Bir varmış hiç yokmuş. İnsanların ve insan görüntüsünde olanların yaşadığı diyarlarda adı dillerde kendisi kayıp hercai bir adalet varmış. Hercai bir sevgiliymiş, herkese aynı şarkıyı söyler işine gelenle yatarmış. İki yüzlü kabuslar gördüğünden hıncını hayalperestlerden çıkarmayı adet edinmiş. Suçun parmağını keser gibi yaptığından kestiği parmak acımıyormuş meğer. Tüm dünyada güç kimdeyse onun yanında olmayı kendine yasa edinmiş. İtiraz mahkemeleri sosyal medyalarda,  insanların vicdanlı sayfalarında kurulur olmuş. Koca koca binalar yapılmış, yapılmış ama içini kendisini eleştirenlerle, bakmak ile görmek arasında farkı görebilenlerle doldurmuş. Dünya gençleri kendini geleceğe hazırlamak yerine ara sokaklarda, parklarda, bahçelerde, evlerde, arabalarda, meydanlarda uyuşturucu kullanır olmuş. Gördükleri hayaller neticesinde ailelerinin de diğer masum insanların da kafalarını keser, karınlarını deşer olmuş. “Niye yaptın?” diye sorulduğunda “canım öyle istedi.” Dermiş. Bakkaldan sakız alır gibi silah alır, yanında bıçak taşırmış. Şartlı tahliye ile salınmış, kontrollü serbest bırakılmış. Yatmadığından içerde giderek şımarmış.

  Bir dünya çocuk katledilmiş, insanlar öldürülmüş. Tekrar tekrar çocuklar öldürülmüş. Tarafsızlığı ve dürüstlüğü unutmuş, biat etmiş o da kıyamet tellallarının yeni düzen çığırtganlığına.

Günler günleri kovalamış, kanlı gözyaşları düşmüş en çok da haini bol, fiyakası eksik fakir coğrafyalara. Dünyanın kandırılan halklarının tek derdi sadece insan gibi yaşayıp gitmekmiş oysa.

 Rönesansın, reformun, cumhuriyetin, ders çıkarılası tarihin kıymeti nazarı kalmamış cihanda. İnsanlık anlamış ki adalet meğer çanak tutarmış krallığın ve aristokrasinin, feodalitenin saltanatına, hem de tüm dünyada.

Söylem ile davranış arasında sırıtan o yutucu boşluğa “tutarsızlık” denilirmiş ya tutarsızlık içinde kalakalmış ortalık. Aklı olan anlamış. Kaos çıkarma görevi verilmiş zannedenlerinin milliyetçilik duygularını okşasın da savaş sebebi versin diye “Gargat ağacının” arkasına saklanan ama aslında kaos çıkarmaya çalıştıkları milleti kullananlara.

Ne Papaz alınmış Hz İsa ile dalga geçen olimpiyat açılışına ne de Türk ilinin başına getirilen diyanet başkanı “kelime-i şehadet”i bildiğini belli etmiş. Hatırlamaya çalıştıkça şaşırmış, unutuvermiş yorgunluktan… Sihirli cümleleri avcundan okurmuş kurdelalı cami açılışlarında…. Allah son peygamberine “zorlama, oku, örnek ol, sana ne!“ demişse de Buhari tersini anlatmış arz-ı mev’ud aşkına bir gargat ağacının altında Allah aşkıyla zorlamayı sevenlere, kavimlerin felaketini kadınların saçına ve etek boyuna bağlayanlara, altı yaşındaki kızla evlenmeyi hoş görenlere, hidayetten ziyade çıkarlarının tarikatlarında yürüyenlere.

