Ülkemizin dört bir yanındaki acil poliklinikleri, ne yazık ki uzun zamandır umut kapısı olmaktan çıkıp ciddi risklerin ve mağduriyetlerin adresi hâline gelmiş durumda.

Samimiyetle ve üzülerek söylemek gerekir ki; sağlık sistemimizin en kritik birimi olan acil servisler, halkın can güvenliği açısından artık alarm veriyor.

Kabul edelim, o yoğun koşturmacanın içinde ön saflarda nöbet tutan pratisyen hekimlerin omuzlarındaki yük olağanüstü ağır.

Ancak bu gerçek, bilgiden, dikkatten ya da gerekli ciddiyetten uzak teşhis hatalarının üzerini örtmeye yetmez. Bu hataların hukuki karşılığı tıbbi malpraktistir “tıbbi hata / tıbbi ihmal” ve sonuçları doğrudan insan hayatını ilgilendirir.

Sorun yalnızca küçük bir enfeksiyonun gözden kaçması değil; saniyelerin bile kritik olduğu vakalarda yanlış bir değerlendirmenin, bir insanın yaşayıp yaşamayacağını belirlemesidir mesele.

Artık o kadar sık duyuyoruz ki, insanın içini burkan o hikâyeleri.

Gecenin bir yarısı acil servise şiddetli karın ağrısıyla gelen, yüzü acıdan bembeyaz olmuş bir hasta… Uzman görüşü gerektiren bir tabloda, yorgun bir bakışın “gaz sancısı” diyerek hastayı eve göndermesi… Ve birkaç saat sonra aynı kişinin patlamış bir apandisit ve yaygın enfeksiyon nedeniyle geri dönmesi… Bu basit bir hata değil; düpedüz ihmaldir ve hastayı ölüme sürükleyebilecek bir ciddiyete sahiptir. Bu tür örnekler artık istisna değil, sıradanlaşmış bir sağlık sisteminin çürümüş noktalarını gözler önüne seriyor.

Bu vahim tablonun izlerini, maalesef kendi şehrimiz Kırşehir’de de net biçimde görüyoruz.

Yakın geçmişte bir yakınım, apandisit patlaması gibi zamanla yarışılan hayati bir durumla iki kez acile başvurdu. İki seferde de “gaz” denilerek evine gönderildi. Sonuç, gecikmiş müdahale nedeniyle gelişen sepsis, yoğun bakım süreci ve ölümle burun buruna gelen bir yaşam savaşı…

Bu durum, tek bir hekimin bireysel hatası olarak açıklanamayacak kadar ağırdır; sistemsel bir yetersizlik krizinin en çarpıcı örneğidir. Eğer bir hastane tıp fakültesinin ilk yıllarında öğretilen temel bir tabloyu bile tanıyamıyorsa, çok daha karmaşık olan kalp krizi, inme ya da travma gibi vakalarda artan kayıpların sürpriz olmaması acı ama gerçektir.

İnsan hayatı, “belki gazdır” denilerek riske atılamayacak kadar değerlidir.

Acil servislerdeki bu tabloyu yaratan sorunlar yalnızca yoğunlukla açıklanamaz.

Genç hekimlerin ağır şartlarda, sınırlı deneyimle ve çoğu zaman yalnız bırakarak çalıştırılması; uzman konsültasyonuna ulaşımın gecikmesi; hasta yükünün kontrol edilemez boyutlara ulaşması; tıbbi hataların objektif şekilde değerlendirilememesi…

Hepsi birbirine eklenerek hastaları ciddi tehlikelere sürükleyen bir zincire dönüşüyor.

Yorgunluk ya da yoğunluk, yanlış teşhisin sonuçlarını hafifletemez; sağlık sisteminin temel görevi olan can güvenliği hiçbir gerekçeyle ertelenemez.

Artık çözümün yüzeysel düzenlemelerle gelmeyeceği ortada.

Acil servislere daha deneyimli hekimlerin kazandırılması, pratisyen hekimlerin acil tıp konusunda daha güçlü ve zorunlu eğitimlerden geçirilmesi, uzman hekim desteğinin hızlandırılması, hasta yükünün hekim başına makul seviyelere indirilmesi ve tıbbi hataların şeffaf biçimde incelenmesi zorunluluktur.

Halkın acil servislere güveninin yeniden tesis edilebilmesinin tek yolu, kapsamlı ve gecikmeye tahammülü olmayan bir reformdur.

“Gaz sancısı” denilerek eve gönderilen her bir hasta, sistemimizin derinden yara aldığının canlı bir göstergesidir.

Buradan yetkililere seslenmek gerekiyor.

Bu ayıba son verin. Acil servisleri gerçekten acil birimlerine dönüştürün. Çünkü mesele yalnızca sağlığımız değil; doğrudan hayatlarımızdır. Vatandaşın canı, kimsenin yorgunluğuna, dalgınlığına ya da sistemin aksayan dişlilerine emanet edilemez.

Bu sorun ertelenemez, hafife alınamaz, geçiştirilemez.

İnsan hayatı deneme-yanılma tahtası değildir.