27 Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra düşük Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve düşük başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere Demokrat Parti iktidarı ve yandaşlarını yargılamak için Yassıada’da kurulan mahkemede duruşmaları tanzim etmek üzere Millî Birlik Komitesi’nin görevlendirdiği Orhan Erkanlı Kırşehirli bir tank subayıydı. Türk ordusu saflarına 1944’te katılmıştı. Nahiye müdürü olan amcası Avni (Erkanlı) Bey Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını Samsun’dan beri takip eden Mucur halkının Sivas’ta toplanacak millî kongreye Mucur’u temsilen katılmak üzere Kaymakam Cevat Bey ile birlikte gönderdiği heyette yer almıştı.
    1924’ün 10 Haziran’ında Mucur’da doğan Orhan Erkanlı lisenin onuncu sınıfına kadar sivil okullarda okudu, sonra Kuleli Askerî Lisesi’ne geçti. Hemen bütün arkadaşları gibi orta halli bir aileye mensuptu. Tahsilini sıkıntı çekerek yaptı, ama bu arada Türkiye’nin bel kemiğini teşkil eden sınıfı iyi tanıdı, onun dertlerini yaşadı. 
    Genç subay muhtelif tarihlerde yabancı memleketlere gönderildi, oralarda mesleğiyle alâkalı tahsil gördü. 1949’da Almanya’da tankçılık eğitimine tâbi tutuldu, 1952’de Amerika’da Zırhlı Birlikler Okulu’nda okudu. 1956-59 arasında Harp Akademisi’ne devam ederek oradan mezun oldu ve kurmay sınıfına katıldı. 1954 yılında ODTÜ Türkiye ve Orta Doğu Âmme İdaresi Enstitüsü’nü bitirdi. 
    27 Mayıs genç kurmay subayı İstanbul, Kartal, Davutpaşa’da konuşlanmış 3’üncü Zırhlı Tugay’ın tank tabur komutanı olarak buldu. Erkanlı’yı yakından tanıyan arkadaşları ihtilâlin ilk günlerinde Millî Birlik Komitesi açıklanmadan Erkanlı’nın bu komiteye dahil olduğunu kolayca tahmin ediyorlardı. Gerçi Erkanlı’nın ihtilâle nasıl karıştığı da ne kendisi, ne de arkadaşları tarafından açıklanmadı, ama bilinen genç binbaşının işin başından beri ihtilâlcilerin içinde olduğuydu. Hele son üç ay Erkanlı için tahammül edilmez sıkıntılarla geçmişti.
27 MAYIS ÖNCESİ 
ERKANLI’NIN YAŞADIKLARI

    Eşine bile tek kelime söyleyemeyen -diğerleri gibi- genç binbaşı 27 Mayıs’tan önceki üç ay zarfında eve geç vakitler geliyordu. Hattâ bazı geceler hiç gelmediği de oluyordu. Bu yüzden Erkanlı ailesinde huzursuzluk başlamıştı. Hanımı ve çocuklar her sabah genç binbaşıyı yaşlı gözlerle uğurluyorlar ve gece eve dönmediğinde başına bir şey gelmiş gibi mütemadiyen ağlıyorlardı. Bu yüzden bayan Erkanlı sinir hastası olmuştu. Bütün bunlara rağmen ihtilâl gecesine kadar Erkanlı ağzını açıp tek kelime söylemedi. 
    26 Mayıs günü sabahleyin evinden çıkarken çocuklarını ve eşini öpen Erkanlı gece vazifesinin başındaydı. İstanbul’da harekâtı idare eden genç kurmaylardan biri olan Erkanlı o gece Ankara’dan haber alamayınca soğukkanlılığını kaybetmedi. Saat 03.00 sıralarında İstanbul’da her şey olup bitmişti, genç kurmay subaylar heyecanla Ankara’dan gelecek haberi bekliyorlardı. Bu sırada İstanbul Radyosu’nda okunmak üzere Orhan Erkanlı, Ahmet Yıldız ve diğer kurmaylar bir tebliğ hazırladılar. Tebliğ radyoda okunduğunda Erkanlı ilk defa heyecanlandı. Neredeyse tebliğe kendisi de inanacaktı. Tebliğde bütün büyük şehirlerde Silâhlı Kuvvetler’in idareyi ele aldığı bildiriliyordu. Durum hakikaten öyleydi. Gel gelelim Ankara Radyosu duvar gibiydi, tek ses vermiyordu. Erkanlı ve arkadaşları bir ara ihtilâlin Ankara’da başarılamadığına hükmettiler. İşi bu cepheden mütalaa ederek istiklâllerini ilân etmeyi kararlaştırdılar ve bir iki saat müstakil kaldılar. Bu arada Ankara’yla irtibat temin edilebilmiş, bir teğmen Yarbay Ahmet Yıldız’a harekâtın başladığını bildirmişti. Genç kurmaylar o zaman rahatlamışlar ve birbirlerini tebrik ederek “Başlamışsa biter” demişlerdi. 
