İkinci Dünya Savaşı'nın son yıllarında Kırşehir'de siyasî mülteci olarak yaşamış ve Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesinde büyük rol oynamış olan tanınmış Alman iktisatçısı Prof. Dr. Fritz Baade “Türk-Alman Dostluk Cemiyeti”nin yayın organı “Mitteilungen” (Haberler) dergisinin Şubat 1963 tarihli sayısında yayınlanan ve Kırşehir'in yakın tarihine ilişkin bazı olaylara ışık tutması ve değerli bilgiler vermesi bakımından büyük önem taşıyan makalesinin son bölümünde Hirfanlı Barajı'nın kurulması ve barajdan Kırşehir'e ilk elektriğin verilmesi dolayısiyle şunları yazıyordu:
“Bugün bir haber geliyor ve bu haber ister Alman olsun, ister Türk bütün Kırşehirliler'in kulaklarında bir müzik gibi çınlıyor. Kırşehir bu arada daha da berbatlaşmış olan kendi elektrik tesisinden kurtuluyor, Kızılırmak üzerindeki muazzam Hirfanlı Barajı'nın elektrik şebekesine bağlanıyor. Bu baraj kayaların patlatılması ile sadece birkaç 100 metre uzunluğunda, fakat 90 metre yükseklikte olarak Kızılırmak'ın kayalık bir boğazında kurulmuştur. Bu baraj sayesinde mecmu uzunluğu 70 kilometre olan bir baraj gölü elde edilir. Bu gölde Kızılırmak'ın sayısız bin yıllardan beri sürükleyip getirdiği erozyon maddeleri âdeta depo edilmiş gibidir. Kızırmak ismini de bu erozyon maddelerinden almıştır. Barajın altında şimdi Asya'nın en büyük elektrik fabrikalarından biri bulunmaktadır. Buranın intihabında (seçilmesinde) eski Kırşehirliler'den Dr. Kleinsorge'nin de hissesi olduğu için burasının Kırşehir'le de uzak bir ilgisi vardır. Kızılırmak bu elektrik tesisinin türbin kanallarını billûr gibi bir yeşil ırmak olarak terk eder. Türkçe ifade etmek istersek Kızılırmak'tan bir Yeşilırmak olur.”
“ÖYLE BİR ELEKTRİK Kİ...”
“Burada istihsal edilen elektrik enerjisi ilk hamlede buna çok ihtiyaç duyulan Batı Anadolu'daki elektrik şebekesine bağlanmıştı. Buradan Ankara'dan başka bilhassa yeni sanayi bölgesi Kırıkkale'ye de cereyan verilmektedir. Kırşehir bu baraja ve elektrik tesislerine sadece 50 kilometre uzak olduğu halde şimdiye kadar şehri bu büyük ve ucuz elektrik kaynağına bağlamak mümkün olmamıştı. Çünkü bunun için muazzam bir transformatöre ihtiyaç vardı. Birkaç bin kilogram ağırlığında olacak transformatör 32 lâstik tekerleği olacak özel nakil vasıtaları ile Kırşehir'e getirilebilirdi. Türkiye'nin mahdut döviz imkânları muvacehesinde hem transformatörün, hem de bunu taşıyacak vasıtanın temini biraz zamana bağlı bir şeydi. Fakat nihayet muazzam fil (transformatör) Kırşehir'e varmıştır. Bu filin yerine konulması için bütün hazırlıklar o kadar ilerlemiştir ki Kırşehir'in iki ay kadar zaman zarfında Hirfanlı'dan elektriğini alacağı ümit edilmektedir. Öyle bir elektrik ki yalnız ev ihtiyacı için değil, aynı zamanda atölyelerde ve yeni yeni vücuda getirilen endüstri müesseselerinde de kullanılabilecek bir elektrik... Bu elektrik Kırşehirliler için kendi eski bozuk düzen elektriklerine ödedikleri fiyatlardan daha uygun ve ucuza gelecek. Bu haberi bir hikâye konusu gibi daha da işlemek, ballandırmak yerinde olsa gerektir. Bu haber Kırşehir'de siyasî iltica hakkından yararlanmış olan Türkiye'nin birçok dostlarının ve aynı zamanda o zamanlar Kırşehir'deki iptidaî bir şekilde temin edilen cereyanın güçlükleri ve başka iptidaî şartlarla cesurâne mücadele etmiş olan karılarının kulaklarında güzel bir müzik tesiri yapan bir haberdir. Fakat Kırşehir'deki yeni jeneratör aynı zamanda Türkiye'de artık kısmen cereyan etmiş ve gelecek yıllarda cereyan edecek olan iktisadî mucize imkânlarına ışık tutan bir hâdise teşkil etmektedir.”
