Babam Bekir Sıddık'ın çarşı içinde kendine has bir yeri vardı. Bu saygın kişiliğinin yanı sıra yaptığı işlerinin çokluğu ve çeşitliliğinden kaynaklanıyordu. Onun bilmediği, yapmadığı iş yok gibiydi. Saymakla bitmeyecek işleri arasında camcılık, kunduracılık, tuhafiyecilik, bakkallık, şekercilik, kuru yemişçilik, kolonyacılık, püskülcülük, solucan şekeri imalâtçılığı, mermi ve dinamit alım-satımı, Edişoğlu Zeynal'la ortaklaşa Karakurt Kaplıcası işletmeciliği hatırlayabildiklerim... Çok yönlülüğüyle Kırşehirliler'in çok sevip saydığı Bekir Usta'nın en büyük özelliklerinden birisi de kimsenin hatırını kırmaması ve iş bitirici olmasıydı. Başı sıkışıp da kendisinden yardım isteyen kimseyi boş çevirmezdi. İsteyene para da verirdi, mal da... Hattâ ev yaptırıp da sonunda parayı tüketen ve camını taktıracak parası kalmayanların tek kuruş almadan camlarını parasız takarak evlerinin son eksiğini tamamlardı.

SAĞLIK MÜDÜRÜ DR. GÜNEY

ELİNİN ALTINDAKİ SOLUCAN

ŞEKERLERİNİ GÖREMEDİ

Yaptığı solucan şekerleri de babamın ününe ün katmıştı. Bağırsaklarında solucan paraziti olup da bundan bir türlü kurtulamayanlar son çare olarak babama başvururlardı. Bizden solucana karşı üretilen solucan şekeri almayan yoktu, çünkü bu ilâçlı şekerler yüzde yüz etkiliydi. Tabiî ki izinsiz solucan ilâcı yapmak ruhsatsız ilâç yapımına girdiğinden üretimi yasaktı. Bu yüzden sağlık ekipleri zaman zaman dükkânımızı basar, yasak olarak üretilmiş solucan şekeri ararlardı fellik fellik... Bir keresinde de sonradan kendisiyle dost olduğum İl Sağlık Müdürü Dr. Zafer Güney aramalara bizzat katılmış, babama “Bekir Usta, doğruyu söyle, yaptığın solucan şekerlerini nereye sakladın?” diye sıkıştırmıştı. Babam bir gün önce yapıp dükkânın arkasındaki ocağın yanında bulunan mermer tezgâhın üzerine dizdiği şeker dozlarının üstünü kartonlarla örtmüştü. Üzerine çekiçle basarak yassılttığı şekerleri dışarıdan bakıldığında kartonun altında fark etmek zordu. Babam Zafer Bey'in soruları karşısında her zaman olduğu gibi soğukkanlılığını kaybetmeden altına şekerleri dizdiği kartonun üzerine elini vura vura “Vebalin boynuma burada şeker meker yok doktor bey” diye kendini kurtarmak için sözde yeminler etmişti. Oysa Zafer Bey babamın elini vurduğu yere dikkatli baksa ve kartonu aralasa aradığı kaçak solucan şekerlerini eliyle koymuş gibi bulacaktı.

TURŞU KÜPÜNE SAKLANAN

MERMİ ve DİNAMİT LOKUMLARI

Yaptığımız solucan şekerleri gerçekten işe yarardı ve çok etkiliydi. Genellikle Gülyusuflar'dan Algın Mustafa (Öncü)'nın İstanbul'dan getirdiği “Santonin” adlı toz ilâç maddesini sıcakken taşın üzerine yaydığı şeker eriyiğinin üzerine homojen bir şekilde serper, daha sonra eriyiği elinde evire çevire uzun “püs”ler haline getirir, en sonunda püsleri makasla ceviz iriliğinde doğrayıp üzerine çekicin yassı kısmıyla basarak tablet biçimini verirdi.

