“Bir bebek neden yetim kalır.” Bu dünyada o kadar çok yetim kalan bebek var ki! Meramımı bu girişle anlatmamın elbette bir nedeni var. Sizden istediğim ve beklediğim sadece birazcık sabır. Bir çocuğun yetim kalmasının onlarca doğal nedeni olabilir veya siz sayabilirsiniz. Benim değinmek istediğim doğal olmayan ve bebeğin dışında gelişen olaylardır. Soruyu bir başka açıdan şöyle sorarak yolculuğumuzu sürdürelim.
Bir insan neden yurtsuz kalır?
Yurtsuzluk köksüzlüktür. Yurtsuzluk yetim kalmaktır bence. Yurtsuzluk yabancılaşmaktır.
Bu gezegende üç yüz milyondan çok insan yetim… Gözlerini açtıkları anne kucağından uzaklara savrulmuşlar istekleri, rızaları dışında. Yerleştikleri “yeni yurtlarında” yabancı olarak hayata tutunmaya çalışıyorlar. Yabancı yeni yaşamlarının güçlüğünü, iticiliğini, mecburiyetini iliklerine kadar tadarak ve tattırılarak. Onlar “öteki” iken, yetimlikten kurtulma çabası içindeyken köklerinden kopmanın derin acısıyla başbaşalar.. Her gün, her saat geçmişlerini özleyip yâd ederken yetimlik kıskacına yakalanmanın derin acısıyla yaşamak zorundalar.
Yabancı olmak “öteki” olmakla özdeşken, sıradan normal bir hayat kurmak kolay mı dersiniz? Yurdun “asıl” sahipleriyle zorunlu yetim misafirlerin bağdaşmaları, uzlaşmaları o kadar zor ki! Asırlara uzanacak bir uyum veya uyumlaştırma ile kaynaştırılırlar. Yabancı “öteki”, yeni “yerli, milliye” kimliğini, onurunu feda ederek dönüşür.
Yüz milyonlarca yetimin bulunduğu bu dünyada ötekileştirmeyi ve yetimler üzerinden hamaset nutukları ve “hassasiyet” masalıyla düşmanlaştırmayı yaşamlarının merkezine oturtmayı seviyor en “demokratından”, en ırkçısına “yerli ve millicesine.”
Tarafım bellidir. Mazlum ve mağdurun tarafıyım. Şoven, ırkçı, dışlayıcı, ötekileştirici, yabancı düşmanlığını politik uygulama olarak dayatan her düşünceye karşıyım. Ve karşı olmayı insani, ahlaki, vicdani bir sorumluluk olarak görüyorum. Bir yazar olarak yetimlere bir borcum olarak görüyorum. Gezegenin neresinde, hangi gerekçelerle olursa olsun yabancı düşmanlığına karşı çıkılmasını insani bir zorunluluk olarak düşünüyorum.
Yabancı olmak yetim kalmaktır. Köksüzleşmek olup dallarının kurumasıdır. Geçmişinin unutulması, geleceğinin belirsizliğidir. İncelen yaşam çizgisinde kederinin, kaderinin başkaları tarafından belirlenmesidir.
Empati duygusundan, hümanist düşünceden yoksun bireyler, kitleler her türden şoven, ırkçı, gerici düşünceyi benimsemeye hazırlar. Kötülüklerin nedenlerini sorgulamaktan uzak, sonuçlardan karşıtlıklar geliştirirler. Sınırlı yaşamlarıyla, kısıtlı düşünceleriyle linç kampanyalarının fedaisine dönüşürler.
Zihinlerdeki dönüşüm gerçek yaşamdan daha yavaş ve sorunludur biliyorum. Toplumların birikmiş veya biriktirilmiş hafızalarında yer edinen üstünlük, ayrıcalıklı olma duygusunun yerini eşit insanlık düşüncesine ve duygusuna evirilmesi uzun bir zamana ihtiyaç duyar. Yabancılığı; öfkeye, nefrete, ihtirasa, intikama, şiddete dönüştürüp asıl suçluları gizlemekte ne yazık ki toplumların çoğunun karakteristik özelliği ve hastalıklı ruh halidir.
Aslında hepimiz birer yabancıyız. Sürekli beyinlere şırınga edilen hamaset nutukları ve hassasiyet masallarını dinlerken ne kadar da yabancıyız birbirimize. Bu nutuklar ve masallar tutkal görevi gördüğündendir ki yabancılığı çok önemsemeyiz. “Öteki” olmanın ince çizgisinde gezinirken de çok huzurlu olduğumuz söylenemez. Bundandır içimizdeki yabancılığı ve her an “öteki” olma riskini unutmadan yabancılara anlayışlı davranmak zorundayız.
“Geçmiş asla ölmez. Hatta geçmiş bile değildir.” Diyor ünlü bir yazar Geçmiş, yabancının ruhuna işleyip atalarından emanet olarak akarken ona özlem duymaması mümkün mü? Zaten yaralı olan yabancıyı edinmeye ve benimsemeye başladığı yeni yurdunda derinden yaralamanın anlamı var mı? İnsani duyarlılığımızla yaralarının kabuk bağlaması için yardımcı olmalıyız. Her kanattığımız yaranın aslında bizimde kanamamıza neden olacağını bilmeliyiz.
Dillerinizi ve ellerinizi uzak tutun yetim yabancılardan. Yeterince yaralılar zaten. Sizin yaralamalarınızın yükünü kaldıracak mecalleri yok. Empati kurun ki hallerini anlayasınız, sevgiyle yüreklerinizi açıp, ellerinizi uzatasınız.
Siz hiç evinizin, sokağınızın, köyünüzün, kasabanızın, şehrinizin yolunu kaybettiniz mi? Unutmak zorunda olduğunuz bu yollar sizin için bir hatıraya dönüştü mü? Geçmişinizin o yollarının sizin için ebedi olarak kapandığını düşündünüz mü? Mezarlıklara her bakışınızda artık her şeyin geride, atalarınızın mezar taşlarına bile dokunmaktan yoksun kaldığınızı hissettiniz mi? Yaşamın ağır yükü altında itilip kakılıp, savruldunuz mu? Köklerinizi yitirirken tutunacak incecik dallara ihtiyaç duydunuz mu?
Empati kurun. Milliyetçi hamasetten uzak, insani düşüncelerle bakın ve görün. Dünyanın dört bir tarafına dağılmış, savrulmuş soydaşlarınızın, kandaşlarınızın oralarda benzer tepkilerle karşılaştığını düşünün. O sizi kenetlediğini sandığınız milliyetçi----giderek şoven, ırkçı bir niteliğe dönüşen--- söylemlerin ve tepkilerin sizi insani vasıflardan, insan olmaktan uzaklaştırdığını düşünün ve karar verin.
Onlar da sizin gibi insandır. Dili, kimliği, inancı, rengi farklı da olsa insandır. Sizin gibi sevinir, acı çekerler. Sizin çektiğiniz acıların sebebi değiller. Üstelik sizden daha çok acı çektiklerini, yaşadıklarını unutmayın. Gönüllerinizi açın ki acılarınız, acıları azalsın. Acıları ortaklaştırıp birlikte hissettiğinizde ruhlarınız huzura erip, yürekleriniz ferahlayacaktır.