    Hakikaten ihtilâlin icra safhası bitmiş, fakat açılan temizlik safhasında Erkanlı’nın işi bitmemişti. Hattâ bin misli ağırlaşmıştı. Zira bu sefer omuzlarında Millî Birlik Komitesi Genel Sekreteri sıfatıyla Yassıada duruşmalarının tanzimi vazifesi vardı.
ERKANLI-TÜRKEŞ GRUBU DÖRT YIL İKTİDARDA KALMAK İSTİYORDU

    Orhan Erkanlı 1955 yılından başlayarak ordu içindeki gizli “Atatürkçüler Cemiyeti”nin üyeleri arasında yer almıştı. 27 Mayıs ihtilâlini hazırlayan genç subayların ihtilâl hazırlıklarına katılmış ve 1958’de “Dokuz Subay Olayı”nda yargılanmıştı. İstanbul’da sıkıyönetim ilân edildiğinde karargâhta görevliydi. Kurmay binbaşı olarak doğrudan katıldığı 27 Mayıs ihtilâlinin İstanbul ayağını yönetti. İhtilâlci otuzsekiz subaydan oluşan Millî Birlik Komitesi’nin üyesi ve genel sekreteri oldu. İhtilâlden altı ay sonra yönetimin sivil idareye bırakılması konusunda görüş ayrılığına düşen ihtilâl komitesinin parçalanması üzerine 13 Kasım 1960 gecesi tutuklanarak yurt dışına sürülen ondört subay arasında yer aldı. Meksika’da bir süre sürgün kaldıktan sonra Kanada’nın Ottawa ve Yunanistan’ın Atina büyükelçiliklerinde danışman olarak görevlendirildi. Kurmay yarbay rütbesiyle emekli edildi. 1965’te yurda dönüşünde CHP’de siyasete atıldı. İstanbul’dan 13. dönem milletvekili seçildi. Partideki ortanın tartışmalarının dışında kaldı. 1969’da CHP’den istifa etti. 1970-1971’de “Hürriyet” gazetesinin genel yayın müdürlüğünde bulundu. “Milliyet” gazetesinde millî savunma konusunda çeşitli yazıları yayınlandı.
    İki çocuk babası olan, anılarını ve siyasî görüşlerini “Anılar-Sorunlar-Sorumluluklar” (1972) adlı kitabında anlatan Orhan Erkanlı 28 Mart 1995’te hayatını kaybetti.
İNTİHARA KALKIŞAN DEVRİK ÜÇÜNCÜ CUMHURBAŞKANI CELÂL BAYAR
İLÇE YAPTIRDIĞI İLİN EVLÂDI BİNBAŞI ERKANLI İLE KARŞI KARŞIYA

  

 Yazımızı Orhan Erkanlı’nın tanık olduğu tarihî bir olayı da anlatarak bitirmek istiyorum.
    Orhan Erkanlı Millî Birlik Komitesi Genel Sekreteri sıfatıyla Demokrat Partililer’in yargılanacağı Yassıada’ya birçok defa gitmek zorunda kalmıştı. Fakat 25 Eylûl 1960 Pazar günü yaptığı mecburî seyahat bunların en alâka çekicisini teşkil etti. Döndüğünde 26 Eylûl Pazartesiydi. Meclis gazinosunda öğle yemeğini yiyordu. Kendisine bir gazeteci tarafından arandığı söylendiğinde doğrusu istenirse aklına bir şey gelmemişti. Yemekten kalktı ve bekleyen genç adamın yanına gitti. Gelen “Vatan” gazetesinin Ankara muhabiriydi. Gülümseyerek Erkanlı’nın elini sıktı ve girizgâha hacet görmeden şak diye sordu:
    “— Binbaşım, Bayar dün intihar etmiş. Biraz tafsilât istiyorum. Oradan geldiğinizi biliyorum.”
