir programda Kırşehir ya da Kırşehir’e ait bir şeyin adı geçtiğinde mutlu olup “bilmem ne programında Kırşehir’le alakalı soru soruldu.” ya da “Neşet Ertaş’ın adı bir programda geçti.” gibi haberler yapılıp paylaşılıyor.
Geçenlerde bir yarışma programında yarışmacıya sorulan sorunun cevap şıkları arasında “mucur” kelimesi vardı, kelime manasıyla kullanılmıştı. Yani; daha güncel haliyle bildiğimiz mıcır anlamında. Kömür kırıntısı, taş kırıntısı anlamında. Ve o gün sosyal medyada Kırşehir sayfa ve gazetelerinin çoğunda TRT’de yayınlanan yarışmada Mucur’u sordular gibi gururla yapılmış paylaşımlar doluydu. Bir sürü de beğeni, yorum, etkileşim…
Oysa biri bizden bahsetti diye havalara uçup paylaşım yapmak değil de memleketin değerlerini bir bir ortaya çıkarıp bu yolda yürüyen kim varsa onun yüküne bir omuz verip yaptığı işi, verdiği uğraşı, ettiği niyeti takdir ederek; paylaşacaksak o uğraşları paylaşarak daha çok insana ulaşmasını sağlayarak memleketimizle övünmeliyiz. Bu sözümden kimse alınmasın. Tabi ki şehrimizden bahsedildiğinde mutlu olmalıyız hele ki bu şehrimizin, kültür, sanat, tarih, arkeoloji gibi geçmişten gelen hasletleri ve yeni yetişen sanatçılarımız, unutmayıp yaşatmak için çabaladığımız abdal kültürümüz, ahi kültürümüz gibi, sanayi hamlelerimiz! gibi geleceğe ışık olan bahsetmelerse tadından yenmez.
Mesela geçenlerde birçok kişinin mal bulmuş mağribi gibi üstüne üşüştüğü Prof. Dr. Celal Şengör’ün Neşet Ertaş’ı bilmemesiyle alakalı haberleri hatırlarsınız. Herkes kılıcı, mızrağı hazırladı, sefere çıktı. Oysa savunduğumuz Neşet ERTAŞ; “her can bir kalp Hakk’a bağlı, incitme canı incitme!” demişti bize. Biz, biraz buraları gözden kaçırıyoruz sanırım benim canım hemşehrilerim.
İki yönden ele alırsak bu haberleri;
Tamam, kabul ediyorum: Neşet Ertaş’ı bilmemesi kadar bize abes gelen başka bir şey yok ama demek ki bu konuda bir eksiğimiz var! Neşet Ertaş’ın bize bıraktığı kültürel miras olan bozlakları yeterince yaşatamıyoruz. Yeterince yaygın bir şekilde dinlenmesini sağlayamıyoruz.
Abdal aşiretinden yahut aşirete yakın gençlere bakıyorum, kulak veriyorum hepsi Neşet Ertaş’ın altmış yaşındaki tavrıyla hatta neredeyse sesiyle türkü söylüyor. Oysa Neşet Ertaş on sekizinde iken başka yirmi sekizinde başka kırk sekizinde başka havalandırıyordu türküleri. Ortalama her on yılda bir tabiri caizse güncelleme geliyordu sesine, avazına, sazına, tınısına… Ve öyle öyle Neşet Ertaş var oldu. Ama bizim gençler rol model almakta zorlanıyor. Bu onların suçu değil tabi ki; hayat şartları, geçim sıkıntıları gibi durumlar abdal aşiretinde ev içerisinde, avlu içerisinde yaşayan usta-çırak ilişkisini bozmuş durumda.
UNESCO Müzik Şehri olarak tescil edilmemizin bir gereği hatta ana direği olarak türkü madeni, bozlak madeni olan abdal aşiretinin geleneklerini yaşatırken yeni Neşet Ertaşlar, Muharrem Ertaşlar, Hacı Taşanlar, Çekiç Aliler çıkarmaları için gayret etmeliyiz. Ben söyleyince alınıp küsüyorlar, içinizde şunlarla arası iyi olan varsa bu sözlerimi iletirlerse sevinirim bu konuda en büyük iş Kırşehir Belediyesine düşüyor.
Konu derin, söz uzun. Ehlini bulunca devamını getiririz.
