Edebiyat anlatır, gösterir ve iyileştirir. Duygulara hitap ettiğinden ruhu iyileştirir. Yaşadığımız sıkıntıların, açmazların, çıkmazların birçoğunun nedenleri elbette çok farklıdır. Ekonomik, politik, dini, dilsel, kimliksel bunları çoğaltabilir veya azaltabilirsiniz. Yaşam anlayışınıza ve düşünsel bakışınıza göre değişir veya siz öyle düşünürsünüz. Ancak bütün bu açmazların ve çelişkilerin önemli bir sonucu vardır. İnsanların ruhunda yarattığı tahribatlar ev açtığı yaralar. Ayrıca zihniyetine sirayet eden kalıplaşmış veya giderek içe kapanan, benlik duygusunu önceleyen ve önemli kılan düşünceler. Bu düşüncelerle birlikte dışa kapanırız.
Soruları ve sorunları kült haline dönüştürdüğümüz şahsiyetlerin ferasetine bırakırız. İşte asıl tehlike burada ortaya çıkar ve akar. Artık kitleler kendisi için bir şey talep edemez hale gelir. Külte dönüştürdüğü, kutsal olarak görmeye başladığı yöneticinin düşünsel, zihinsel dünyasına teslim olur. Bizim aslında yaşadığımız hastalıkta budur. Temel hak ev özgürlükleri talep etmekten çok, verilenle yetinme… Ve verileni lütuf olarak sunan yönetici elitlere sessizce biat ve itaat.
Vicdanları körelen, öğrenme arzusu tükenmiş, yaratıcılığı bitmiş, kalpleri kara bağlamış, beyinleri iğdiş edilmiş bir toplumun tabiplere değil edebiyatın iyileştirici sözlerine ve şairin dizelerine ihtiyacı vardır. Burada da sorun okumayla nasıl buluştururuz bu hastalığının farkında olmayan toplumu…
Köklü bir kültürel devrimde, değişimde ve yeni oluşta insanlar hayallerini gerçekleştirmekle kalmazlar, rüya görme biçimleri yeniden şekillenir, köklü değişime uğrar. Derdim birazda bunun ipuçlarını yakalamak ve katkıda bulunmaktır.
Bu nedenle diyorum ki; düşünce zihinsel gerçeğe egemen olursa zihinsel güneşin görkemli doğuşuna tanıklık edebiliriz.
Okuyorum, yazıyorum. Saatlerce, günlerce bıkmadan usanmadan. Bunu kendime yüklediğim bir sorumluluk ve zorunluluk olarak görüyorum. Yazmanın düşünenlerin ve hissedenlerin işi olduğunu biliyorum. Bu gerçekten yola çıkarak yazıyorum.
Sözcüklerin diliyle aktarmak farklı bir meziyet gerektirir. Bunun ayrıcalık olduğunu vurgulamak veya kendime payeler çıkarmak için söylemiyorum. Derin bir bilgi birikimine kesin ihtiyaç vardır. Bilgisiz insanların düşünme ve hissetme kapasiteleri sınırlıdır. Ufukları daracıktır. Sözcükleri mürekkebe bulaştırma, dönüştürme şansları yoktur. Uzak durmalılar bu zor, yorucu, aynı zamanda zevkli uğraştan. Bu zevkten, mutluluktan mahrum kalmakta onların talihsizliği olsun.
“ Ne kadar güzel olsan da, ne kadar malın olsa da bir gün öleceksin. “ edebiyat bu gerçekten yola çıkarak hayatları ölümsüz kılmak, geleceğe taşımak ister. Yaşamın geçmiş gerçeğiyle bizleri buluşturur, yüzleştirir. Acıları, kederleri, gözyaşlarını aktarırken, coşkulara, sevinçlere ve ışıklara ulaşmamızın küçük kesitlerini sunmayı amaçlar. Sessizce, irkilmeden, ürkütmeden ancak sözcüklerin vurucu ve yakıcı gücüyle buluşturmaktır derdimiz geçmişin yolculuklarında…
Birçok denememde, öykümde yolculuk imgesini sıkça kullanmamın kendimce nedenleri var. Belki de yaşam serüvenine, insanlığın serüvenine bakışımın ipuçları oradadır. Her nesnenin, her canlının serüveninin yolculuk hikâyesine dönüşmesi gibi…