Ziya Gökalp’ı bundan 100.yıl önce kaybettik. (1876-1924)

Bu yazımda Gökalp'ı çeşitli yönleriyle tanıtmak istiyorum. Onun yapmış olduğu bilimsel çalışmaları, fikir yaşantımızdaki yerini kısa da olsa anlatmak, bilhassa gençlerimizin bu konudaki eksikliğini gidermek istiyorum.

Gökalp fikir hayatımızda bir yıldız gibi parlamış seçkin bir düşünürdür. Türk milliyetçiliğinin babası olarak kabul edilir. İmparatorluktan Cumhuriyet'e geçiş döneminde şairleri, yazarları, bilim adamlarını etrafında toplamış, toplumun tüm güçleri tarafından desteklenmiş, önemli sayılacak çalışmalar yapmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı. Muhalif eylemleri nedeniyle 1898'de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı. Serbest bırakıldıktan sonra 1900'de Diyarbakır'a sürgüne gönderildi. 1908'e kadar Diyarbakır'da küçük memuriyetler yaptı. 2'nci Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakki'nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. "Peyman" gazetesini çıkardı. 1909'da Selanik'te toplanan İttihat Terakki Kongresi'ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı. Bilim adamı ne kadar yetenekli olursa olsun, toplumda belirli güçlerle desteklenmezse fazla başarılı olamaz. İşte Gökalp bu desteği sağlamış. Başarılı çalışmalar yapmıştır. Türk toplumunun bir geçiş döneminde yaşamış, bilimsel anlamda toplumsal yapıyı ilk defa bilimsel olarak inceleme gereğini duymuştur. Toplumu oluşturan kültür, medeniyet, din, ahlâk, dil, hukuk, iktisat, siyaset, felsefe gibi unsurlarını incelemiştir. Bu kavramları yeniden tanımlamak, hem de bilimsel anlamda tanımlamak gereğini duymuştur. Onun bu konuda kendisine örnek aldığı insan Fransız sosyolog E. Durkheim'dir.

Gökalp’ın yaptığı en önemli çalışmalardan biri de sosyoloji bilimini ülkemize ilk defa getirmiş olmasıdır. Aynı zamanda ilk sosyoloğumuz da Gökalp’tır. Yazımızın ana teması Gökalp'ın bu konudaki çalışmalarıdır. Akademik çalışmaları yaparken her fani gibi yanlışlara düşmekten de kendini alamamıştır. Şurası unutulmamalıdır ki her bilgi dalının ilk kurucuları daima hatalara düşmüşlerdir. Bu âdeta onların Gökalp'ın getirdiği yenilikleri görmeye çalışalım.

GÖKALPTE SOSYOLOJİ

Gökalp bilimsel anlamda ülkemizde sosyoloji biliminin ülkemizde ilk kurucusu olarak kabul edilir. İttihat ve Terakki Partisi 12 Haziran 1913'te yönetimi ele aldığı zaman Maarif Nazırlığına Şükrü Bey getirdi. Şükrü Bey görevi kabul etmeden önce İttihat ve Terakki merkezine giderek Ziya Bey'i buldu. Ona Darülfünun ‘da hocalığa kabul edip etmeyeceğini sordu. Talat Bey'in de ricası ile Gökalp bu görevi kabul etti.

Gökalp Darülfünun ’da genç ve idealist bir kadro ile göreve başladı bu kadro; Mustafa Şekip Tunç, Yahya Kemal, Fuat Köprülü ve Ahmet Ağaoğlu’ndan oluşuyordu. Bu genç kadronun hükümetçe desteklenen en etkili kişisi Gökalp'tır. Maarif Nazırı Şükrü Bey de İttihat ve Terakki'nin en nüfuzlu kişisinin yanında yerini sağlamlaştırıyordu.

Böylece Gökalp’ın altı yıl sürecek olan profesörlük dönemi başlar ve sosyoloji bilimini Darülfünun ‘da Türk toplumuna tanıtır. Bunu yaparken de çok dikkatli davranır. Durkheim'i körü körüne taklit etmez. Onun tekniğini Türk sosyal realitesine uygular. Aynı zamanda orijinal kavramlar geliştirir.

