Eskilerden kalma bir alışkanlığımız var. 

“Devlet malı deniz, yemeyen domuz’’.

Çok yanlış olan bu anlayışı bir türlü yıkamıyoruz. Yolsuzluğu, hırsızlığı hoş karşılıyoruz. Bu durumu kanıtlayan onlarca örnekler var, bazılarını şöyle sıralayabiliriz;

Devlet malı deniz, yemeyen domuz.

Hak etmiş.

Yolunu bulmuş.

İş bilenin, kılıç kuşanın.

Sen de yolunu bul, sen de ye.”

Böyle diyenleri gördükçe insan hayretler içinde kalıyor.

Bu anlayış, insanlarımıza bugün yerleşmiş değil kökleri çok derinlerdedir.     

Dadaloğlu’nun şu dizeleri bunu kanıtlıyor.

Şalvarı şaltak Osmanlı

eğeri kaltak Osmanlı

ekende yok biçende yok

yiyende ortak Osmanlı  

Devleti yabancı görmenin kökleri derin, hem de çok derinlerde…

 “Devlet malı deniz, yemeyen domuz”

Bu söz, bir köşe yazarına göre ironi.

Bu söze ironi diyenler, herhalde ironinin anlamını bilmiyorlar.

İroni, Sokrates’in keşfettiği o muhteşem sorgulama yöntemidir.

İroni, zekice sorgulama sanatıdır.

İroni, çelişkilerimizi göstermektir.

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmış olan atasözlerine baktığımız zaman, devlet hakkında şunlar söyleniyor;

“Devlet malı deniz, yemeyen kerizdir.

Devlet, ayağına dolaşır.

Devlet düşkünü.

Devlet kuşu başa bir defa konar.

Devlet, yar olmadı.

Devlete yaranmış yoktur.”

Düşünebiliyor musunuz, bu sözleri Millî Eğitim Bakanlığı, Atasözleri Kitabı’nda yer alıyor.

Atasözleri, gelişigüzel söylenmiş sözler değildir, yılların birikimleri ve deneyimleridir.

Atasözleri, geçmişimizi, geçmişimizde yaşamış olduğumuz birikimleri yansıtır.

Atatürk’ün en sevdiği şairlerden birisi olan Tevfik Fikret, 100 yıl önceki devlet soygununu Han-ı Yağma şiirinde ne güzel anlatır.

Demek ki 110 yıldır değişen bir şey olmamıştır.

“Han-ı Yağma

Efendiler pek açsınız besbelli yüzünüzden;

Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?

Şu duyumcu sofra, bakın gelişinizle övünçlü!

Hakkıdır kutsal savaşınızın, evet, o hak da elde bir…

Yiyin, efendiler yiyin; bu iç şenliği sofra sizin,

Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin…

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say:

Soy sop, şeref, gösteriş, oyun, düğün, konak, saray,

Tüm sizindir efendiler, konak, saray, gelin, alay;

Tüm sizindir, tüm sizindir, hazır hazır, kolay kolay…

Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin,

Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün sindirimi biraz ağır olsa da yok zarar,

Görkemli yüceliği, öç alıcı sevinci var,

Bu sofra gönül almanızdan böyle ısınır ve ışıldar.

Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…

Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin,

Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa; malını,

Varlığını, hayatını, umudunu, hayalini,

Tüm olanca rahatını, olanca gönül balını,

Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helalini…

Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin,

Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!

Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!

Bugün ki mideler sağlam, bugün ki çorbalar sıcak;

Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

Yiyin, efendiler yiyin; bu cümbüşlü sofra sizin,

Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!”

Devlet, Arapça bir sözcüktür. Türkçe karşılığı, elden ele geçen güç, iktidar, altıntop anlamına gelir.

Onun için de devleti ele geçirmek, devleti yönetmek bu nimetlerden doyasıya yararlanmak anlamına geliyor.

Devlet konusunda ilk görüş belirten Aristo’dur. Aristo’ya göre devlet, en güçlü aileden meydana gelmiştir.

J.J. Rousseau ve Hobbes’a göre devlet, insanlar arasında yapılan sözleşmeden doğmuştur.

Hobbes’a göre insan, doğası gereği bencil ve çıkarcıdır. Bencil benliğini yok etmek ve insanların birlikte yaşamalarını sağlamak için devlet kurulmuştur.

Her kurum gibi devlet kurumu da Rönesans’la birlikte yenileşmiş, evrimleşmiştir.

Eskiden var olan ‘Devlet Benin’ anlayışı, yerini sosyal devlete bırakmıştır.

Devlet, vergi toplamak ve asker beslemek görevlerinin dışına çıkarak, kamu hizmetlerini gerçekleştirmeye yönelmiştir.

Sosyal devlet kamu hizmetlerini gerçekleştirir, toplumu oluşturan bireyler arasında adaleti sağlamak, eğitimi ve kültürü geliştirmekle yükümlüdür.

Günümüzde devlet, bir hukuk devletidir. Yöneticiler, yasaların üstünde değil, hukukun emrindedir.

Günümüzde devlet, bireylerin can ve mal güvenliğini sağlamak, temel hak ve özgürlükleri güvence altına almakla yükümlüdür.

Yöneticilerin keyfi davranışlarını önlemekle yükümlüdür.

Sakatları, çalışamayacak durumda olanları, hastaları, yoksulları korumak zorundadır.

Günümüzde devlet, vatandaşın huzurunu, refahını, sağlığını sağlamakla görevlidir.

Devlet, bizim dışımızda, bizden ayrı, bizden farklı bir kuruluş değildir.

Kısaca devlet, biziz!

Bu böyle biline…

Bilmeyenlere öğretmek görevimiz.

Devletin malı deniz, yemeyen domuz, hak etmiş yemiş, sen de becer sen de ye zihniyetini, anlayışını tarihin geçmişine, derinliklerine gömene, yok edene kadar çalışmak zorundayız.

Eğer bu anlayış yok edilmiyorsa, biz yurttaş olarak görevimizi yapmamışız.

Bu sözleri söyleyenlere şu gerçekleri öğretmek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hepimizin görevidir;

“Bu ülke bizim.

Bu devlet bizim.

Devlet biziz!’’