Her insan, doğup büyüdüğü, anılarının bulunduğu yerleri sever. Belki de bunun için ben yaşadığım çocukluğumun geçtiği bu şehri seviyorum.

Kırşehir Belediyesi, güzel olan şehrimizi daha da güzelleştirmek için yeni çalışmalar yapıyor. Cadde ve kaldırımlarda bulunan ağaçlar, çiçekler güzel bir görünüm sergiliyor. Ama bazı vurdumduymaz kişiler çiçekleri koparıyor, hatta çiğniyor ve zarar veriyor. Bunu kim nasıl kabul edebilir ki?  Onun için de olumsuz görüntüler oluşuyor.

İnsanların olduğu yerde farklılıklar, farklı zevkler, farklı fikirlerin olması kaçınılmaz. Tarihin her döneminde bazıları yenilik ister, bazıları eskiyi yaşamak ister, bazıları da hiçbir şeyle ilgilenmez. Sadece gününü gün eder. Onun için de insanları idare etmek, onları memnun etmek olukça zordur. Tüm bunların yanında güzel olan iş yapmaktır. Çünkü yapılan iş kalıcıdır. Fakat yapılan işe de her zaman bir kulp bulunur.

İnsanın doğasında bencillik olduğu için yapılanların da kendi zevkleri doğrultusunda olmasını isterler. Zevkler de farklı olduğu için tartışma kaçınılmazdır. Tartışma bir tarafa, güzel olan yeşilliktir. Yeşili yaşatmak, insanın temel görevidir. Kentlerde yeşilliği, çimleri, ağaçları yaşatmak için de, bilgi emek ve kaynak gerekiyor Ayrıca, burada yaşayan bireylerin de duyarlı, sorumlu, bilinçli ve kent kültürüne sahip olması zorunludur.

Kentte yaşamak belli bir kültürü gerektiriyor. Kent kültürü olmayan insanlar, çevresindeki güzellikleri sadece yıkıyor. Yapmasını bilmeyen insan niteliksiz insan yıkıcıdır. Yapmak, yaşatmak nitelikli insanların bir özelliğidir. Dikkat ederseniz hiçbir şey yapamayan insanlar daha kolay yıkar. Çünkü bir eser yaratmanın çabasını yaşamamışlardır.

Şehrimizin içinde bulunan yeşil alanları görüyorsunuz. Şehrimizdeki yeşil alanlara gerekli özeni göstermiyoruz. Parklarımızı ve yeşil alanı hor kullanıyor, gerekli özeni göstermiyoruz nedense!

Duyarlı gazetecilerimiz, bu konuyu defalarca yazdı ama sonuç değişmiyor. Çevreci değiliz, bunun nedeni de geleneksel alışkanlıklarımız. Yol kenarına dikilen fidanlar mutlaka kırılır, bu geleneksel alışkanlığımız değişmiyor.

Caddelerimizde dolaşanların çoğunluğunu gençler oluşturuyor, onlarda çevresindeki büyüklerini model alıyorlar. Büyükleri de ne yaparsa küçükler de onları yapıyor. Model öğrenme konusunda yapılan deneyler de, bunu kanıtlamıştır.

         Atasözlerimiz de bu durumu belgeleyen pek çok örnek vardır.

“Anasına bak kızı, kenarına bak bezini al.”

“Babasının oğlu.”

“Armut dibine düşer.”

“Soydur çeker, huydur geçer.”

“Meyve, ağacından uzak düşmez.”

“Oğlan atadan öğrenir sofra açmayı, kız anadan öğrenir biçki dikmeyi.”

Çocuklarımızın modelleri bizleriz. Model aldıkları çevresindeki büyüklerdir. Öğütlerin faydası yoktur. Sigara içen bir baba, çocuğuna ne kadar sigara içme derse dersin, çocuk babasının söylediğini değil de, yaptığını yapar. Kendisi kitap okumayan anne ve baba, çocuğuna ne kadar kitap oku derse desin, çocuk kitap okumaz.

Yeşil alanları gençler neden hor kullanıyor, tahrip ediyor diye suçlu aramayın! Belediyeyi suçlamak da haksızlık olur, suçlu bizleriz, gençler, biz büyükleri örnek alıyor, bizden gördüklerini yapıyorlar. Onların öğretmenleri bizleriz, bizleri model alıyorlar. Kentlerde yeşili, çimleri, ağaçları korumak için, belli bir kültür ve bilinç gerekiyor. Kent kültürü olmayan birisi, ne dolmuş kuyruğuna girer, ne de bankamatik. Hemen ön sıraya geçer, kurnazlık yapar. Çünkü sırada bekleyen diğer insanlara saygısı yoktur.

Farklı zevklere, giysilere davranışlara hoşgörülü bakmaz. Onların da kendisi gibi olmasını ister. Oysa kentli olmanın özünde heterojen olmak vardır. Homojen olmak, sadece gelişmemiş toplumlarda ve cemaatlerde vardır.

Cemaatlerde farklılıklar hoş karşılanmaz. Bireyi tek başına ele almak yanlıştır. Bireyi içinde yaşadığı toplumla birlikte değerlendirmek gerekir. Birey, içinde yetiştiği çevrenin ürünüdür. Aynı koşullarda yaşayanlar, aynı şekilde düşünür ve davranırlar. Kültür denilen olgu da bireylerin duyuş, düşünüş, davranışlarından başka bir şey değildir.

Kültür, yaşam tarzımızı yansıtır.

Kültür de her sosyal olgu gibi değişir ve gelişir.

Değişim, bir süreçtir. O sürecin tamamlanması için de zaman gerekir. Çocuğun yürümesi için nasıl kemiklerinin sertleşmesi, sinir sisteminin gelişmesi gerekiyorsa ancak belli bir olgunluk sürecinden sonra yürümeyi öğreniyorsa, tıpkı bunun gibi düşüncelerimiz, deneyimler sonunda değişir ve gelişir. Bu değişim süreci içerisinde akla uygun olan değerler, varlığını devam ettirir, akıl dışı değerler ise zaman içerisinde yok olur. İnsan, zaman içerisinde kendisi ile hesaplaşır, davranışlarını sorgular, muhasebe yapar. Bu hesaplaşmada yaşamı güzelleştirir.

Geleneksel toplumlarda bireyin görevi, sadece beklentileri karşılamaktır, büyüklerine itaat etmektir. Onun için de bireysel bilinç, liderlik niteliklerini geliştirmez. Çocuklarını bağımlılıktan kurtarıp lider gibi yetiştirmeyenler, gelecekte liderlik niteliğine sahip insanları boşuna bekler. Bireysel bilincin gelişmesi, bireyin özgürleşmesi, yeteneklerinin de ortaya çıkmasıdır. Gerçek anlamda bireysel bilinç, kentlerde gelişir. Kentlerde bireyler, geleneksel otoritenin dışına çıkar, özgürce kişiliğini kazanır. Kentlerde yeşil alanları yaşatabilmek, bireysel bilincin gelişmesiyle mümkündür. Kentte yaşamak hemen birey olmak değildir.

Birey olmak aynı zamanda özgür olmak ve iradesiyle karar verebilmektir.