PROF. BAADE ALMANYA'DAKİ EVİNDE TAŞ ATELYESİ KURMUŞTU
Savaştan sonra ülkesine dönen Prof. Baade tamamını iki yazımızda verdiğimiz tarihî nitelikteki yazısından iki yıl önce de Millî Eğitim Bakanlığı'nın yayınladığı “Meslekî ve Teknik Öğretim” adlı derginin Eylûl 1963 sayısında “Amatör Taşçılık” başlığı altında çıkan makalesinde Kırşehir'den götürdüğü taşlarla Kiel'deki evinde nasıl taş atelyesi kurduğunu anlatıyordu. Bizim bugün “Onyx” dediğimiz hediyelik ve turistik taşı “Kalsit” olarak nitelendiren Prof. Baade bu makalesinde de taşçılık yönünü şöyle anlatıyordu:
“Yontma atelyemi gezen ziyaretçiler hep bana sorarlar: 'Bu işler için nasıl vakit buluyorsunuz? Siz bir Alman üniversitesinde profesörsünüz. Batı dünyasının en büyük iktisadî direktörlüğü yaptınız. Ayrıca bir araştırma enstitüsü kurdunuz. Siz aynı zamanda bir milletvekilisiniz ve müşavir olarak iktisaden müşkül durumda kalanlar için dünyanın her tarafına gidiyorsunuz. Büyük plânlar yapıyorsunuz.' Bütün bunlara vereceğim cevap basittir. Bu 'Hobby' sayesinde 'Manager' hastalığına tutulmaktan kurtuluyorum. Bodrumda yontma atelyemdeki çalışmalarım diğer vazifelerimi ciddîyetiyle yapmam için faydalı oluyor. İkinci soru şudur: 'Bu pek güzel ve kolaylıkla işlenen hammaddeyi nereden buluyorsunuz?' Bu taşlar Türkiye'de Kırşehir civarında bulunur. Almanya ile Türkiye arasındaki siyasî münasebetlerin kesildiği tarihte ben ve arkadaşlarım Kırşehir'de enterne edilmiştik. Ama Hitler'e muhalif olanların rüçhaniyetleri vardı. Bizler büyük şehirleri terk etmek ve demiryolundan uzak küçük Anadolu kasabalarında polis kontrolü altında yaşamak mecburiyetinde idik. Ben kendime Anadolu'da Kırşehir'i seçmiştim. Bu şehir yirmi kilometre boyunda ve beş kilometre eninde büyük bir sulama bölgesidir. Orada ata biner, balık tutar, ava gider ve bahçe işleriyle uğraşırdık. Biz ikiyüz Alman'dık. Aramızda yaşlı bir amatör jeolog ile meslekten iki jeolog vardı. Şehirde eski zamanlardan kalma bir kaplıca vardı ve bu kaplıcanın suyu son depremden beri ancak parmak kalınlığında akmakta idi. Bu kaynağı genişlettik ve akar bir hale getirdik. Böylece bugün orada büyük bir kaplıca kurulmuştur. Renkli kalsit taşlarını da bu kaynak yarığının içinde bulduk. Renkli kalsit taşları ekseriya onyx ve alabaster ile karıştırılır. Halbuki onyx kalsit ve alabasterden iki kere daha serttir ve ender bulunur. Alabastere gelince iyi cilâlanmaz ve renkli kalsit kadar güzel değildir. Biz Kırşehir'de bu materyali eğe, zımpara kâğıdı gibi basit âletlerle işledik ve ortaya bir şeyler çıkardık. Sekizbuçuk mark'a satın alınmış bir bileme makinası, bir matkap, birkaç eğe ve suya dayanıklı bir miktar kâğıt kullanarak bir fil yaptım. Sonradan Almanya'ya bu taşlarla dolu birkaç sandık götürdüm. Evimde küçük bir atelye kurdum. Zamanla atelyemi genişlettim.”
“TERME TAŞI” DÜNYA ÇAPINDA TARİHÎ DEĞERE SAHİP...
