Ölüm korkusu yeni değilse de, günümüzde özellikle endüstri ülkelerinde (Türkiye de bunlardan birisi) insanların çoğu ölümden korkar hale gelmiştir. Hâlbuki yaşam süresi en uzun olan insanlar bu ülkelerde yaşamaktadır.
Belki bu yüzden ölüm korkusu bu ülkelerde yayılıyor. Herhalde bu yüzden olsa gerek endüstri ülkelerinde insanlara bir hayal âlemini anlatan popüler psikolojik ve anti-aging masallarına büyük bir ilgi duyuluyor. İnsanlara yaşamın değişen anlamlarından söz ediliyor ve gerçekleşmesi mümkün olmayan umutlar aşılanıyor. Hayatın içinde ölümün yer aldığını (hiç olmazsa bir süre için) unutturabilecek her türlü imkândan faydalanma eğilimi artmaya devam ediyor.
Hâlbukidünya ölümün kokusu ile doludur. Savaşlar, açlık, sefalet… Bunları görmemek için direnen ruhsal bir eğilim, fiziksel gerçek olarak ölümü bile reddedecek kadar haddini aşıyor. Günümüzün gençlik hayranlığı ve insanı içinden kemiren ölüm korkusu,kapitalist toplumun bunları paraya çevirmesiyle sonuçlanıyor. Güzellik enstitüleri, estetik cerrahi, wellness, fitness, anti-aging gibi kavramların ardında “silvereconomy” yer alıyor. Bu, yedikçe büyüyen pastadan bütün ülkeler bir parçayı da kendilerine kapmak için büyük bir rekabete girişmektedir. Saçın her ak teline ne kadar “silver” düşüyor, bunun hesabı yapılıyor.
Yaşam süremiz ne kadar uzarsa uzasın, ölüm korkusundan kurtulmakla kalmayıp, aynı zamanda hastalar, acı çekenler ve ölüm döşeğindekiler ile daha yakından, daha büyük ilgi ve daha samimi bir şekilde ilgilenmeliyiz. Aynı durumda kendimiz olsaydık, nasıl bir muameleyi kendimize layık görüyorsak, hastalara, acı çekenlere, ölüm döşeğindekilere aynı muameleyi layık görmeliyiz. Bu varoluşsal, insani ve ahlaki görevi layıkıyla yerine getirmeliyiz.
Sosyal etik düzleminde ele alınması gereken bu konuyu kuşaklar arası adalet olarak tartışmaya açmalıyız. Hastaların, ölüm döşeğindekilerin, bakıma muhtaçların insanlık onuru; sağlıklıların, gençlerin ve çocukların insanlık onuru gibi hiçbir şeyleölçülemez ve hiçbir şeye indirgenemez, sınırlanamaz ve sayısallaştırılamaz. Bu, hiçbir kısıtlama yapılmadan demans hastaları için de geçerlidir. Ciddi, inandırıcı bir cenaze töreni, insanların öldükten sonra bile bir insan olarak insani dünyada indirgenemez bir onura sahip olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Ünlü Sokratik cehaletin (bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir) tüm bilgiyi kapsadığı anlamına geldiği büyük ve yaygın bir yanılgıdır.Mesleki bilgiyi biliriz. Kasap kasaplığı, avukat avukatlığı, boyacı boyacılığı bilir. Sokratik cehalet sadece bir bütün olarak insan yaşamıyla ilgili temel soruları kapsar; özellikle de yaşamın ve ölümün anlamlarını.
“Ancak artık gitme vaktimiz geldi, ben ölmeye, sizler yaşamaya gideceksiniz; ama ikimizden hangimizin daha iyi bir yere gittiği, Tanrı hariç, herkesten gizlidir.” (Sokrates). Kendimize gelmek istiyorsak, bedensel varlığımızın ve onun fiziksel savunmasızlığının ve zayıflığının en yüksek değerler olmadığını anlamamız gerekiyor.
Savunmasızlığımız tüm yaşamımızı hem fiziksel, hem de psikolojik olarak şekillendirir. Bunun için her türlü şeye gücümüzün yeteceği yanılsamasına karşı çıkmak, ahlaki açıdan pratik sağduyunun bir parçasıdır. Bu bizlere yeni bakış açıları kazandıracaktır: Sükûnet perspektifi, onurlu ölüm ve ölene onurlu davranmak.