     Erkanlı elini çenesine götürdü. Belki bir dakika öylece durdu. Sonra kaşlarını çattı, yüzünü buruşturdu, elini çenesinden çekerek genç gazeteciye:
     “— Pekâlâ, akşam saat 17.00’ye doğru gel, sana istediğin malûmatı vereyim” dedi.
    Yemeğini çabucak yedi ve doğruca Başbakanlığa gitti. Meclis’e saat 18.00’e doğru döndü. Bu sırada Millî Birlik Komitesi’nin bir basın toplantısı yapacağı Basın Bürosu tarafından gazetecilere bildirilmişti. Bayar’ın intihara teşebbüsü açıklanacaktı.
    Sâkıt cumhurbaşkanının intihara teşebbüsü Binbaşı Erkanlı’ya pazartesi sabahı bildirilmişti. Erkanlı acele İstanbul’a hareket etmiş ve bir hücumbotla derhal Ada’ya geçmişti. 
“BIRAKIN HALK EFKÂRINI! ONLARIN HÜKMÜNÜN KIYMETİ NEDİR?” 
    Türkiye Cumhuriyeti’nin sâbık ve sâkıt üçüncü cumhurbaşkanı Celâl Bayar tutuklu bulunduğu Yassıada’da 25 Eylûl 1960 Pazar gecesi hücresinde kement şekline getirdiği kemerini tam boynuna geçirmişken nöbetçi teğmenin hücreden gelen hırıltılar üzerine içeriye koşup müdahale etmesiyle son anda kurtarılmıştı. İddialara göre çektiklerine dayanamayan Bayar o gün subayların kendisiyle alay etmelerine ve gülmelerine içerlemişti.
    Millî Birlik Komitesi Genel Sekreteri Binbaşı Orhan Erkanlı Ada’ya vardığında Celâl Bayar tehlikeyi atlatmıştı. Doktorların nezaretinde odasında yatıyordu. Talihin şu garip cilvesine bakınız ki Kırşehir’in ilçe yapılmasının baş aktörü Bayar şimdi ilçe yaptırdığı bu ilin evlâdı Kurmay Binbaşı Erkanlı ile karşı karşıyaydı. Başında buz kesesi vardı ve kendisine ağır ağır oksijen veriliyordu. Yatağın karşısına gelen köşede iki gözlü bir gardrop, odanın ortasında da mütevazı bir masa bulunuyordu. Erkanlı düşük cumhurbaşkanına doktor olarak takdim edildiğinde Bayar onu göz ucuyla süzdü. Şüphelenmedi. Hakikaten lâcivert çizgili elbisesi, gri kravatı ve elindeki çantasıyla Erkanlı bir mütehassısa benziyordu. Bayar sırtüstü uzanmıştı. Banyodan alındığından üzerinde bornozdan başka bir şey yoktu. Erkanlı sordu:
    “− Neden böyle bir şeye teşebbüs ettiniz? Sonra umumî efkâr ne demez? Sizi öldürdüğümüzü söylerler.”
    Bayar yattığı yerden hafifçe kımıldadı. Burnundaki oksijen veren âlete rağmen gülümsediği belli oluyordu. Müstehzî bir ifadeyle:
    “− Bırakın şu halk efkârını! Onların hükmünün kıymeti nedir?” dedi.
    Doğrusu istenirse bu cevabı Erkanlı hiç beklemiyordu. Gri-yeşil gözlerini hayretle açtı. Zira şimdi halk efkârını hiçe sayan Bayar ile tevkif edilirken millî iradeyle Çankaya’ya geldiğini söyleyen Bayar aynı adamdı. Oksijen verilmeye devam edildi. Her geçen dakika düşük cumhurbaşkanını biraz daha iyiye götürüyordu. Bir ara başında bekleyen Erkanlı’ya bakarak:
     “− Ben bu memlekete hizmet ettim. Esasen benim arkadaşlarımın hiçbirisi rahat yatağında  ölmedi. Ya kurşuna dizildiler veya şey işte...” dedi. 
    İttihatçılar’dan bahsediyordu. Zaten kendisini daima ittihatçı saymış, cumhuriyetçiliği, Atatürkçülüğü asla benimsememiş, onları bir yaldız gibi kullanmıştı. 
    Sonra tekrar sükût etti. Aradan geçen zaman zarfında odada bulunanlardan hiç kimse tek kelime konuşmadı. Sessizliği gene Bayar bozdu. Ağır ağır:
    “− Tarih hükmünü verecektir” dedi.
     Kaynak: “Akis” Mecmuası, Sayı: 320, 3 Ekim 1960