Prof. Baade Almanya'daki evinde kurduğu taş atelyesini anlatırken Terme kayalarından çıkarılan kalsit taşının tarihî değere sahip olduğunu da şöyle ortaya koyuyordu:
“Sonradan Türkiye'ye yaptığım bir seyahatte Türkiye Millî Eğitim Bakanı'na Kırşehir Sanat Okulu'ndan bir öğretmenin yetiştirilmek üzere Almanya'ya gönderilmesini teklif ettim. Teklifim kabul edildi. Talebem Abdullah (Arcan) iki sene Almanya'da kaldı. Kısmen benim atelyemde, kısmen taş işleyen müesseselerde çalıştı ve nihayet Kiel'deki Muthesius Güzel Sanatlar Okulu'nda yetiştirildi. Abdullah sonradan Kırşehir Sanat Okulu'nda bir taş işlemesi şubesi açtı. Birçok talebesini atelye sahibi yaptı. Böylece küçük bir endüstri meydana geldi. Türkiye'nin taş yataklarında yüzlerce metreküp malzeme mevcuttur. Hititler ve bunların avcıları, çobanları bu materyali bulmuş olsalardı Boğazköy kazılarında yalnız kilden yapılmış çömlek ve benzerleri çıkmaz, pek nefis fildişi renkli kaplar da bulunurdu. Vaktiyle enterne edildiğim Kırşehir yeni bir endüstri doğmasına yardımcı olduğumdan dolayı bana fahrî hemşehrilik verdi. El işleri amatörlüğümden beni fikir dünyası amatörlüğüne sevketti. Kalsit taşının tarihî güzel sanatlarda, heykeltıraşlıkta ve mimarîde yüzlerce seneden beri kullanılışını takip ediyorum. San Marco Kilisesi hazinesindeki sürahi 1206'da İstanbulda Venedikliler tarafından yapılmıştır ve hammaddesi muhtemelen Kırşehir'den gelmedir. Abdullah ile beraber kopya ettiklerimiz büyük bir ihtimalle aynı yatakların taşlarıdır. Bu yataklar deprem neticesi toprak altında kalmış ve 500 yıl sonra biz Almanlar tarafından tekrar bulunmuştur. Bu taşlar Mısır müzelerinde bulunan alabaster mamûllerine nazaran çok daha güzeldir. Heykeltıraşlıkta da bu taşın rolü büyük olmuştur. Heykellerin kafa, kol ve ayakları bronzdan ve mermerden yapılmaktaydı. Pek güzel bir antika örnek Kaiser Tiberiur'a ait olup Madrid'teki Prado'dadır. Yüzlerce büstün kaideleri de bundandı.”
PROF. BAADE NASIL ÇALIŞIRDI?
Kiel'de bulunan evinin altını taş atelyesi haline getiren Prof. Baade atelyedeki çalışmalarını anlatırken de şunları söylüyordu:
“Benim taşlarımın çok safhalı bir tarihi vardır. Bu taşlar ancak sıcak su kaynaklarında ve mahdut yerlerde bulunmaktadır. Buna rağmen benim 'Hobby' ile ilgilenenler için yeteri kadar hammadde mevcuttur. Bunlar yarı kıymetli taşlardır. Parlaktırlar ve kolay kesilirler. İşlenmeleri için lüzumlu âletler ucuzdur. Ve nihayet bu iş eğlendirici bir konudur. Ben zaman kazanmak için elmas tozu kullanırım. Âdi âletlerle de bu iş yapılır. Atelyenin tavanı ses geçirmez. Böylelikle ben çalışırken eşim rahatsız olmaz. Bir amatör için bir daire testere, matkap ve cilâlama levhası kâfi bir tesistir. Bu taşlar çelik testere ile kesilmemelidir. En iyisi çelik levhalar kullanılmalıdır. Şunu da belirteyim: Bu taşlar mermer sertliğindedir ve marangoz eğesi ile de kesilebilir. Batı Almanya'da bu işle uğraşan tek profesör benim. Meydana getirdiğim bu endüstrinin Kırşehir için hayırlı olacağını ümit ederim.”
DÜNDEN BUGÜNE...
“Yeni Kırşehir” Gazetesi
26 Mart 1971
Yastıman Hemşehrilerine
Şiirle Mektup Yazıyor
Tanınmış halk şairi Şemsi Yastıman İstanbul'dan hemşehrilerine şiirle mektup yazmaktadır. Şiirli mektupları elden ele dolaşan Yastıman'ın bu mektuplarından sonuncusunu okuyucularımıza sunuyoruz.
TERZİ EMİN (YENİCE)'e
Sevimli oğlumuz Emin Yenice
Sen de olmasaydın halimiz nice
Gene siparişim işin zorundan
Varsa yolla pürçüklünün morundan
Fayık da yollamış, karmakarışık
Ölü s..i gibi hepsi buruşuk
Şöyle bir toplanın muhabbet için
Aranızda ben de var gibi için
Celâl ağbi, Nevzat, Etemin Hacı
Etleri kavurun, ısıtın sacı
Sizlerden uzağım, içim eriyor
Ne çare, Hak böyle emir veriyor
Ölürsem bu sözü akla getirin
Salacamı Kırşehir'e götürün
Emin sen ol buna yardım edenim
Toprağıma nasip olsun bedenim
Bir hâtıra kalsın iş bu kelâmlar
Hepinize kucak kucak selâmlar
Düşman kemliğinden dosta siperim
Yeğenlerin gözlerinden öperim
Anana, babana selâm eylersin
Ellerinden öptüğümü söylersin
Dersin ki: Şems'âbi sizlere hayran
Tadı damağımda kessekli ayran