Edebi sınırlar içinde yaşamak yaşam çizgisini zikzaklaştırmaz ve hayatı kolaylaştırır. Yaşam sınırının aşıldığı zaman problemler başlar. Her fert kendi sınırlarını aşmaz ise yaşam bal ve dünya cennet olur.
Peki bu sınırları aşmamak için verilen mücadele yeterli mi?
Hayır, fertlerin huzurlu yaşaması için maddi güce ihtiyaç var mı? Elbette fakir hatta günlük yaşayacak kadar nevale bile fakir olan pek çok insanın, yaşadığı ortamı maddiyata bağlamaya ve değiştirmeye hiç de niyetli olmadıklarını gördüm.
Toplu yaşam sınırlarının ihlali aynı zamanda menfaat sınırlarının ihlali sayılır. Köy, kasaba, şehir, devlet olarak da sınırların çizimi belirlenmesi uluslararası bazı yasalarla belirtilerek huzur ortamı sağlanmaya çalışılır. Uyulur mu? her zaman değil, ihlallerinde zaman zaman sürtüşmeler olabilir, hatta büyük savaşlarında eşiğine gelindiği de olabiliyor.
Kardak krizi de bunlardan birisi ve çok güzel örneği.
İran ve Irak’ın 8-9 yıl savaştığı yer bir bataklık, fakat altında bulunma ihtimali olan petrol ve bazı güçlerin çıkarı doğrultusunda kışkırtılan iki komşu. Bazen komşu devletler, savaşma yerine yasadışı paravan örgütleri joistik destek vererek, terör ortamı yaratarak komşularını zor duruma düşürmek ister, çıkacak kaos ortamında kendi çıkarları doğrultusunda anlaşmalara zorlarlar, aynı Türkiye’nin 40 yıldır uğraştığı örgüt gibi.
Paravan örgütleri komşu olmayan devletlerde açık olmasa da gizli gizli bu tip örgütlere yardımcı olurlar. Bu durumları 100 yıldan fazladı Türkiye’de yaşadı ve de yaşayacak gibi, durum onu gösteriyor. Sınırı olmayan devletlerde ileriye dönük olarak kendi ekonomisine ve üretimine rakip olarak gördüğü devletlere karşı da yasadışı örgütleri kullanmakta sakınca görmezler, “Tavşana kaç tazıya tut!” politikası izlerler.
Peki dünyanın her tarafının ortaklaşa kullanımı neden düşünülmez? Yine menfaat ve çıkar problemi. Kardeşler arasında yatak kavgası ile uluslararası sınır kavgası aynı olmasa bile yine de benzerlikler gösterir. Çözüm yöntemi hep aynıdır, barış ve anlaşmaya zorlamak. Anlaşmalar bazen kâğıda dökülerek güya garanti altına alınır ve taraflardan biri zayıf düştüğü zaman utanmadan arkadan dolanarak ihlaller yine başlar.
Çözülemeyen anlaşmazlıkların gerisinde beklenen unsur ve çözüm yolu yine savaşları getirir. Silah üreticilerinin de sansasyonel oyunlarını göz ardı etmemek lazım. Etnik toplulukların milliyetçi duygularını kaşıyarak ve bazen de dini duyguları tahrik edici davranışlar sergileyerek amaçlarını hayata geçirmeye çalışırlar, başarı oranı da bayağı yüksek olur.
Son zamanlarda İslâm dinini aşağılayıcı ve Hazreti Muhammed’i küçük düşürücü filmler yaparak bütün İslâm alemini ayağa kaldırdıkları gibi ve bunu da sanat eseriymiş sınıfına kaydırmaya kalkarak, bu faaliyetlerde bulunan devletler, hürriyet insan hakları savunuculuğuna soyunurken hiç de utanmazlar. Basın ve yayın yoluyla ön hazırlıkları yaparken hainleri bulmaktan fazla zorluk çekmezler.
