1- Osmanlı-cılık
Osmanlı Devleti 17. yüzyıldan itibaren batılı devletler karşısındaki hem askeri hem teknolojik üstünlüğünü artık kaybediyordu. Bu gerilemenin bilincinde olan devlet yöneticileri ve münevver kesim gerilemeye ve çöküş tehlikesine son verebilmek için çare aramaya başladılar. Fransız Devriminin başlattığı milliyetçilik dalgasının Osmanlıda ilk önce Sırp ve Yunan isyanları şeklinde başlayıp sonra daha da yayılması Osmanlı devlet adamlarında halkı ‘Osmanlılık’ üst kimliğinde birleşmek suretiyle bir tür kurgu(!) millet oluşturmak fikrini doğurmuştur. Osmanlı Devleti çok milletli imparatorluk olmasının sonucu bünyesinde çeşitli etnik ve dini toplulukları barındırmaktaydı. Bu yönden baktığımızda Osmanlıcılık, imparatorluk içerisindeki farklı ulusları bir arada tutmak ve devletin devamlılığını sağlamak açısından işe yarar gözüküyordu. Osmanlıcılık din ve soy farkına bakmaksızın Osmanlıda yaşayan tüm unsurları birbirine karıştırmak, eşit haklar ve özgürlükler tanıyarak vatandaşlık temelinde bir milli benlik oluşturma gayretini taşımaktaydı. Bu yönüyle bakıldığında Amerikan milletine benzer bir yapılanma ve millet sistemi düşünüyordu da denilebilir. Türk, Arap, Ermeni, Yahudi fark etmeksizin herkes Osmanlı üst kimliğinde birleşecek ve böylece ayrılıkçı ve milliyetçi eğilimlerin etkisi bertaraf edilecekti. Namık Kemal, Osmanlıyı oluşturan her grubun ayrı bir milleti olamayacağını bu yüzden hepsinin Osmanlıya bağlanması gerektiğini yazıyordu. Türkçü yazar Yusuf Akçura ise Osmanlıcılık fikrinin devlet açısından yaralı olabileceği gibi aynı zamanda olumsuz etkileri olabileceğinden de bahsetmiştir. Nitekim Akçura, Osmanlı Devletinin kurucu unsuru olan Türklerin eriyip gideceği ve egemenliğin Arap çoğunluğa geçebileceği endişesini taşımaktaydı.
Yunanistan’ın 1829’da bağımsızlığını ilan etmesiyle devlet güç kullanarak Osmanlı topraklarında isyanları ve ayrılıkçı hareketleri durduramayacağını anlamıştı. Bu sebeple II. Mahmut Osmanlı Milleti oluşturmanın gerekli olduğuna kanaat getirdi ve bu yönde çalışmalar başlattı. II. Mahmut döneminde Hristiyanların kilise yapmalarının önündeki engeller kaldırıldı ve yapılan kiliselere maddi yardımlar sağlandı. Böylece padişah gayrimüslim halkı Müslümanlardan ayırmadığını göstermiş oluyordu. II. Mahmut ile fikren oluşan Osmanlıcılık, Tanzimat Fermanı ve Gülhane Hattı Hümayunu ile birlikte Genç Osmanlılar tarafından da şekillendirilmişti. Ayrılıkçı Milliyetçilik hareketlerinin yaygın olduğu balkanlardaki Osmanlı tebaasının devletten kopmasını engellemek amacıyla gayrimüslimlere yönelik bir takım ıslahatlar yapılmıştır. Tanzimat fermanı ile hangi dinden ve milletten olursa olsun tüm Osmanlı yurttaşlarının onuru ve mülkü güvence altına alınmaktaydı. Böylece tüm Osmanlı yurttaşları padişahın gözünde eşit bir yerde konumlandırılmaktaydı. 1839 Tanzimat Fermanıyla Müslüman ve gayrimüslim tebaaya eşit haklar ve yükümlülükler getirilmişti. Fermanın özünde Osmanlı vatanperverliği anlayışı dikkat çekmektedir. Etnik ve din ayrımı gözetmeksizin eğitim verecek kuruluşların temelleri atılmıştır. II. Mahmut döneminde ilk kez devletin yurtdışına gönderdiği öğrencilerde etnik ve dini farklılıklar yerine liyakat göz önüne alınmaya başlandı. 1856 yılında yayınlanan Islahat Fermanı ile Osmanlıcılık resmiyet kazanmış bulunuyordu. Bu ferman ile gayrimüslimlere hakaret ve küçük düşürücü söylemlerin yasaklanması da söz konusu olmuştu. Müslüman ahali arasında gavura gavur denmemesi şeklinde algılanan bu ferman ile gayrimüslimler, Müslüman tebaa ile birlikte eşit vatandaş statüsü kazanmış oldular. Islahat Fermanı ile dini faaliyetler devlet güvencesi altına alındı, gayrimüslimlere yönelik sınırlamalar da kaldırıldı. Vergi ve askerlik konusunda eşitlik sağlamaya yönelik düzenlemelerle gayrimüslimlerin sosyal ve siyasal alanda haklarının genişletilmesi amacı gerçekleştirilmiş oldu. Abdülmecid döneminde fen ve sanat okullarının kurulması eğitim alanında çağdaşlaşma çalışmalarının ilk örneklerindendir. Böylece eğitim ulemadan alınarak laik eğitimin temelleri atılmıştır. Bu durum Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasında eğitim birliğinin de gerçekleştirilmesi hedefini sağlamak amacını taşımaktadır.