Toplumbiliminin (sosyolojinin) inceleyeceği konuların da zümre (grup) ve müesseseler (kurumlar) olmasını ister. Sosyoloji ve psikolojinin konularını da birbirinden şöyle ayırır: "Hayatiyet ve ruhiyata gelince kavim fertlerden mürekkeptir. Fertlerin de birer uzviyeti ile ruhiyatı vardır. Hayatiyet bu uzviyetlerden, ruhiyat ferdi ruhiyatlardan bahistir."

Bu kesin ayırımdan sonra sosyolojinin konusunu şu cümlesiyle belirler:

"Kavmi tetkik için bunlardan ayrı bir ilim nokta-i Nazan lazımdır. Kavim cemiyetler sıfatına mensup olduğu için bu ilim ancak içtimai şeniyeti tetkik eden içtimaiyat olabilir."

Gökalp toplumsal yapıyı incelerken Durkheim'den oldukça etkilenir, onun tekniklerini kullanır. Fakat bu kullanma körü körüne bir taklit değil, orijinal bir geliştirmedir. Her iki düşünürün yetiştiği ortam, kişilikleri ve araştırma yöntemleri arasında yakın bir benzerlik, hatta paralellik vardır. Hem ikisinin de sosyolojilerinde felsefi yön ağır basar. Kullandığı kavramlar felsefi niteliktedir. Hatta araştırma tekniğini sosyolojiye uygular. Durkheim bu yönü ile oldukça eleştirilmiştir. Bilhassa değerli Hocam Prof. T. Mengüşoğlu derslerinde sık sık Durkheim'in ortaya attığı "Kolektif Şuur" kavramının bilimsel değil metafizik bir kavram olduğunu söylerdi. Burada göz ardı edilen bir durum vardır. Her bilgi dalının ilk kurucusu aynı zamanda metafizikçisidir. Eş deyişle filozoftur. Astronomiyi Kopernicus, fiziği Newton ve biyolojiyi Lamarck bağımsız birer bilgi dalı yapmışlardır. Hepsi de birer filozoftur. Daha sonra bilimler bu metafizik artıklardan ayıklanıp bağımsız birer bilgi dalı oldular. Öyleyse sosyoloji ve Durkheim için yapılan bu eleştiriler biraz haksızlık değil mi?

Ziya Gökalp gibi üstün bir zekâ Durkheim'i okur okumaz çok etkilenmiş, üç gün İttihat ve Terakki merkezine gitmemiş, Durkheim’e hayran kalmıştır. Toplumumuzda gördüğü pek çok aksaklıkları Durkheim'in bulduğu tekniklerle bilimsel bir şekilde inceleyebileceğini görmüştür. Çok akılcı bir kararla bu düşüncesini Darülfünun ‘da uygula maya koymuştur. Çünkü bir bilim dalı için en iyi gelişme zemini üniversitelerdir. Bu açıdan bakıldığında Gökalp’ın sosyolojiye hizmeti büyük olmuştur. Bu amaçlarla Darülfünun ‘da kürsüsü başına geçen Gökalp toplumsal kurumları incelemeye başlamıştır. Onun incelediği toplumsal kurumlar şunlardır: Din, hukuk, ahlâk, dil, estetik, iktisat ve teknik. Ona göre toplumsal kurum "Grupların kendi bireylerine isteyerek, ya da zorla kabul ettirdikleri algılama, ya da davranış biçimleridir". Şimdi de Gökalp'ın sosyolojide kullandığı yöntemleri görelim:

GÖKALP'IN SOSYOLOJİDE KULLANDIĞI YÖNTEMLER:

TÜMEVARIM, TÜMDENGELİM

Gökalp’a göre bilimin amacı pratik sonuçlar elde etmek değildir. Hatta pratik çıkarlar bilim için feda edilmelidir. Ona göre sağlıklı sonuçlara ulaşmak için özgürce ve sabırlı bir şekilde çalışmalıdır. Ancak özgür bir akıl ve sabırlı, uzun yorucu çalışmalar bizi başarıya ulaştırır. İttihat ve Terakki gibi uzun yıllar ülkemizin kaderine hükmetmiş bir yönetimin akıl hocalığını yapmış olan Ziya Gökalp saygısını siyasî ihtirasının her zaman üzerinde tutmuştur. Bilimsel niteliği olmayan araştırıcıların etkili olamayacağını görmüş, bunun için de bilim adamında "mefkûreviruh"un bulunması gerektiğini savunmuştur. "Kendi kavmimize yahut dindaş, ırktaş ve müttefik kavimlere tarafgir ve düşmanımız bulunan kavimlere karşı da aleyhtar olamamak" gerektiğini savunur. Gökalp'a göre "Hisse tabiiyet ilmî tetkikler için tehlikelidir".