Gelelim Celal Şengör’e! Prof. Dr. Celal Şengör’e. Bilgisini, entelektüelliğini tartışamam. Neşet Ertaş’ı bilmiyor diye de kendisine kızamam. Bahsi geçen cümleyi kurduğu Youtube programının başında ülke siyasetinden vs. konuşuluyor, sunucu kendisine “Neden gidip bir Avrupa ülkesinde yaşamıyorsunuz?” diye soruyor. Biz olsak “nereye gidek bacım, bura bizim memleketimiz, vatanımız. Ebemin dedemin mezarını köyünü bırakıp da nasıl gideyim” deriz. Adam; “ailemden kalan birçok mal varlığı, arazi, ev vs. burada onları satıp nasıl gideyim” diyor. Bir de İlber Ortaylı’yı bırakamıyormuş. Yani anlayacağınız sevgili hemşehrilerim; bu adam bilmese de olur Neşet Ertaş’ı. Ama ilim üretmeye devam etsin tabi ki. Neşet Babamızı bilmiyor diye de taşa tutmamız doğru değil.
Hele ki… Neyse bu “hele ki” kısmını da gün olur söz ehli bulursam onunla dertleşirim.
Şehrimizin sosyal medyada tanınırlığını arttırmaya çalışan dijital gazetelerimiz ve bireysel olarak paylaşımlar yapan sayfalarımıza gelirsek:
Mesela yıllar önce (2006) Kırşehir’de “sevdiği erkekle evlenme arifesinde olan Aloya isimli genç kızın, sevgilisinden hamile kalması, ardından sevgilisinin trafik kazasında ölümü ve doğurduğu çocuğu bir "namus" kavramı yüzünden bir çerçiye bırakması sonrasında yaşadığı dramın konu edildiği ALOYA isimli bir sinema filmi çekilmişti. Basit bir sinema filmi olmadığını oyuncu kadrosunda bulunan Gökçe Yanardağ, Murat Parasayar, Hüseyin İlker, Özcan Varaylı, Turgay Tanülkü, Selçuk Uluergüven, Tuncay Akça, Nedim Yüksel Çakır, Sinem Öztürk, Tümay Torun, Hande Alpaslan, Tuğçe Özbudak, Meryem Gülnaz, Ergin Kılıkçıer gibi ünlü isimlerin yer almasından anlayabilirsiniz. Şehrimiz için bir fırsattı mesela. Devamı gelsin diye dönemin ileri gelenleri, siyasetçileri, bürokratları bütün kapıları film sektörüne açabilirlerdi. Maalesef devamı gelmedi.
Öyle ki o dev kadro ile çekilen filmin jenerik müziğini ve sözlerini hatta seslendirmesini liseden arkadaşım Ayşegül yapmıştı. Kırşehirli bir genç kız film müziği yapmıştı. Youtube’da “Eylül Aloya” yazarak dinleyebilirsiniz. Üstünde durulsa idi bu alanda çok iyi yerlere gelebilirdi. Gerçi canım arkadaşım şimdi de iyi bir öğretmen, ömrü güzel olsun. Bu arada yazı dilimdeki bu samimi ifadeleri garip bulmayın lütfen; “bir tane hayatımız var ve içimizden geldiği gibi yaşamayacak, kendimizi ifade edemeyeceksek niye yaşıyoruz” diye düşünen bir adamım ben.
Bu konu da uzun mevzu, sohbet ehlini beklerim.
Sözün özü (Garibim Kırşehir Çiğdem Gazetesi, bir yazımı yayınladı sonra pişman ettim uzun uzun yazılar yazarak) o yüzden bu kez kısa kesmeye çalışıyorum.
Sosyal medya etkileşimi yüksek olan bireysel ve kurumsal sayfalar! Bundan önceki fırsatları kaçırmış olabiliriz ama önümüzdeki fırsata sıkı sıkıya sarılmalıyız. Ne mi o fırsat?
Senarist ve yönetmenliğini Kırşehir’in Toklümen Köyünden çıkmış ve her biri alanında oldukça iyi izlenmelere ulaşmış, ödüller almış Alia, Ejder Kapanı, Kayıt Dışı, 7. Koğuştaki Mucize filmlerinin senaristliğini yapmış kıymetli ağabeyim Kubilay TAT’ın yaptığı “D’ana Yüreği” isimli Kırşehir filmini gece gündüz durmadan paylaşmalılar. Çünkü belli ki bu şehre fabrikalar, tren yolları, sanayi imkanları öyle ha deyince gelmeyecek! Bari eldeki küçük ama güzel imkanlara sarılıp şehrin kültürünü, sanatını, sanatçısını, tarihini daha da geliştirip daha çok insana duyuralım.
Bu arada bu tarlaya bu tohumu kim ektiyse deyip geçmeyelim adını biliyorsak dillendirelim ki daha fazlasını yapmak için kendinde güç bulsun be bunda bizim de payımız olsun. Kim ekti bu tohumu? Tabi ki Kırşehir TV (KTV) Yönetim Kurulu Başkanı Havva Karakaya…
Güzel dostum gayretini, emeğini tebrik ederim. Attığın taş yerini bulsun. Memleketimize güzel bir hizmet olsun. Nicelerine de vesile olsun dilerim. Alkışınız bol olsun.