Bir de sevgili babam iki anadan sekiz kardeş olan bizleri büyütüp okutmak, ailenin geçimini sağlayabilmek için mermi ve dinamit lokumu da alıp satardı. Lokumun yanında ateşleme fitili de vardı tabiî... Mermileri düğünlerde hava atmak isteyen ehlikeyifler, dinamiti de ruhsatsız taş ocağı çalıştıranlar ve balıkçılar alırlardı. O zamanlar terör belâsı yoktu. Seyrek meydana gelen cinayet, yaralama, kazaen vurulma gibi olaylarda polisin ilk aklına gelen babam olurdu. Bir gün de bir olay üzerine polis evimize kadar gelmiş, arama yapmıştı. Ama babam polisin geleceğini haberini önceden eve uçurduğu için üvey annem kaçak mermi ve dinamit lokumlarını kilerdeki turşu küpüne attığından polis aramalarda hiçbir şey bulamayarak eli boş dönmüştü ve böylece bir kere daha paçayı kurtarmıştık.

VALİ SAYLAM KIRŞEHİR'İN

İMARINA ve MAARİFİNE

BÜYÜK HİZMETLER YAPTI

Benimle yaşıt olan Yeni Çarşı'da yaşamımın elli yılı geçti. İlkokula başlarken adım attığım çarşımızdaki hâtıralarımla hâlâ yaşar gibiyim. Beni buraya bağlayan acı-tatlı o kadar çok yaşanmışlıklar var ki... Kırşehir'in ticarî hayatında bugün bile önemli bir yeri olan, zamanla üzerlerine kat çıkılarak tamamen iki katlı hale gelen Yeni Çarşı kendi ailemin bireyleri dışında gelmiş geçmiş esnafıyla, tüccarıyla, çalışanlarıyla, günlük hayata renk katan çok akıllı ve delileriyle benim ev dışında bütün yaşamımı doldurmuştur. Yeni Çarşı'da geçirdiğim yarım asrı anlatırken çarşının kurucusu olan ve temeline ilk harcı koyan Vali Ahmet Mithat Saylam'ı da anlatmamak olur mu? 1934 yılında atandığı Kırşehir Valiliği'nde 1939 yılının ortalarına kadar görev yapan, Kırşehir'in imarına ve maarifine büyük hizmetlerde bulunan Mithat Saylam her şey bir tarafa alçakgönüllü ve gerçek anlamda halkçı bir idareciydi. Onun meziyetlerinden birini canlılıkla ortaya koyan esprili bir olayı çarşımızın şimdi aramızda olmayan sevilen tüccarlarından Aslan Gençer anlatmıştı.

BAKKAL PATIR'IN KAPISINDAN

KAFASINI UZATAN VALİ SAYLAM

“25 KURUŞLUK HAVLA!” DEDİ

Vali Mithat Saylam bir gün İkinci Çarşı'nın sol baştan ikinci dükkânında tuhafiyecilik yapan Ali Baytok'un babası Hacı Ahmet Baytok'u ziyaret eder. Bitişiğindeki bakkal dükkânının önünden geçtiği sırada bir köylü kadının dükkân sahibi Duran Patır'a “Bana 25 kuruşluk havla!” diye seslendiğini işitir. Yani kadın bakkaldan helva almak istemiştir. Bu hitap şekli Vali Saylam'ın o kadar çok hoşuna gider ki Baytok'un dükkânına girdiğinde kendine hâkim olamayarak gülmeye başlar. Nedenini soran Baytok'a az önce tanık olduğu konuşmayı nakleder. Vali Saylam Baytok'la bir süre sohbet ettikten sonra gitmek için kalkar ve dışarıya çıkar. Bakkalın önünden geçerken kapıdan başını içeriye uzatıp şöyle seslenir: “Bana da 25 kuruşluk havla Duran efendi!” Vali Saylam'ın birkaç kere üstüne basa basa söylediğine bir anlam veremeyen ve bir an için şaşkınlık geçiren bakkal Duran Patır az önce köylü kadını hatırlayınca valinin kendisine şaka yaptığını anlar ve birlikte gülüşürler.