Buna rağmen şöyle demekten de kendini alamaz: "Bu demek değildir ki araştırıcı milli duyguları araştırmasın." Osmanlının yıkılışını kendi yaşantısında acı ile izleyen Gökalp'ın bunu yürekten söylemesi çok doğaldır. Meşk hikâyeleri okuyor, tehlikeli değil mi?" diye sorar. Gökalp'ın babası şu ilginç cevabı verir: "Bir insan neyi sever ve anlarsa onu okur. İnsanı sevdiği şeyleri okumaktan alıkoymak onu okumaktan soğutur."

Tevfik Efendi oğlunu iyi bir şekilde yetiştirmek için nasıl bir yol izleyeceğine bir türlü karar veremez. "Sadece doğu kültürü ile yetişirse eşek olur, batı kültürü ile yetişirse gâvur olur" der. Gökalp daha sonra anılarında bu konu için şöyle der: "Eşek kalmamak için Fransızcayı öğrendim. Gâvur olmamak için de batıya gitmedim." Batıyla doğuyu birleştiren en sağlıklı bir toplum biçimi onun bilimsel çalışmalarının odak noktasıdır.

Gökalp'ın kullandığı yöntemler çağdaş toplumbiliminin kullandığı yöntemlere uygundur. O çalışmalarında zaman zaman sezgi yöntemini kullanır. Akılcılık (Rasyonalizm) ve deneyselcilik (Empirizm) konusunda şöyle der: "Aklın vazifesi zihnimizdeki mefhumları haricindeki şeniyette (sosyal realite) mutabık surette yeniden tanzim ve tasnif etmektir. Bu vazifeyi ifa etmek için yaratıcı tefekkür melekesi lazımdır ki akıl budur. İlim nokta-i nazarında ancak bu yaratıcı melekeye akil denir. Akıl ile düşünmek zihindeki mefhumlardan hariçdekise'niyete doğru gitmektir. Buna istidlal (deduction) denilir. Yaratıcı ve canlı akıl ile düşünmek ise hariçteki şe'niyetiekik ederek mefhumları bu tetkiklerden çıkarmaktır. Bu tefekkür tarzına istikra (deduction) denilir."

Böylece sosyolojide kullanacağı yöntemleri kendine göre tanımlayan Gökalp Descartes felsefesinde şüpheci bir yol izler. Fakat onun şüphesi doğru bilgiye ulaşmak için bir araçtır.

Gökalp sosyolojinin tümevarım yöntemini önerir. Ona göre tümdengelim ön yargılan da birlikte getireceğinden sosyolojik araştırılar için sağlık bir yol değildir. Tümevarım soyutlama yapması ve bilimsel araştırmalara dayalı bir yöntem olmasından dolayı Gökalp'e göre sosyolojinin kullanacağı bir yöntemdir. Görüldüğü gibi Gökalp'in kullandığı ve tavsiye ettiği deduction yöntemi sosyal realiteyi en sağlıklı şekilde araştıran bir yöntemdir.

GÖKALPTE FEMİNİZM

Gökalp bir feministtir. O bir sosyolog olarak aileye büyük önem verir. Sosyolojiye göre en küçük toplum birimi ailedir, aynı zamanda diğer tüm sosyal kurumların kaynağı da ailedir. Günümüzde devletlerin temel görevi de aile kurumunu korumak ve sağlıklı bir şekilde yaşatmaktır. Bu açıdan bakıldığı zaman Gökalp'ın aileye değer vermesi ve kadın haklarını savunmuş olması ne derece toplumun çağdaşlaşmasına olan inancının göstergesidir. O "Aile" isimli şiirinde şöyle der:

