Her dönemin bir aynası vardır.

Bizimkisi artık cepte taşınıyor: Akıllı telefonlar.

Ne yazık ki, merhameti değil, kaydı önceliyor.

Kameralar açık, vicdan kapalı.

Her an bir örneğine rastlamak mümkün olmakla beraber, geçtiğimiz günlerde Kırşehir’de yaşanan bir olay, bunu bir kez daha gösterdi...

Terme Caddesi’nde iki kadın, ne yüzünden çıktığı anlaşılamayan bir sebeple kavgaya tutuştu. Ortalık kısa sürede ağza alınmayacak küfürlerle doldu, fiziki şiddet yaşandı. Hatta o anları kameraya çeken bir adamın kahkahaları da çevrede yankılanıyordu; sanki yaşananlar bir trajedi değil, eğlencelik bir gösteriydi.

Çevredeki insanlar ne yaptı?

Araya mı girdi?

Hayır.

En az on kişi ellerindeki telefonla videoya aldı. HD kalite, geniş açı, dikey format... Eksiği yok, dahası var.

Düşünün, biri saç baş dalıyor, öbürü bağırıyor; ama kalabalık içinden tek bir ses çıkmıyor. Tek yapılan şey: "Dur bir kenara çekileyim, net çıksın."

Olayın ne olduğu, neden yaşandığı, kim haklı kim haksız, bunların hiçbir önemi yok. Artık mesele ne yaşandığı değil; kim önce paylaştı ve kaç izlenme aldı, sadece bu. Gerçekten içler acısı; çünkü artık insan acısı bile bir ‘gösteri’ye dönüştü.

Eskiden büyüklerimiz “Bir yerde kavga mı gördün? Ayırmaya git!” derdi. Şimdi gençler bir yerde kavga görünce “Abi TikTok’a atayım, viral olur!” diyor. Ah teknolojinin başımıza açtığı işler… Sadece başımıza da değil, vicdanımıza da açtığı yaralar var.

Kırşehir’in o sakin, dingin, yardımsever havası bile dijital çağın soğuk kamerasına teslim olmuş görünüyor. Çünkü mesele sadece bir olay değil, bir alışkanlık meselesi artık. Giderek daha az hissediyor, daha çok izliyoruz. Hatta izlemek bile değil bu: seyretmek. Müdahale etmek yerine kayıt almak, sorumluluk hissetmek yerine “like” beklemek…

Bu durumu Fransız sosyolog Guy Debord, “gösteri toplumu” kavramıyla açıklar. Ona göre modern insan, artık gerçekliği yaşamaz, yalnızca onun görüntülerine, temsillerine maruz kalır. Artık gerçekliğe değil, onun temsil edilen hâline tanıklık eder. Bu bağlamda, olaylara müdahale etmek yerine telefonla kayıt almak, tam da bu gösteri toplumunun bir yansımasıdır. Toplum, olaylara katılmak yerine onları izlemeyi seçer. İşte bu yüzden kamera açılır, ama vicdan kapanır.

Peki neden?

Çünkü müdahale riskli.

Çünkü sorumluluk almak yorucu.

Çünkü dijital dünyada “görmek” yeterli sayılıyor, “yardım etmek” gereksiz.

Çünkü telefonun kamerası elimizin bir uzantısı haline geldi, kalbimizden önce harekete geçiyor.

Ama bir sorun var: Telefonlarımız hafızaya alıyor, biz ise unutuveriyoruz. Hafıza kartı dolsa silersin, ama vicdan dolduğunda ne yaparsın?

Olaylara tanık olmak, insan olmanın doğal bir parçası. Ama sadece şahit kalmakla, müdahil olmak arasında incecik ama hayati bir fark var. Birinin kalbine dokunmadan, sadece ekranına dokunarak dünyayı düzeltemezsin. İnsanı insana ancak insanlık bağlar, wi-fi değil.

Ve bu mesele yalnızca Terme Caddesi’ndeki bir kavgadan ibaret değil.

Depremler oluyor, çocuklar kayboluyor, kazalar yaşanıyor…

Hemen ardından gelen refleks: "Çek, paylaş, gönder."

Çünkü artık acı bile bir içerik, gözyaşı bir efekt, felaket bir gönderi konusu oldu.

Şunu kendimize sormamız gerekiyor:

Gördüğümüz her şeyi kaydederken, hissettiklerimizi kaybediyor muyuz?

Kameralar açık ama vicdanlar kapalıysa, neyi belgelediğimizin bir anlamı kalır mı?

Toplumun kalbi, ancak birbirine dokunan ellerle atar.

Yardım etmek, bir omuz vermek, bir yabancının koluna girmek, bir çocuğun gözyaşını silmek, yaşlı birinin torbasını taşımak… Bunlar artık “içerik” değil, “erdem” sayılmalı. Ama bunları nadiren görüyorsak, kabahat yalnızca teknolojiye değil; bize, bize aittir.

Çünkü biz karar veriyoruz.

O an elimize kamerayı mı alacağız, yoksa birine uzanacak bir eli mi?

Toplum, sadece sokakta yürüyen insan kalabalığı değildir.

Toplum, birbirinin düşmesine içi yanan, gözü ıslanan, yüreği kabaran insanların oluşturduğu bağdır.

Eğer bu bağ zayıflarsa, geriye sadece kalabalık kalır.

Ama kalabalık, toplum değildir.

Şirin Kırşehir’imizde bile böyle bir seyirci refleksi gelişmişse, büyük şehirlerdeki tabloyu varın siz düşünün. Bu yazı bir sitem değil; bir çağrıdır.

Kendimize, birbirimize, o kadrajın dışında kalan insani yanımıza bir çağrı. Bugün bana yarın sana.

Bir gün biri yere düşerse, önce kamerasını çıkaran değil, elini uzatan kişi olalım.

Bir gün biri ağlarsa, onu çekmek yerine yanında duralım.

Çünkü belki de en çok ihtiyacımız olan şey, birbirimizin “görüntüsünü” değil, “gönlünü” kaydetmektir.

Unutmayalım:

Kameralar anıları kaydeder, ama vicdanlar insanlığı taşır.