Sultan Abdülaziz 1869 yılında Şura-i Devlet’in açılışında yayınladığı hattı hümayunla tüm Osmanlı tebaasının aynı vatanın çocukları olduğunu vurgulamış ve Şura-i Devletin üyeliklerinin bir kısmını gayrimüslimlerden atamıştır. Ortak vatan etrafında birleşme amacı doğrultusunda Sultan Abdülaziz’in 1869’da yayınladığı Tabiiyet-i Osmaniye kanunnamesi de önemlidir. Bu kanun din ayrımı yapılmaksızın tüm tebaayı kapsamakta ve dini anlayışlı uyrukluk bağını reddederek batı hukukundaki kanunları baz alarak bir vatandaşlık anlayışı geliştirmiştir. Bu kanun aynı zamanda Osmanlıda ümmetten millete geçiş konusunda önemli bir adım olarak kabul edilmektedir.
Kendilerini Yeni Osmanlılar olarak niteleyen aydınlar Fransız İhtilalinin etkisiyle ortaya çıkan Meşrutiyet ve Cumhuriyet gibi yönetim şekillerinin Osmanlıda da oluşturulması amacıyla İttihad-ı Osmani isimli bir cemiyet kurdular. 1889’da kurulan bu cemiyetin de esas gayesi Osmanlıdaki Ayrılıkçı Milliyetçi hareketlere bir son vererek devletin bütünlüğünü sağlamak idi. Yeni Osmanlıların İttihad-ı Osmani Cemiyeti vasıtasıyla gerçekleştirmeye çalıştığı siyasal reformlar Osmanlıda entelektüel bir ilgi uyandırmış ve hatta Osmanlı liberalleri arasında dahi taraftar bulmuştur. Bununla beraber Müslüman tebaa üzerinde bir takım olumsuz etkileri de olmuştur. Nitekim Millet-i Hakime sıfatındaki Müslümanların Millet-i Mahkume durumundaki gayrimüslimlerle eşit konumlandırılması tebaada ve Müslüman bürokrasi içerisinde bölünmelere yol açmıştır.
Mithat Paşa’nın öncülük ettiği ve Sultan Abdülhamit’in yürürlüğe koyduğu Kanun-i Esasi, Osmanlıcılık fikrinin uygulandığı en somut belge niteliği taşımaktadır. Yeni Osmanlıların Meşrutiyet gayesi de Kanun-i Esasi ile gerçekleştirilmiş bulunmaktaydı. İttihatçılar ve Jön Türkler Meşrutiyetin sağlayacağı hürriyet ortamının Osmanlı Birliğinin gerçekleşmesinde büyük rol oynayacağını düşünmüşlerdir. Bu nedenle Osmanlıcı fikirleri savunmaktaydılar. Ancak İttihatçıların daha sonraları Osmanlıcılık fikrini bir kenara bırakıp Türkçülük politikasını esas alacaklarını da burada belirtmek gerekir. Osmanlıcılık fikriyatını doğuran en temel sebeplerden birisi Fransız Devriminin etkisiyle yayılan ve imparatorluklar üzerinde ayrılıkçı etkiler oluşturan milliyetçilik hareketleri ve yabancı devletlerin gayrimüslim tebaayı bağımsızlık konusunda teşvik politikalarıdır. Osmanlı üst kimliği oluşturmayı hedefleyen Osmanlıcı aydın ve bürokrat kesimin farklı unsurları bir arada tutma çabalarının yetersiz kalması Osmanlıcılık fikrinin sonunu getirmiştir. Osmanlı kanaat önderlerinden Şerafettin Mağmumi’nin Avrupa’daki Şark ve Türk düşmanlığının karşısında adalet ve eşitlik gibi tüm milletleri kapsayan bir anlayışla durulamayacağını belirtmesi Yusuf Akçura’nın Milliyetlerin Birliği ve Osmanlıcılık idealinin bir aldatmaca olduğunu öne sürmesine de temel hazırlamıştır.
Neticede önce Balkan Savaşlarında, Balkan halklarının ihanetleri ve yaşanan savaşlar, Sonrasında ise 1. Dünya Savaşı’nda bilhassa Arap topraklarında yaşanılan ihanetler ve kopmalar Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi fikirlerin tutmadığını acı bir şekilde ortaya koymuştur.