Ailedir bu milletin, bu devletin esası

Kadın tamam olmadıkça eksik kalır bu hayat

Ailenin adıyla uygun olması için binası

Nikah, talâk, miras, bu üç işte gerek müsavat

Bir kız işte yarım, erkek izdivaçta dörtte bir

Bulundukça ne aile ne memleket yükselir

Gökalp aile sorunları ile kalmaz, kadın sorunlarına da değinir. O yıllarda Çanakkale savaşlarına tüm erkekler katıldığı için devlet dairelerinde kadınların çalışmasına karşı çıkanlara Gökalp bu satırlarla cevap verir. Başbakan Talat Paşa’nın isteğiyle bu yazı tüm İttihat Terakki merkezlerine gönderilir. "Meslek Kadını" isimli şiirinde kadın sorunlarını yoruma yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koyar:

MESLEK KADINI

Dersiniz: “Bir genç kız yaşı dolunca

Mutlak kendine bulur bir koca,

Kocası evine getirir ekmek,

O halde kadına meslek ne gerek?

Kadının mesleği olmaktır karı,

O çıkmasın sakın buradan dışarı.

Ne lâzım erkek rakibi olmak,

Değil mi ikisi ezelden ortak.

İşçiye olunca rakip karısı

Kol artar, ücretin gider yarısı,

İkisi alır aynı ücreti,

Ocağın eksilir, artmaz serveti.

Bu sözler hep doğru, fakat her kadın

Bulur mu bir koca, bulsa da yarın

Bu adam ölmez mi? O halde nasıl

Dersiniz kazanma, işte muttasıl

Görürken ortada, işte binlerce

Kocasız kadınlar çeker işkence.

Dersiniz: 'Değiller mesleğe muhtaç,

Ya koca bulmalı ya da kalmalı aç'.

Evvelce melce İdi hep zengin evler,

Kadınlar bulurdu sığınacak yer.

Yaşamak güçleşti, şimdi her erkek

Ancak karısına yedirir ekmek.

Sanmayın, hepsi de bir yük taşıyor,

Birçoğu hodgamdır, bekâr yaşıyor.

Çünkü var binlerce sefih kocalar,

Ya muttasıl içer ya kumar oynar.

Kimi de mahpusta alır soluğu,

Aç kalır evinde çoluk çocuğu.

Bunlar da olmasa kadın insandır.

İnsanın en büyük hakkı irfandır.

Kadın çalışmazsa fikri yükselmez,

Tabii o zaman size denk gelmez.

Kadın yükselmezse alçalır vatan,

Samimi olmaz onsuz bir irfan.

Kocalı, kocasız birçok kadınlar

Açtırlar, dersiniz işsiz kalsınlar.

Derim ki o halde kendiniz mutlak

Bunları umuma odalık yapmak.

Diyorsunuz 'Onun eksiktir aklı',

Arttırmak istiyor, değil mi hakkı?

Hâsılı bir heves değil, ihtiyaç,

İstiyor bu anda böyle bir ilaç."

Gökalp'ın kadın konusuna özel bir önem vermemesinin sebebi Çanakkale Savaşları sırasında meydana gelen bir olaylara bir cevap niteliğindedir.

Çanakkale Savaşları tüm şiddetiyle devam ederken İstanbul'da bazı kadınların peçe takmamaları, hatta manto giyerek gezmeleri, bunun yanında bazı dairelerde kadınların çalışmaları büyük tepkilere yol açar. Bu tepkiler o kadar yoğunlaşır ki sonunda Talat Paşa hükümeti toplamak zorunda kalır. Kadınlar aleyhinde pek çok konuşma yapılır. Enver Paşa üyeleri sakinleştirmek için merkez komutanlığına bir tebligatta bulunarak kadın kıyafetlerinin sınırlandırılmasını ister. İşte burada Gökalp bir kale gibi İttihat ve Terakki'ye karşı çıkar. Hükümetin efkâr-i Umumiyetin baskısını ileri sürerek hürriyetin en masum şekli olan kadınların giyim ve kuşamlarını sınırlandırmasına şiddetle karşı çıkar. Kadınlar konusundaki ünlü nutkunu söyler. Bu söylevi çok beğenen Talat Paşa Gökalp’tan bu konuşmayı kaleme almasını ve tüm İttihat ve Terakki merkezlerine göndermesini ister. Daha sonra çevresine yönelerek "Ne zaman bir sıkıntıya düşsek Hoca daima imdada yetişiyor. Mali ve iktisadi işlerimiz için de böyle bir arkadaşımız olsaydı ne güzel olurdu diye serzenişte bulunur. Şu Düyun-u Umumiye belâsından nasıl kurtulabiliriz diye düşünür durur, önüme gelene sorarım. Hiçbiri bir çare söyleyemezler" der.