Her toplumda kendi ırkına hıyanetlik eden birileri her zaman bulunur aynen “Metal fırtına” diye Irak savaşından önce yayınlanan, ne olduğu belli olmayan kitap bir psikolojik savaşın ön hazırlık propagandasının eseri idi.
İsyan ve devrim hareketlerinin her zaman dış destekçisi olmayabilir. Toplumun veya devletin idari sisteminde, beklentilerin karşılanmamasında panik atak misali oluşan kargaşa da terör ortamının beslenme ve doğuş kaynağıdır. Fransız ihtilali sırasında kesin sayının olmamasına rağmen 90-120 bin insanın öldüğü tahmin ediliyor. Trocki bin kişilik bir teknik kadroyla Rus ihtilalini yapmıştır. Bu gibi devrimlere dış güçlerin fazla etkisi olmaz. Yalnız şunu hiç unutmamak lazım, terör karışık ortamı çok sever.
Rus ihtilalinde başı çekenlerin, Rusça konuşan Fransız gençlerinin olduğunu söylüyorlar. Halkı galeyana getiren “Solagon, çarlık sizleri soyuyor biz sizleri kurtarmaya geldik” oldu.
Eşitlik sağlanacağı lafları ve vaatleri, taşlar yerine oturduktan sonra unutulur. Bir defa kabiliyetleri ve iş kolları ayrı olduğu müddetçe, toplumlar arası eşitliğin sağlanması mümkün değil. Devlet ve toplum idaresinde bihaber olan isçileri ve geçleri kandırmak çok kolay olur. Köpek ve kedisine bakıcı tutanla, günlük nafakasını çöplerdne toplayan aynı şehrin insanları yan yana oturursa aşırı uçların oluşması gayet normaldir.
Gelir seviyesi aynı olmayan insanları sınıflandıralım manası çıkarılmasın, toplumun yaşam farklılıklarını asgari de tutmak, kaos ortamının yaratılmasına imkan vermez. Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında kargaşa ve başarısızlığın ana sebeplerinden bir tanesi de, iç istikrarın sağlanamaması ve piyasa kontrolünün yabancıların eline geçmesi. O zaman terör ve kargaşanın doğmasında ana etkenler şöyle sıralanabilir:
1-Milli duyguların tahrik edilerek kaşınması.
2-Devlet içerisinde yaşam endekslerinin eşitsizliği. (Birden fazla devlet kuruluşlarında huzur hakki altında para söğüşlemek gibi)
3-Huzur ve güven ortamının sağlanamayışı.
4-Hukuk ve adalet sisteminin, yönetim dışında hakim gurupların kontrolüne girmesi.
5-Kültürel buhran ve eğitimde eşitsizlik (Dersane ve yurt oluşumu gibi).
Daha pek çok olgular eklenebilir.
Yabancı müdahalecilerin dayanakları. Toplumlar içerisinde seçtikleri liderimsi kimselerdir. Bunlara ırkçılık fikrini telkin ederek işe başlarlar. İngilizlerde kavmiyetçilik propagandasıyla Arapları Osmanlıdan kopardılar, yüzyıl geçmesine rağmen hala Araplar arasında Türk düşmanlığı devam etmektedir. Bilhassa dünyaya hakim olma emellerinde bir türlü vazgeçmeyen İngilizler, Şerif Hüseyin’in kendisine Hicaz krallığı vaat etmişlerdi. Fakat bu ancak beş yıl sürdü ve Kıbrıs’ta Osmanlıdan af ve özür dileyerek zindanda öldü.
Irak kralının oğlu 1. Faysal da zehirlenerek öldürüldü. Onun oğlu Gazi de bir otomobilin içinde vuruldu. Bunlar bütün İngilizlerin dünya terörizmde oynadığı rolü gösterir. “Ek yetiştir, büyüt kullan ve imha et!” Ne güzel taktik değil mi?
Kürt vatandaşlarımızın bu tarihleri okumasını tavsiye ederim. Emperyalist ülkelerin dünyada istila edip de hürriyet verdikleri bir ülke yoktur.
Yani deme o ki, “Aptal yerine konmamak için önce aptal olmamak gerek”…