ADI İLKOKULA VERİLDİ

Bugün de Kırşehir'in eski adamları Şemsi Yastıman'ın esprilerinde de yer bulan buna benzer şakalar yaparlar ve “Havlayı bilin mi?”, “Hırlayı bilin mi?” diye birbirlerine takılırlar. Havlanın helva olduğu bilinir de Kırşehir'de adı “Hılla” olan ve halk arasında “Hırla” şeklinde söylenen bir de semt olduğunu yeni yetmeler pek bilmez.

İşte, Vali Mithat Saylam böylesine cana yakın ve şakacı bir kişiliğe sahipti.

Günümüzde halkın arasına girip bu gibi şaka yapabilecek babacan valiler görebiliyor musunuz? “Halk iktidarı” demek olan gerçek demokrasi Türkiye'de çok partili döneme geçtiğimiz 1946 yılından önce varmış galiba...

Hatırlatayım ki Vali Mithat Saylam 1966-1968 yılları arasında Kırşehir valiliğinde bulunan Namık Sezgin'in hanımı Pervin Hanım'ın teyzesinin oğlu idi. Anısını yaşatmak için yıllar sonra Medrese Mahallesi, Mithat Saylam Caddesi'nde yapılan ilkokula Mithat Saylam'ın adı verildi.

Atatürk'ün Son Kırşehir Valisi

AHMET MİTHAT SAYLAM

1888 yılında Denizli, Tavas'ta dünyaya gelen ve Mülkiye'yi 1909'da aliyyülâlâ dereceyle, yani birincilerin birincisi olarak bitiren Ahmet Mithat Saylam 1935-1939 yılları arasında görev yaptığı Kırşehir Valiliği döneminde idareciliğinin kuvvetli yanlarıyla Kırşehir'e büyük hizmetler yaptı. Kırşehir'i sevdi, Kırşehirlilerce sevildi. Kırşehir'i imar ve ihya etmek için çok çalıştı. Valiliği sırasında Yeni Çarşı'yı yaptırdığı gibi kasaba ve köylerde birçok okul inşa ettirdi. Kasaba ve köy yollarına çok önem verdi. Bugün yerinde Öğretmen Evi bulunan Halk Evi binası da onun zamanında inşa edildi. İyi bir idareci olarak Halk Evi çalışmalarını yakından izlerdi. Onun girişimiyle şehir bandosu kuruldu, “Kırşehir Marşı” yazıldı. Dört yıllık görevi sırasında ilimize kazandırdığı başlıca eserler şunlar: Cezaevi, ortaokul ve Özel İdare binaları, Bayındırlık tamir atelyeleri, Vali Konağı, Meteoroloji binası, İnönü İlkokulu, Çuğun, Göllü, Karakaya ve Topaklı jandarma karakol binaları, Mucur ve Kaman çarşı plânlaması, şehrin ilk elektrik şebekesi.

RÜŞTÜ YURDAKUL ANLATIYOR

Köylerin dağınık durumları nedeniyle iyi hizmet görülemeyeceği kanaatinde olan Vali Mithat Saylam birkaç köyü bir araya toplayarak her türlü tesisleri içine alacak köy ünitelerinin kurulmasını istiyordu. Bu amaçla “İdare” dergisinde çeşitli yazılar kaleme aldığı gibi “Benim Köy Kanunu” adlı küçük bir kitap yazmış, köy hâtıralarını da “Köylüler Arasında” adlı kitapta toplamıştı.