GÖKALP'TE HARS ve MEDENİYET AYIRIMI

Gökalp'ın en çok tartışılan görüşlerinden biri kültür ve uygarlık konusundaki görüşüdür. Toplumbilim açısından da önemli tartışmalarından birini başlatan Gökalp bu konudaki görüşlerini şu ünlü sözü ile açıklar: "Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, garp medeniyetindenim." Böylece Gökalp medeniyet ile kültürü birbirinden kesin olarak ayırır. Ona göre batının medeniyetini alabilir, fakat kültürünü alamayız. O batı kültürünü çok beğenir. Mutlak batı medeniyetinin alınması gerektiğini yazı ve şiirlerinde savunur. "Medeniyet" isimli şiiri bu örneklerden biridir:

MEDENİYET

Avrupa bir akademi, azaları milletler

Her biri bir nurlu deha, çünkü ayrı harsı var

Her birinin İhtisası, bir misaliz dersi var

Bu nurlardan biri sönse medeniyet loş kalır

Derslerinden biri durur, bir kürsüsü boş kalır

Medeniyet bir konser id birçok çalgı, saz, rübap

Birleşmekle bir ahengi ancak temsil edecek

Bir kitabın bir bahsi eksik olsa okunmaz

Bir aleti yoksa Ahenk gönüllere dokunmaz

"Türkçülüğün Esaslarında Avrupa medeniyeti konusunda şöyle der: "Yalnız bir kurtuluş çaresi vardır ki o da ilimlerde, sanayide, askerî ve hukukî teşkilatlarda Avrupalılar kadar ilerlemektir, yani medeniyette onlara müsavi olmaktır. Bunun içinde tek bir çare vardır: Avrupa medeniyetine tam bir sür’atte girmek." Ona göre medeniyet beynelmileldir. "Öyleyse her millet alabilir, biz de almalıyız" der. Fakat bunun yanında "Hars “in alınmasına karşıdır. Hars millidir. Her milletin ayrı harsı vardır. Milletleri birbirinden ayıran esas unsur da budur. Gökalp "Türkçülüğün Esaslarında hars ve medeniyeti birbirinden şöyle ayırır: "Medeniyet usulle ve taklit vasıtasıyla bir milletten diğer millete geçen mefhumların ve tekniklerin mecmuudur. Hars ise hem usulle yapılmayan hem de taklitle başka milletlerden alınmayan duygulardır."

Gökalp hars (kültür) ve medeniyet arasındaki başlıca farkları şöyle sıralar: Medeniyet beynelmilel (uluslararası) olduğu halde hars millidir. Onun için medeniyet milletten millete geçebilir, aynı durum hars için söz konusu değildir. Bu durumda Gökalp’a göre milletler medeniyetini değiştirebilir, harsını değiştiremez. İşte, Gökalp'ın hars ve medeniyet görüşünün odak noktasını oluşturan bu konu onun en fazla eleştirilen yönüdür.

Bu konuda merhum hocam Prof. Nurettin Şazi Kösemihal şöyle diyor: "Gerçekten ulusların kültür denen kendilerine özgü bilgi, duygu, eylemleriyle aynı uygarlığa bağlı bütün ulusların ortak malı olan uygarlık denen bilgi, duygu ve eylemleri Gökalp'ın tasarımladığı gibi birbirlerinden kesin birtakım sınırlarla ayırmak mümkün değildir. Kültür ve uygarlık ulusların yapılarında birbiriyle kaynaşmış. Yekpare bir bütün olmuştur. Gerçeklikte kültür ve uygarlık diye birbirinden kesin olarak ayrı ayrı iki nesne yoktur. Bunlar bir ve aynı bütünün zihinsel olarak ayrılabilen iki soyut unsurudur."

