İkinci Dünya Savaşı'nın son yıllarını da kapsayan çocukluk ve ilk gençlik anılarım arasında Terme Kaplıcası önemli bir yer tutar. Şehir Hamamı'na rağmen yıkanma ihtiyacımızı Terme'de gidermemizin nedeni hem ucuz olması, bize daha yakın gelmesiydi. Büyüklerimizin yanına katılarak giderdik Terme'ye. Terme Kaplıcası o zaman çok iptidaî durumdaydı. Sonradan turistler görsün diye önü demir parmaklıklarla kapatılıp güya nostaljik bir şekilde koruma altına alınan ve aslında pislik yuvası haline getirilen eski Terme Kaplıcası'na kayaların arasından birkaç basamakla inilirdi. Bekleme salonu diyebileceğimiz ve aynı zamanda ancak sekiz-on kişinin sığabildiği kerevet şeklindeki birkaç oturma yerine sahip odaya biri hususî, biri de umumî havuz denilen iki yıkanma yeri açılırdı. Küçük ve büyük havuzlar için ayrı ayrı sıra beklenirdi. Sırası gelenler getirdikleri havlu, kese, lif, sabun, jilet gibi malzemelerle içeriye girerler, hamamdaymış gibi yıkanırlardı. Kükürtlü suyun tedavi edici özelliğinden yararlanmak için gelenler pek az olurdu. Onlar da genellikle sabahın erken saatlerini ve akşamları tercih ederlerdi. Havuza girip işi uzatanlar oldu muydu görevliler, ya da müşterisine göre hamamcı kadın kapıyı tıklatarak sürenin bittiğini ve artık havuzdan çıkılması gerektiğini hatırlatırlardı. Sırada bekleyen kimse olmazsa havuzda istediğiniz kadar kalabilirdiniz. Görevli kadınlardan birisi de kabaca tâbirle “Yarım Anşa” idi. Ayşe hanımın ağzı gerçekten yarımdı. O da ne yapsın, Allah'tan gelen çirkinliği örtmek için yazmasını ağzını kapatacak şekilde burnuna kadar çekerek yarım ağzını saklamaya çalışırdı. Aklımız biraz daha baliğ olunca “Yarım Anşa”nın teşrifatçılık görevinin yanı sıra Kırşehir'de ilk seks turizmine de öncülük yaptığını çakar gibi olmuştuk. Müşteri çıkışında havuzu temizlemeye giren Anşa halanın arkasından hızlı delikanlılar da içeriye dalarlardı. Banyoda kullanılan küçük havuza iki, büyüğe de ancak dört kişinin sığabildiğini söylersek eski ilkel kaplıcanın kapasitesi daha iyi anlaşılır.