Eski vali muavinlerinden Rüştü Yurdakul “Hayatımın Romanı” adlı kitabında Mithat Saylam'ı şöyle anlatmıştı:

“Mithat Saylam 1935 yılında Kırşehir'e vali olarak atanmış, dört yıl kalmış ve büyük eserler yaratmıştır. Kırşehir'de ne varsa onun eseridir. 1960'tan sonraki eserler çıkarılacak olursa geride kalan bütün binalar, dükkânlar ve yollar Mithat Saylam tarafından yaptırılmıştır. Şehrin imarına olduğu kadar köylere de önem vermiş, köyleri bir bir dolaşarak incelemiş, bu incelemelerini 'Köylüler Arasında' adlı kitabında toplamıştır. İnceleme yaptığı köylerin sağlık, eğitim, mesken, su, yol problemlerinin nasıl çözümleneceğini göstermiş, sağlık probleminin sosyalleştirilmesi gereğini daha 1937 yılında otaya koymuştur. Kitabında idarî reform ile ilgili orijinal fikirleri vardır.”

“HALK BİZE GELMEZSE BİZ

ONUN AYAĞINA GİDERİZ”

Eski Belediye Başkanı Ziya Kılıçözlü'nün de öğretmen iken yaşadığı Mithat Saylam'la ilgili bir hâtırası vardır:

“1935 yılı Cumhuriyet Bayramı idi. Ben o zaman ortaokul Türkçe öğretmeni idim. Vali Bey beni ve birkaç arkadaşı yanına çağırdı. Akşam Belediye salonunda birer konuşma yapmamızı istedi. Akşam belli saatte salona gittik, birkaç kişiden fazla kimseler yoktu. Biz Vali Bey'in bu alâkasızlığa kızacağını sanmıştık. O biraz daha bekleyip kimsenin gelmediğini görünce 'Halk bizim ayağımıza gelmiyorsa biz onun ayağına gideriz' dedi ve bandonun çarşıda dolaştırılmasını emretti. Bir müddet sonra Belediye bahçesi hıncahınç dolmuştu. Gerekli konuşmalar bu suretle yapılmış oldu. Mithat Saylam Kırşehir'i candan seven bir adamdı.”

HAKKI GÖÇEN ŞEHİR BANDOSUNU

YENİDEN KURMAK İSTEDİ, FAKAT...

Mithat Saylam'ın kurduğu şehir bandosunu Kırşehir Yardım Sevenler Derneği başkanlığı yapmış olan ve şimdi hayatta bulunmayan Sevim Gültekin'in babası Süleyman Efendi çalıştırırdı. Bayrak törenlerinde, millî günlerde, dairelerin paydosa girdiği saatte hükûmet binası önünde “Bandocu Süleyman Efendi”nin yönetimindeki şehir bandosunun verdiği konserleri halk heyecanla izler, şehirde millî heyecan dalgası eserdi. Vali Saylam şehir bandosu için İshak Refet Işıtman'a “Kırşehir Marşı”nı yazdırmış ve bu marşı ünlü besteci Ahmet Adnan Saygun'a besteletmişti.

Hakkı Göçen 1984-1989 yılları arasında Belediye Başkanı iken şehir bandosunu tekrar hayata geçirmek istemiş ve marşın orijinal notasını buldurmuş, ancak çalıştıracak eleman bulamadığından amacına ulaşamamıştı. Kırşehirliler tarafından çok beğenilen, “Kırşehir Türküsü” olarak da isimlendirilen “Kırşehir Marşı”nın güftesi şöyleydi:

Bilgeler yatağı, bilgi kaynağı

Gülüsün sen gelin Anadolu'nun

Burada yok seni sevmeyen gönül

Gülşehri, Gülşehri, güller gibi gül

Gönüller bağının, sevgi yolunun

Yaylalar üstünde sensin durağı

Toprağın gül kokar, yellerin sünbül

Gülşehri, Gülşehri, güller gibi gül

Mithat Saylam Kırşehir'den Ordu'ya atandıktan sonra Diyarbakır Birinci Umumî Müfettişlik Baş Müşavirliği'ne getirildi. 1942 sonuna yaklaşırken izinli olarak gittiği Ankara'da beyin kanaması geçirerek 28 Kasım 1942 tarihinde hayatını kaybetti. 54 yaşındaydı. Cenazesi Başvekil Şükrü Saraçoğlu'nun da katıldığı törenle Ankara Asrî Mezarlığı'nda toprağa verildi.