 Asaletin kendini üstün gören zenginliği yanına şan- ı şöhreti, barbar devlet sakinlerini alıp bizim hercai adalete sus işareti yapmış. Dünyada ne kadar zevk varsa tadıp bitirmişler. Ah o kadim tanrılar, ah o Mitra, sen boğa kanıyla abdest alan asalet misin yoksa!   Ah o kendini üstün görenler yok mu?  Ah o Firavunlar…Hem de ölüme rağmen Tanrıcılık oynayanlar…

 Masal bu ya o kendini üstün görenler için peygambere iletmiş ki Cebrail “Madem bu kadar üstünsünüz, ölümü dilesenize…” İnsan aklıyla kıyameti düşleyenler adaleti yanına çektik diye “kusursuz cinayetler” işlediklerini sanmışlar. Kazdıkları kuyuda boğulmuşlar ve Mesih’e demişler ki “ senin kölelerin yanında ne işin var? O üstün olanlar bizler değil miyiz? Mesih de: “ Unuttunuz mu? Ben peygamberim, beni satın aldığınız kişi ve kurumlarla karıştırmayın. Ben sadece Tanrı’yı dinlemek ve gerçek adaleti uygulamakla yükümlüyüm. O adalet ise sizin yokluğunuzdur.”

 Geride kalan köleler kendini üstün gören, ruhunu şeytana satan, ölümü unutan, çocuklara acımasızlık eden, tahtını bırakmamak için her şeyi yapabilen, adalete taraf yükleyen, hizmet ettiğini unutanları tarihin ibretlik müzelerine koymuş. Dünyanın bütün ulusları böylece anlamış ki suskunu oynayanlarda cesaret, zalimi oynayanlarda adalet yokmuş. Yeni gelenler tahtını bırakmakta zorluk çekene, hizmet etme sözünü unutana dek adalet, tüm dünyada çok kısa, sonsuza dek olmayan bir mutluluk yaşamış. Gökten elma yerine  üç oy pusulası düşmüş. Biri halkın, biri tahtın, biri de kaderin başına…

 Yani, kısacası sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak değil, dünyada yaşayan ve yönetilen tüm insanlık olarak bu adaletsizlikten, gözümüzün içine soka soka yapılan adaletin taraf tutmasından bıktık. Yorulduk. Çocuklara yapılan eziyetlerden iğreniyoruz. Küresel çapta “iklim krizi”adı altında oluşturulmaya çalışılan düzenin, Büyük Orta Doğu Projesinin farkındayız.

Her toplumun çürük elmaları olabilir fakat her toplumun çürük elmalarını vitrine koyan, görmezden gelen, yaptırımı zayıf olan bir adaleti olamaz. Olmamalıdır. 6 yaşında bir çocukla evliliği normal görenlere verilen ceza kesinlikle adaletli değildir. Polisimizi şehit edenin iki çocuğa cinsel istismarda bulunmasına ve bazı suçları işlemesine rağmen içerde yatmamasına isyan ediyoruz. Bunu hayretle karşılıyoruz. Narin’in cinayeti hala soru işaretleriyle doludur. Dişinin kalıbı alınmış, ardından tüm dişlerinin döküldüğü söylenmiştir. Salim Güran’ın “hala ölmedi mi? “ mesajı paylaşılmış aklımıza işkence yapılmış olma ihtimali gelmiştir. Kopan bacağı, üzerinde et kalmadığı belirtilen kaval kemiği hayvanlara yıkılmıştır. Onun kaval kemiğini yiyen hayvan kemiği yanında bıraktığı için ne düşünceli hayvandır(!) iktidarı temsil eden Galip Ensarioğlu tanıdıkları küçük bir çocuğa vicdansızca davransalar bile ne kadar da tanıdık canlısıdır(!) Bir okulumuzda güvenlik görevlisi olan kişi kızlarımıza taciz ettikten sonra nasıl adaletten “ cami temizleme cezası “ talep eder?

 Bir ülkenin en değerli hazinesi çocuklarıdır. Halktan alınan vergi ülkenin geleceği olan çocuklara TEMİZ, GÜVENLİ VE KALİTELİ EĞİTİM verilmedikten sonra ne işe yarar?

İdeoloji ve kayırma yerine kanunları, anayasayı, yargının tarafsızlığını, hizmet bilincinin farkında olan bir adalet istiyoruz. Çocuklarımıza dokunulmasın. Dinimiz kullanılmasın.

 Hapishanelerde olması gerekenler eleştirenler değil, suç işleyenlerdir. Adaletin olmadığı toplumlarda sosyal çürüme olur ve halk ne Allah’tan ne de adaletten korkar. Onun tek korkusu sadece güce ulaşanlara karşı olur. O kadar vaka ile karşılaşır ki buna alışır. Asıl felaketi bu noktada yaşar.