KAÇAN ALMANLAR KIRŞEHİR'E GELİYOR

1934 yılında Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi'nin lideri olarak Almanya'nın başına geçen ve 20. yüzyılın en güçlü ve kötü şöhretli diktatörlerinden biri olarak kabul edilen yahudi düşmanı Adolf Hitler'in zulmünden kurtulmak için Türkiye'ye sığınmış yahudi kökenli Almanlar'dan ikiyüz kadarı da Kırşehir'e gönderilmişlerdi. İkinci Dünya Savaşı'nın üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra 1965 yılının 12 Mayıs'ında Almanya'dan postaya verilen bir mektup Almanlar'ın Türkiye'ye gelişleri ve Kırşehir'deki yaşantıları ile ilgili önemli bilgiler içeriyordu. Arşivimde tarihî bir belge olarak yer alan bu mektubu merkezi Bonn'da bulunan “Deutsch-Turkische Gesellschaft E. V.” (Türk-Alman Dostluk Cemiyeti) sahibi olduğum “Yeni Kırşehir” gazetesine göndermişti. Almanca mektuba bir de Türkçeye tercüme edilmiş yazı eklenmişti. Cemiyetin yayın organı “Mitteilungen” (Haberler) dergisinin Şubat 1965 sayısında Kırşehir'de yaşamış ve İkinci Dünya Savaşı sona erince memleketlerine dönmüş yahudi kökenli Almanlar'dan Prof. Dr. Fritz Baade'nin Kırşehir'in 1965 yılında Hirfanlı Barajı elektriğini kullanmaya başlaması nedeniyle kaleme aldığı Kırşehir hakkındaki yazısı yer alıyordu. Bonn'daki az gelişmiş memleketlerin iktisadî problemleriyle ilgili Araştırma Enstitüsü'nün müdürü olan Fritz Baade Kiel'de yazdığı ve “Kırşehir nihayet Hirfanlı Barajı'ndan gelen elektriğe kavuşuyor. Kırşehir Türkiye'nin dostları ile sıkı sıkıya bağlı bulunan bir şehirdir” diye başladığı makalesine Almanlar'ın Kırşehir'e geliş nedenleri ile ilgili olarak şöyle devam ediyordu:
“Almanya ile Türkiye arasındaki diplomatik münasebetlerin kesilmesinden sonra Bay von Papen ile İsmet İnönü arasında yapılan bir anlaşma gereğince Türkiye'deki Almanlar ve Almanya'daki Türkler rahat ve konforlu bir şekilde memleketlerine geri gönderildikleri zaman Türkiye'de bulunan Hitler düşmanı Almanlar için bir istisna yapıldı. Direkt olarak devlet hizmetinde bulundukları müddetçe yerlerinde, mevkilerinde kalabilecek olan bu Almanlar'a Orta Anadolu'nun küçük şehirlerinde, kısmen Yozgat'ta, kısmen de Çorum ve Kırşehir'de siyasî iltica hakkı tanındı. Bu iltica hakkı bazen mecburî ikamet, bazen de haksız olarak bir enterne edilme şeklinde vasıflandırıldı. Halbuki bu hareketin bir enterne etme haliyle hiçbir ilgisi mevcut değildi.”

ALMANLAR TERME'NİN SUYUNU ÇOĞALTIRKEN 
İLK “ONYX” TAŞINI DA KEŞFETTİLER

Prof. Fritz Baade Kırşehir'de mülteci olarak bulundukları sırada Terme Kaplıcası'nın suyunu çoğaltırken bugün “Onyx” dediğimiz mermer taşını nasıl bulduklarını da anlattığı 1965 tarihli makalesinde bu konuda şunları yazıyordu:
“Kırşehir birçok su membalarından sulanan muazzam bahçeleri ile 20 kilometre uzunluğunda ve 5 kilometre genişliğinde âdeta bir sulama vahasıdır. Almanlar bu şehirde evler kiralamışlardı ve vakitlerini canlarının istediği gibi geçiriyorlardı. Çoğu ava gidiyor, balık avlıyor veya bahçecilikle uğraşıyordu. Bu satırların yazarı ise o zamanlar Alman jeologu Dr. Hubert Kleinsorge ve Dr. Heinrich Romberg'le birlikte Kırşehir'in antik devirlerden beri meşhur ve bir depremden sonra bir serçe parmak kalınlığında akan kaplıca suyunu yeniden kazıp düzenlemek suretiyle tekrar kuvvetli bir şekilde akıtmıştı. Bugün Kırşehir yeniden ihya edilen bu kaplıcaları yüzünden Türkiye'de meşhur bir yer haline gelmiştir. Çok güzel bir kaplıca binasına ve otele sahiptir. Bu arada bu kaplıcalara istek o kadar çoğalmıştır ki hem kaplıca tesislerinin, hem de otelin genişletilmesi acele bir zaruret halini almış bulunmaktadır. Kaynağı bulmak için açılan yeni oyuklardan birinin içinden Alman jeologları fevkalâde güzel, akik taşı gibi bir taş çıkarmışlardı. Jeologlar o zaman Kırşehir'de mevcut iptidaî imkânlarla bu taştan küçük süs eşyası yapmaya başladılar.

