Aydın olmanın temelini oluşturan; tutarlılık ve dürüstlükten uzak, yanardöner bir yazım ordusuyla karşı karşıyayız. Eline kalemi alan yazıyor. Çoğu kendi yazdıklarından bihaber ortalıkta caka satma, havalara girme, ayrıcalıklar edinme peşinde ve derdinde, tarikatın müridi olma hayaliyle kıvranıyor. Şeyhin kabulüne mazhar olma, edebi yolculuğunda ona bir paye kazandırır hissiyle, risk, sorumluluk almadan, eleştiriden muaf olmanın ayrıcalığını yaşamanın hezeyanıyla ortalıkta dolanıp duruyor. Bir tarikat eleştirmeninden kendisi hakkında yazılacak iki kelamı duymanın ıstırabıyla uykusuz gecelerin azabına katlanıyor. Işıltılı salonlarda koydukları kurallarla söylev çeken birçok edebiyat “otoritesinin” boşluğunu, gizlenmiş karanlık düşünceleriyle karşılaşmanın ürkütücülüğü ile uzak durmaya çalışıyorum. Tarikatın, şeyhin muktedirle uyumlu olma çabalarını gördükçe, küçüldüklerinin ayrımına daha çok ulaşıyorum.

Kendisine ait bir düşünce dünyası olmayan sessiz çoğunlukla ilgilenmiyorum. Onlar bu gezegene bir şekilde düşüvermişler. Ömürlerini tamamlayıp, sessizce çekip gidecekler, kimselerin haberi olmadan. Veya yokluklarında yerini dolduracak hazırda bekleyenler olacağından hissedilmeyecek, anılmayacaklar.

Tarikatların boş kalacağı yanılgısına düşmeyin. Yeni şeyhler yeni müritleriyle devam edecektir. Etliye sütlüye karışmayan, gelecek kaygısını umursamayan hüküm edeceği yeni yığınlar bulacaktır nasıl olsa…

Her yazarın kendisine ait bir tarzının olması gerektiğini daha önceleri de yazmıştım. Öykünme, etkilenme ile kopyalama arasında bir çizgi çekilmelidir. Yazarı; özgün kılan, ayrıcalıklı hale getiren kendi olma halidir. Bu halin tarikatların şeyhleri tarafından objektif olarak dikkate alınması önemli olmakla birlikte tek ölçü olarak değerlendirilmesini önemsemiyorum.

Kendilerini seçkin olarak gören, eleştirilmekten muaf tutan şeyhlerin aslında ne kadar derin bir yalnızlık içerisinde olduğunu tasavvur etmek istemiyorum. Hepimizin yalnızlığı üzerinde sıkça durduğumun farkındayım. Yazmanın amacının biraz da bu yalnızlık duygusundan kurtulma isteğinden kaynaklandığını da tekrarlamakta sakınca görmüyorum. Biraz huzur bulmak, biraz huzura ermek, biraz kendinle kalmak, biraz paylaşmak… Ruhumun huzura ermesi gerçekleşiyorsa tarikat şeyhlerinin bazen ukalaya kaçan değerlendirme ve eleştirilerinin ne önemi olabilir ki!

“…İnsanların her zaman akıllarıyla hareket ettiklerini varsaysak, dünyanın gidişatından hiçbir şey anlamayız. Akılsızlık, Tarihin en güçlü ilkesidir.” Akılcılığa daveti bu nedenle de çok önemsemiyorum. Tarihin akışı ve toplumların dönüşümü akıl çizgisini takip etseydi; bugün gezegenimiz nasıl olurdu diye boşuna da kafa yormuyorum, yormayın. Akıl çağı denilen dönemlerde bu kadar akıl dışılık yaşanıyorsa, oturup sessizce düşünmemiz gerekir. Bu kadar karanlık ve kötülük nasıl bizi ele geçirdi.

Yazar; gerçeklikten yola çıkarak karanlığa mum, kötülüğe karşı olmak üzerine eserini inşa ederken, yine de aklın kalan çeperlerine tutunmak zorunda kalıyor. Bundan şikâyetçi olduğum sonucuna ulaşmayın. Sözüm tarikat şeyhlerinin boşboğazlığına, otorite olarak empoze edilenlerin, tahtlarının sarsılmasından endişe edenlerin söylevlerine… Onları küçümsediğim, yok saydığım düşüncesi sizi ele geçirmişse yanılıyorsunuz. İtirazım; edebiyatın onların istemlerine göre şekillenmesine, yazılmasına ve kabul görmesinedir.

Narsisime kaydığımı düşünenleriniz olabilir. Değil. Yazdıklarımdan hoşnut değilsem, beni tatmin etmiyorsa, eleştirmenlerin süzgecinden geçmesine sevinmem. Öncelikle; eksiğiyle, fazlasıyla, vurgusuyla benim olurumdan geçmeli. Eleştirmenin öznel bakışını çok yadsımamakla birlikte metinden daha çok önemsemek kendine güvensizlik, kendine haksızlık olur. Yazar; sözcükleri peş peşe sıralamak, öylesine yazmış olmak için yazmayı amaçlıyorsa hikâyesine, metnine saygıyı beklemek zahmetine katlanmasın. Kâğıdı çöpe, kalemi kırıp sonsuzluğa atsın. Ciddi bir işi sulandırmanın anlamı ve savunması olamaz. Oturun oturduğunuz yerde, rahatınızı bozmayın. Meşakkatli bir işin yükünü sırtlanmak zorunda değilsiniz.