"GELİYORUM"

Sivas valisi elindeki M. Kemal’in tutuklanmasını isteyen Telgrafı hala atıp tutan Ali Galip'in eline sıkıştırır.

-işte geliyor, buyur Tevkif et.

Galip sapsarı kesilir. Birden yüz geri eder.

- Efendim, ben Tevkif ederim dediysem, Valisi olduğum Malatya'da ederim demek istemiştim der.

Sivas Valisi;

- Madem Tevkif edemiyoruz Öyleyse Buyurun karşılamaya çıkalım der.

Mustafa Kemal, önden yolladığı Dr. İbrahim Tali ile numune Çiftliği önünde buluşur. Kendisinin azledildiğini, Sivas'ta Tevkif için tertipler düşünüldüğünü öğrenir.

Durum karanlıktır, kritiktir, Her şey bir an meselesidir.

Ve her şey anın kullanılmasına bağlıdır.

Asker Mustafa Kemal'in Böyle Anlarda en basit strateji Kaidesi şudur ;"en büyük tehlike en yakın tehlikedir."

O halde hemen en yakın Tehlikenin üzerine gitmeli.

Tam o sırada Sivas yolundan bir otomobil görünür. Yaklaşır durur. İçinden Sivas Valisi çıkar.

Vali, Mustafa Kemal'e

-Hoş geldiniz paşam, şu Ziraat bahçesinde Lütfen biraz istirahat buyurursanız.

Paşa;

- Derhal otomobillere, derhal Sivas’a hareket ediyoruz.

Vali şaşalar,

- Bilmem ki efendim, nasıl Emrederseniz der ve otomobiline yönelir.

Bir ses onu durdurur.

- Siz buraya Vali Paşa benim yanıma.

Vali ıh! Diyecek olsa da emri tekrarlar,

-yanıma, benim yanımda olacaksınız.

Artık kumanda Mustafa Kemal' indir.

Maiyet arabalarında ise her şey öğrenilmiştir. Kimse konuşma maktadır.

O'nun azil edildiği, artık bir yetkisi, sıfatı olmadığı bilinmektedir.

Birbirlerine Tehlikenin üzerine gözü kapalı gidildiğini fısılda şırlar.

Vali yolda hiç konuşmaz, yarı korku ve şaşkınlık içindedir.

Nihayet Sivas'a yaklaşılır. Şehrin girişinde kalabalıklar görünür.

Bunlar Paşa'yı Tevkif edecek jandarmalarımdır, askerler midir, yoksa halk mıdır?

Az sonra manzara aydınlanır.

Halk Sokakların iki tarafını doldurmuştur. Askerler Selam duruşundadır.

Paşa'nın Her adımında tüm Sivas halkı gökyüzüne Bir Haykırış yükseltir.

"Yaşasın Mustafa Kemal Paşa"

O'nu karşılayanların içinde; Arıburnu'nda, Anafartalar'da O'nun kumandası altında savaşmış, yaralı veya ter hisli dönen Erler, Onbaşılar, Çavuşlar, yedek Subaylar vardır.

Onlar, şimdi memleketi titreten, korku salan İngilizlerin, Fransızların binlercesinin, on binlercesinin kendi ayaklarının altında ezildiklerini yahut kaçtıklarını görmüş gazilerdi.

Mustafa Kemal'i birden karşılarında görünce; Sanki hürriyeti bulmuş esirler,

Birden sıhhat bulmuş, ağır hastalar gibi Coşarlar.

Öyle ki; Onların gözyaşları, etrafındakileri de coşturur, ağlatır.

Sivas halkı;

Sanki o gün orada yeniden egemenliğe kavuşmuş gibi olur.

İstanbul İlk defa o gün Sivas'a yenilmiştir.

İstanbul'un emri İlk defa o gün orada yırtılır.

Mustafa Kemal yoluna devam eder...

‘ÇINAR’IN DALI KESİLMEZ’

Atatürk’ün doğaya olan tutku ve sevgisi kuşkusuz yine çocukluğunda geçirdiği çiftlik yaşamından kaynaklanmaktadır. Atatürk’ün Gazi Orman Çiftliği’ni yaratmasında bu tutkunun etkisi vardır.

Doğaya olan sevgisi yüzünden bir ağacın sökülmesine, kesilmesine kesin tepki gösterirdi. Orman çiftliğindeki bir iğde ağacının sökülüp atılmasına çok üzülmüştü.

1929 yılında, Yalova’da doğanın ortasında kendisine ahşaptan iki katlı alçakgönüllü bir konak yaptırıldı. Burayı çok seviyordu. Bir bahçıvanın konağa doğru uzanan çınarın dalını kesmek istediğini görünce hemen durdurdu. Bir çare bulunmasını istedi. Sonunda, konağın temellerine demiryolu rayı döşenerek konak raylar üzerinden 4.80 m kaydırıldı. Böylece çınar ağacına zarar verilmesi önlendi.

Yeşili olduğu kadar çiçekleri de çok seven Atatürk, özellikle karanfili ön planda tutmuştur.

Atatürk’ün müziğe olan sevgisi ve özellikle Rumeli Türklerine düşkünlüğü de bilinmektedir.

Meksika kökenli kırmızı yapraklı Ponsetya çiçeğini çok sevdiği için bu çiçeğe Atatürk çiçeği adı verilmişti.