TAŞÇILIĞI ABDULLAH ARCAN GELİŞTİRDİ

“Bu yazının müellifi sonradan Kırşehir'e yaptığı ziyarette Sanat Okulu'nda bir öğretmenin bu taşları makine ile işlemeye başlamış olduğunu görmüştür. Türkiye'nin o zamanki Millî Eğitim Bakanı'na bir rapor vermiş ve evvelâ bu öğretmenin bu yarı asîl taşların işlenmesi sahasında yetişmesi için Almanya'ya gönderilmesini, saniyen Sanat Okulu'nda en modern taş işleme makinaları ile teçhiz edilmiş bir atölye meydana getirilmesini teklif etmiştir. Kırşehir Sanat Okulu öğretmeni Abdullah Arcan Almanya'da iki yıllık bir yetişmeden sonra Kiel Muthesius (Meslek Okulu)'un diplomasını haiz olarak Türkiye'ye geri dönmüştür. Bu öğretmen Sanat Okulu'nun taş işleme bölümünü o kadar başarılı çalışır bir hale getirmiştir ki her yıl İstanbul'da Millî Sanayi Sergisi açıldığı zaman kendi işleri, henüz okulda bulunan öğrencilerinin ve aynı zamanda o arada kendi başlarına çalışır hale gelen eski öğretmenlerinin eserleri bu sergide teşhir edilmektedir. Son yıllarda Kırşehir ve komşu Hacıbektaş taşlarından yapılmış küçük sanat eserleri ilgi çekici ihraç malları haline gelmiş bulunmaktadır. Öyle ki Almanlar'ın Kırşehir'deki ikametleri sırasında keşfedilmiş bulunan bu taşlar bugün Türkiye için mütevazı -fakat istikbalde belki daha büyük- bir döviz kaynağı teşkil etmektedir. Bu satırların yazarı hem kaplıcanın ihya edilmesi, hem de bu yeni taş endüstrisinin meydana gelmesi hususundaki çalışmalara katılmış olması sebebiyle Kırşehirliler tarafından fahrî hemşehrilikle taltif edilmiştir. Bir kimseye 'enterne' edildiği yer tarafından fahrî hemşehrilik tevcih edilmesi nadir hallerden olsa gerek.”

Yeri gelmişken belirteyim ki Prof. Baade'nin sözünü ettiği ve Almanya'ya gönderttiği Abdullah Arcan Zeynep halamın kızı Lâtif ablanın eşi ve hâlen Adana'da çalışan Uzm. Dr. Nazif Arcan'ın babasıydı. Son yıllarını Kuşadası'nda geçirmişti.

ALMANLAR 1945'TEKİ PASKALYA YORTUSUNU 
200 KİŞİLİK BİR KOROYLA KUTLADI

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Kırşehir'deki Almanlar'ın yaşantıları hakkında da bilgi veren Prof. Fritz Baade makalesinin bu bölümünde o günleri şöyle anlatıyordu:
“Bugün tekrar Almanya'da bulunan eski Kırşehirliler'in sayıları oldukça kabarıktır ve bunların çoğu Türk-Alman dostluğunun devam ettirilmesi hususunda önemli fonksiyonlara sahiptirler. Bunlar arasında bu yazının müellifi ile birlikte kızı ve damadı bugün Hariciye'de görevli Kurt Laqueur -Kırşehir'de evlenmişlerdi- her şeyden evvel Türk-Alman Dostluk Cemiyeti idare heyetinden Bay Johannes Bergius vardır. Kırşehir'de çok faaliyet göstermiş olan diğer bir Alman “Fröhlicher Weinberg” (Neşeli Bağ) müellifinin kardeşi ünlü müzik pedagogu Zuckmayer'dir. Zuckmayer Kırşehir'de toplanmış bulunan 200 kadar Alman'dan bir koro teşkil etmişti. Bu koro o kadar mükemmel teşkil edilmişti ki 1945 Paskalya Yortusu'nda o zamanlar Kırşehir'de bulunan katolik hemşirelere mesken ve Almanlar'a da kilise vazifesi gören kerpiç bir evde o kadar kolay olmayan Palestrina'nın “Perpetuam Canoneum” eserini âyinde icra edebilmişti. Kırşehir'de mülteci olarak yaşamış bulunan Alman iktisadiyatçılarından Bay von Aulock zikredilmeye değer. Bay von Aulock Alman Şark Bankası'nın müdür vekiliydi. Kırşehir'den sonra da Türkiye'de kaldı ve Türk-Alman iktisadî münasebetlerinde öremli rol oynamaktadır.”
Prof. Baade'nin makalesini gelecek yazımızda tamamlayacağız.