Suriye’de 27 Kasım'da Halep bölgesinde başlayan çatışmalar, 8 Aralık sabahı rejim karşıtı güçlerin Şam'a girmesi ve Beşar Esed'ın ülkeyi terk ederek Rusya'dan sığınma talep etmesi neticesinde muhalif halk hareketinin zaferiyle sona erdi. Böylece Suriye'de 61 yıllık Baas Partisi diktatörlük dönemi de sona erdi. Şimdi muhalifler ılımlı bir kimliğe dönüşerek/dönüştürülerek silahları bırakıp demokratik bir idarenin kurulması yönünde çaba harcayacaklarına dair beyanlarda bulunuyorlar. Şimdi biraz daha geriden ve daha geniş açıdan genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Suriye'de 2011 yılında başlayan iç savaş, bölgesel ve küresel güçlerin çıkarlarının keskin bir şekilde karşı karşıya geldiği, karmaşık bir sürece dönüştü. Bu kriz, sadece Suriye'nin iç dinamiklerini değil, aynı zamanda bölgedeki dış politik düzenlemeleri ve ülkeler arası güç mücadelesini de derinden etkiledi. Özellikle Türkiye, Suriye krizi nedeniyle hem diplomatik hem de ekonomik açıdan önemli zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu yazıda, Suriye krizinin bilhassa Türkiye açısından etkileri çeşitli boyutlarıyla ele alınacaktır.

1. Güvenlik Boyutu;

Suriye'deki kriz, Türkiye'nin güvenlik politikalarının yeniden şekillenmesine neden oldu. Terör örgütleri, Suriye'de oluşan güç boşluğundan yararlanarak faaliyetlerini artırırken, bu durum Türkiye'nin güney sınırında ciddi bir tehdit oluşturdu. Özellikle PKK'nin uzantısı olan YPG'nin Suriye'nin kuzeyinde etkinlik kazanması, Türkiye açısından öncelikli bir ulusal güvenlik sorunu olarak ortaya çıktı. Türkiye bu tehdidi bertaraf etmek için Suriye'ye birçok askeri harekât gerçekleştirdi, kısaca hatırlayalım:

Fırat Kalkanı (2016-2017): DAEŞ tehdidine karşı yapılan bu harekât, El-Bab gibi stratejik noktaların kontrolünün ele geçirilmesiyle sonuçlandı.

Zeytin Dalı Harekâtı (2018): Afrin bölgesindeki YPG unsurlarına karşı düzenlenen harekât, Türkiye'nin güvenlik çemberini genişletmesini sağladı.

Barış Pınarı (2019): Suriye'nin kuzeyindeki YPG varlığına karşı düzenlenen operasyon, Türkiye'nin sınır güvenliğini artırmaya yönelikti.

Bu harekâtlar, sadece güvenlik boyutuyla değil, aynı zamanda Türkiye'nin bölgedeki nüfuzunu artırma çabalarıyla da öne çıktı ve başarılı oldular.

2. Mülteci Krizi;

Suriye krizinin Türkiye'ye yüklediği en büyük insani sorumluluklardan biri, mülteci akını oldu. Birleşmiş Milletler verilerine göre, Türkiye, dünyanın en büyük mülteci nüfusuna ev sahipliği yapıyor. Şu anda Türkiye'de yaklaşık 4 milyona yakın Suriyeli mülteci bulunmakta. Bu durum, ekonomik, sosyal ve siyasi anlamda önemli sorunlara yol açıyor. Mültecilerin barınma, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçları, Türkiye ekonomisi üzerinde ciddi bir yük oluşturuyor. Suriyeli mültecilerin uzun vadeli olarak Türkiye'de kalması, toplumsal yapıda uyum sorunlarını beraberinde getiriyor. Mülteci meselesi, iç siyasette önemli bir tartışma konusu haline de gelmiş durumda. Muhalefet partileri, hükümetin mülteci politikasını sert bir şekilde eleştirirken, kamuoyunda da büyüyen bir rahatsızlık söz konusu.

3. Dış Politika ve Jeopolitik Dengeler;

Suriye krizinin diğer bir boyutu, Türkiye'nin dış politika hedefleri üzerindeki etkisidir. Ankara, kriz başladığından bu yana Suriye'de öncelikle rejim değişikliği hedeflemiş, ancak bölgedeki aktörlerin özellikle Rusya ve İran'ın düşmeden önce Esad rejimine verdiği destek, bu hedefin gerçekleşmesini zorlaştırmıştır. Türkiye, Suriye krizinde zaman zaman Rusya ile uzlaşı arayışında olmuş, ancak İdlib'deki gerginlikler iki taraf arasındaki çatışmalara neden olmuştur. ABD'nin YPG'ye verdiği destek, Ankara-Washington hattında gerilimi artırmıştır. Türkiye, YPG'yi ulusal güvenliğini tehdit eden bir unsur olarak görürken, ABD'nin bu gruba terörle mücadele ortağı olarak yaklaşması ikili ilişkilerde büyük bir kriz yaratmıştır.