HAYVAN SEVGİSİ: AT, KÖPEK VE BILDIRCIN YAVRULARI

Atatürk hayvanları çok severdi. At ve köpek sevgisi çocukluk yaşlarında dayısının çiftliğindeki yaşamında başladı. Kendisinin Foks adındaki köpeği ile resimleri vardır. Ayrıca Atatürk’ün kanarya beslediği de biliniyor. Sabiha Gökçen bıldırcın yavruları ile ilgili bir öyküyü şöyle aktarıyor:

“Şile’ye Eylül 1932’de bir gezinti yapılmıştı. O yıl bıldırcın mevsimi eylül olduğundan köylüler Şile’de kendisine kafeslerle bıldırcın armağan ettiler. Akşam Dolmabahçe Sarayı’na dönünce: ‘Köylülerin verdiği bıldırcınları getirin’ dedi.

Bıldırcınlar kafeslerde geldi. Daha ilk kafesin kapağı açılır açılmaz iki bıldırcın hızla fırladı ve havada bir daire çizerek uçtuktan sonra Atatürk’ün tabağının kenarına inerek boyunlarını eğmiş, durdular. Atatürk birden: ‘Bu iki bıldırcın kesilmeyecek!’ dedi, ardından da devam etti:

‘Bütün bıldırcınlar kesilmesin, hepsine iyi bakılsın.’

Ertesi akşam o iki bıldırcın gene sofraya getirildi. Kafes açılınca gene birer daire çizip Atatürk’ün tabağının yanına kondular. O zaman Atatürk’ün gözleri nemlendi: ‘Bu bıldırcınlar Çankaya’nın kuşları olarak muhafaza edilsin’ dedi.”

Sabiha Gökçen şöyle diyor: “O tarihten sonra da ben şahsen Atatürk’ün bir daha bıldırcın yediğini görmedim.”

‘SANATKÂR OLAMAZSINIZ’

Ünlü rejisör Muhsin Ertuğrul, bir anısını şöyle aktarıyor: “Bir grup sanatkâr, Nisan 1930’da Ankara’da Türk Ocağı’nda temsiller veriyordu. Bir gün onları Marmara Köşkü’nde bir çay partisine çağırdı. Sanatkârlarla birlikte oldu, onlarla sohbet etti. Ayrılırken bir teşekkür konuşması yaptı ve konuşmasını şöyle bağladı: ‘Efendiler... Hepiniz milletvekili olabilirsiniz bakan olabilirsiniz. Hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız…’”

DİKTATÖRLERE KARŞI

Atatürk, ilke olarak temelde cumhuriyetçi ve demokrattı. Halk egemenliğini en önde tutardı. Hitler ve Mussolini hakkındaki düşüncelerini Ahmet Emin Yalman şöyle aktarıyor:

Atatürk, Hitler ve Mussolini gibi faşist emeller uğruna barışı tehlikeye atanlara ‘zindan kaçkını’ değerlendirmesini yapıyordu.  Yazık ki, dünyada bir adalet kapısı, bir jandarma kuvveti yok. Eğer olsaydı Hitler ve Mussolini gibi, şakiler derhal tutuklanırdı ve zulümleri önlenirdi.”

‘ADAM OLMAK DEMEKTİR’

Çağdaşlık konusunda ortaya çıkan bir olayı ünlü yazar Falih Rıfkı Atay şöyle aktarıyor:

“Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilk tüzüğü görüşülüyor ve oluşturuluyordu [1923]. İlk maddelerde ‘asri’ sözcüğü geçiyordu. Bir hoca, yerinden kalkarak ‘Asri de ne demektir?’ diye sormuştu. Başkanlık kürsüsünde bulunan Mustafa Kemal, kendisine doğru eğildi, ‘Adam olmak demektir hocam, adam olmak!’ dedi.

Atatürk’ün Aydınlanma Devrimleri Türk toplumunu çağımızın insanlığı içine katmak için yapılmıştır…

ATATÜRK CEVAP VEREMEDİĞİ BİR SORU…

Atatürk anılarında cevap veremediği bir soruyu şöyle anlatır; Mersin gezisindeyken şehirde gördüğü büyük binaları çevresindekilere sorar.

- Bu köşk kimin?

- Kirkor'un

- Ya şu koca bina kimin?

-Yorgo'nun

- Ya şu?

- Solomon'un

Atatürk çok sinirlenir.

'Onlar bu binaları yaparken siz neredeydiniz? '

Toplananların arasında yaşlı bir köylünün sesi duyulur;

- Biz Yemen’de Tuna boylarında Balkanlarda,

Arnavutluk Dağları'nda, Kafkas’lar da, Çanakkale'de savaşıyorduk Paşa’m                                                                                                                                                                                      MUSTAFA KEMAL!

Atatürk’ün emir subayı Salih Bozok, Kuvayı Milliye ordusuyla Atatürk’ün İzmir’e girişini şöyle anlatıyor:

“İzmir’e yakın köylüler yollara çıkmıştı. Tam yanlarına vardığımız sırada Atatürk, sigarasını yakmak üzere güneş gözlüğünü kaldırdı. O sırada otomobilin yanına sokulan sakallı bir ihtiyar, koynundan muşamba rengini almış buruşuk bir kâğıt çıkardı. Evvela kâğıdı, sonra dikkatle Atatürk’ü süzdü. Yine kâğıda, yine Atatürk’e baktı. Bu hareketi üçüncü defa tekrarladıktan sonra ‘Bu sensin!’ dedi ve köylülere dönerek ‘Mustafa Kemal! Mustafa Kemal!’ diye bağırdı. Bunu duyan köylüler ve ellerindeki su testilerini bırakan köylü kadınlar Atatürk’e koştular. Biz, bütün gayretimize rağmen onların birbirlerini çiğneyerek otomobilin etrafını sarmalarına engel olamadık. Çünkü onlar, şuurun dışına taşmış bir sevgiden kuvvet alıyorlardı. Atatürk’ün yüzünü, ellerini öpüyorlar, özellikle kadınlar çizmesinin tozlarını, sürme gibi gözlerine çekiyorlardı!” (DEVAMI VAR)