Temmuz sıcağında hep üşürüm. Bedenimdeki ateş yüreğimdeki buzu eritemiyor. Her yıl o gün yaklaştığında, geldiğinde buz kesilirim.
“Kimse bilmiyor ama Sivas’ta hep üşürüm ben. Aylardan Temmuzmuş, gökteki güneş toprağı kavuruyormuş, bakma sen onlara. Bu topraklara ne zaman adım atsam, bedenim buz keser benim. Önce ayaklarımın dermanı kesilir, sonra ellerimin. Sonra tatlı bir uyku kaplar bütün bedenimi. Sıcacık. Diz boyu kardır her yer. Ne zaman bu topraklara adım atsam Çiçekdağlı o öğretmen olurum yeniden. Hayat ne garip. İnsanoğlu ne bahtsız. Bugün 2 Temmuz 1993 ama ben iliklerime dek hissediyorum o kar soğuğunu. O boranı ve bembeyaz uğultuyu…”
Yaşam anlamsızlaşır, gözüm uzaklardaki alevlerde ve etrafında şölende dans edercesine huşu içerisinde kendinden geçen güruhta… Zavallılar… Bu sözcüğü hafifliğinde tanımakta zorlandığım başı boş kalabalık ve onun sırtını sıvazlayan otuzbeş insanın katlinden sonra “tek bir vatandaşımızın burnu kanamamıştır” diyen asıl zavallının körelen vicdanından, kararan yüreğinden yansıyan düşkün bakışlarında… Kenti saran, ülkeyi esir alan, alevlerin gökyüzünü kaplayan dumanlarında zifiri bir karanlık.
Bu ülke gerçekten çok talihsiz. Bu ülke insanı talihsiz olmanın ötesinde prangalı, çaresiz. Bu derece sadist ruhlu, düşük zeka seviyesine sahip insanlar tarafından yönetilmek.
Temmuz alevlerinde yüreklerimiz yandı, yanan her canımızla insanlığımızdan biraz daha uzaklaştık, utandık. Utancımızla birlikte aslında biz yandık. Karanlığın hükümdarlığı kendi yarattıkları kötülüklerde bizleri de yaktılar. Bu topraklar çok yıkım, talan, katliam gördü, toprak kana doymadı. Kötülüğün muktedirleri insan cesetlerine zerrecik değer vermediler, onları birer sayı olarak telaffuz edip yollarına devam ettiler. Hamaset nutukları, timsah gözyaşları dökmekte ustaydılar, ustalar. Utanmadılar, utanmazlar.
Saz olup, söz olup, çizgi olup, semah olup gitmişlerdi. Kuyucu Muratlara, Pir sultan Abdal’ın katillerine inat umudun, sevdanın,aşkın, aydınlığın sesi, karanlıkta bir ışık olmak için gitmişlerdi. Yaşları on ile yetmiş arası idi. Kimi kara ak saçları dolan defteriyle… Ses olmaktı, söz olmaktı, çizgi olmaktı, semah olmaktı dertleri. Kapılarına iliştirdikleri “yarım saat için dönüyorum. Bekleyin” diye gitmişlerdi. Alevlerin ortasına düşeceklerini ve o notun orada sonsuzca asılı kalacağını bilmeden.
Ellerinde fırçaları, dudaklarında mızıkalarıyla, yüreklerinde sevgiyle, ruhlarının aydınlığını paylaşmak, çoğaltmak için… Yakın… Yakın!..sesleri yükselinceye kadar anormalliğin farkında olmadan aydınlık düşüncelerle, duygularla…
Seyrediyordu etkinlikler ve yetkililer. Seyrettikleri “ötekilerdi”, eksilmelerinin de yakılmalarının da sakıncası yoktu. Bu ülkede “öteki” olmak ağır bir yük, potansiyel bir suçlu, yakın bir tehlike, cezalandırılması gereken çaresiz var olma halidir. Cezayı kimin verdiğinin bir önemi de yoktu!
“Üşüyorum üstümü ört anne” diyen Dino’nun fısıltıya dönüşen sesini duyar gibiyim. 2 Temmuz’da cehennem ateşinden insan üşür mü bu coğrafyada… Dino üşüyordu. Dışarıdaki güruh canlı yayında bizleri Dino’nun usulca, çaresizce ölüme gidişini izletiyordu. Etkililer de, yetkililer de seyrediyordu.
Katliamdan sonra sunacakları hamaset nutuklarının, timsah gözyaşlarının hazırlığındaydı etkililer ve yetkililer. Asırlardır kanla sulanan bu topraklar arsız, utanmaz yöneticilerinin ölüm darbelerine alışmıştı, alıştırılmıştı. Sorgusuz, sualsiz biat ettirilen “beka” yalanıyla, “hassasiyet” masalıyla ruhları ele geçirilen, beyinleri iğdiş edilen zavallı ahali şaşkın ve o kadar da umutsuz bir hayata katlanırken, yaşamın değil, ölümün kutsallığına inandırılan cehalet güruhu hazır kıta her zaman bekler, bekletilir, kötülüklerini kusmak için. O günde kustular kinlerini, öfkelerini, nefretlerini. Bizden aldıkları her canla korkacağımızı, sineceğimizi, diz çökeceğimizi sandılar. Yanıldılar, yanılacaklar. Onların hatırasını canlı tutmak, karanlığa inat aydınlığa ulaşmak için ölülerimizin yürekleriyle çoğalıyoruz, çoğalacağız. Bizler Pir Sultan’ın soyundan geliyoruz. Onun ezgilerinde vücut buluyor, asırlara sarkıyoruz. Karanlığın muktedirleri ise yalnızlıklarında lanetlenip, unutulacaklar. Nesimi’nin deyişlerinde, Hasret’in türkülerinde, Dino’nun çizgilerinde yolculuğumuz aydınlığa ulaşıncaya kadar sürecek.
Öfkeliyim. Ancak kimseden nefret etmiyorum, kin tutmuyorum. Kırgınım ve kızgınım, kızgınlığım katliam sonrası hiçbir etkilinin ve yetkilinin sorumlu görülmeyip, hiç bir vicdani huzursuzluk duymadan görevlerine ve yaşamlarına devam etmesine. Bu toprakların yöneticilerinin dokunulmazlığı benim kırgınlığımdır.
Temmuzlarda da zemheri soğuklarda da yüreklerimizin üşümediği, sıcacık, eşitliğin, adaletin olduğu, olacağı günlerin umudunu hep taşıyoruz. Bu umuttur bizi yaşama bağlayan ve ölümü değil yaşamı kutsal kılan.