Örneğin şalvarı bırakıp batının ütülü pantolonunu giyince "bağdaş" uygarlığının yerini masa ve sandalye uygarlığına dayanan yeni ev düzeni alacaktır.

Gökalp'ın başlattığı tartışma çok boyutlu olarak devam eder. Sonunda bu tartışmaya Atatürk de katılır ve bu konuda şöyle der:

"Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler var. Bence medeniyeti harstan ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur.

"Hars ne demek, tarif edeyim:

"a- Bir cemiyetin devlet hayatında,

"b- Fikir hayatında, yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda,

"c- İktisadi hayatta, yani ziraatta, sanatta, ticarette, kara, deniz ve hava münakalat ılığında yapabildiği şeylerin muhassalasıdır. Bir milletin medeniyeti dendiği zaman hars namı altında saydığımız üç nevi faaliyetten hariç başka bir şey olmayacağını zannederim."

Gökalp'ın en çok tartışılan hars ve medeniyet görüşü çok önem verdiği bir konudur. O pek çok sosyolojik kavram gibi hars kelimesini kendi ortaya atmış. Asri kelimesini de biraz züppelik, biraz da taklitçilik bulduğu için muasır kelimesini kullanmayı tercih etmiştir. Onun hedefi muasırlaşmaktır. Bunun için batı kültürünü mutlak almak isteyen Gökalp sorunu bu şekilde çözer. Ayrıca Gökalp Türk milletinin mefkûresini halkımızda, onun zengin harsında ve halkın sembol olarak kabul ettiği Atatürk'te görüyordu.

SONUÇ

Gökalp yetiştirdiğimiz çok değerli bir fikir adamı, çok yönlü bir araştırmacı, her şeyden önce bir öncüdür. Kişisel kanım odur ki Gökalp kültür tarihimizde henüz aşılmamış bir değerdir. Onun fikir hayatı değişik dönemlerden geçmiştir. Yaşadığı ortam da göz önünde bulundurulursa bu durumu doğal karşılamak gerekir. O Türk toplumunun yeni arayışlar içinde bulunduğu bir dönemde yaşamış, aynı arayışlar o da göstermiştir. Fakat sonunda genç Cumhuriyet'in ve Atatürk'ün en ateşli savunucularından birisi olmuştur.

Gökalp'ı bu son dönemi ile değerlendirip kabul etmek en sağlıklı yaklaşım şekli olur. Bu değerli insanın çok genç yaşta ölümü büyük kayıptır. Çünkü bir insanın zihinsel olarak en verimli olduğu dönem 50'li yaş dönemidir. Oysa Gökalp 48 yaşında vefat etmiştir. Biraz daha yaşamış olsaydı Atatürk'ü de etkileşimi çok fazla olacak, genç Cumhuriyet'i pek çok yönü ile etkileyecekti. Çünkü Gökalp bulunduğu her ortamda daima etkili olmuştur. Onun doğu ile batı arasında sentez kurma kabiliyeti kendini gösterecekti. Gökalp çocukluğunda zengin doğu hikâyeleri çok okumuştur. Bunu gören bir dostu babası Tevfik Efendi'ye "Bu çocuk bu yaşta aşk, meşk hikâyeleri okuyor, tehlikeli değil mi?" diye sorar. Gökalp'ın babası şu ilginç cevabı verir: "Bir insan neyi sever ve anlarsa onu okur. İnsanı sevdiği şeyleri okumaktan alıkoymak onu okumaktan soğutur."

       Tevfik Efendi oğlunu iyi bir şekilde yetiştirmek için nasıl bir yol izleyeceğine bir türlü karar veremez. "Sadece doğu kültürü ile yetişirse eşek olur, batı kültürü ile yetişirse gâvur olur" der. Gökalp daha sonra anılarında bu konu için şöyle der:

"Eşek kalmamak için Fransızcayı öğrendim. Gâvur olmamak için de batıya gitmedim." Batıyla doğuyu birleştiren en sağlıklı bir toplum biçimi onun bilimsel çalışmalarının odak noktasıdır.