4. Ekonomik Etkiler;

Suriye krizinin ekonomik boyutu, sadece mülteci harcamalarıyla sınırlı değildir. Suriye, Türkiye için önemli bir ticaret ortağıydı. Ancak krizle birlikte kara ticaret yollarının kapanması, Türkiye'nin bölgeye olan ihracatını olumsuz etkiledi. Bölgedeki siyasi istikrarsızlık, Türkiye'nin güney sınırındaki turizm faaliyetlerini de baltaladı. Suriye krizi, Türkiye için sadece bölgesel bir sorun değil, aynı zamanda ulusal güvenlik, ekonomi ve sosyal yapıyı etkileyen derin bir krizdir. Ankara'nın izlediği politika, hem içeride hem de dışarıda çok yönlü bir denge arayışına dayanmaktadır. Ancak bu arayış, bölgedeki karmaşık çıkar düzlemleri nedeniyle çoğu zaman çetrefilli bir sürece dönüşmektedir. Türkiye, hem ulusal güvenliğini sağlamak hem de uluslararası arenada daha etkin bir rol oynamak için Suriye krizinde stratejik adımlarını dikkatle atmaktadır.

Esed rejiminin düşmesi, Suriye'deki otorite boşluğunu genişletebilir. Böyle bir durumda, Türkiye açısından en büyük risk, PKK/YPG gibi terör örgütlerinin bu boşluktan faydalanarak daha fazla alan kazanması olacaktır. Halihazırda Fırat'ın doğusunda ve kuzey Suriye'deki bazı bölgelerde varlık gösteren YPG, Esed sonrası dönemde federal bir yapı ya da bağımsızlık hedefini daha da agresif şekilde gündeme getirebilir. Bu durum, Türkiye'nin sınır güvenliği için yeni askeri operasyonları zorunlu kılabilir. Öte yandan IŞİD ve diğer radikal grupların yeniden güç kazanma ihtimali, bölgedeki güvenlik risklerini daha karmaşık hale getirebilir. Türkiye, bu tür tehditlere karşı hem sınır ötesinde hem de içeride güvenlik politikalarını güçlendirmeye devam edecektir.

Esed rejiminin yıkılması ve Suriye'de yeni bir yönetimin kurulması, yeniden yapılanma sürecini başlatacaktır. Türkiye, bölgenin yeniden inşasında kilit bir aktör olabilir. Türk inşaat sektörünün Suriye'ye girmesi, altyapı projeleri, sanayi ve ticaretin yeniden canlanması Türkiye ekonomisi için önemli fırsatlar yaratabilir. Özellikle Gaziantep, Hatay, Kilis ve Şanlıurfa gibi sınır illeri, Suriye ile ticaretin yeniden başlamasıyla eski canlılıklarına kavuşabilir. Bu süreçte Türkiye'nin lojistik avantajı ve bölgedeki yatırımları, ekonomik ilişkilerde güçlü bir temel oluşturacaktır.

Esed sonrası Suriye'de şekillenecek yeni siyasi yapı, Türkiye'nin bölgedeki nüfuzunu artırmak adına bir fırsat olabilir. Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruyan, kapsayıcı ve demokratik bir geçiş sürecini destekleyerek, bölgesel bir garantör rolü üstlenebilir. Ankara'nın bu süreçte atacağı adımlar, Suriye'nin geleceğinde söz sahibi olmasını sağlayabilir. Ancak bu noktada Türkiye'yi bekleyen önemli zorluklardan biri, bölgesel ve küresel rekabet olacaktır. Rusya, İran ve ABD gibi aktörler de Suriye'nin geleceğinde nüfuz sahibi olmak için mücadele edeceklerdir. Türkiye, bu aktörlerle dengeli bir diplomasi yürütmek zorunda kalacaktır.

Esed rejiminin çöküşü, Suriye'de büyük bir dönüşümün habercisi olacaktır. Türkiye, bu dönüşüm sürecinde hem güvenlik riskleriyle karşı karşıya kalacak hem de siyasi ve ekonomik fırsatlar elde edecektir. Bu zorlu süreçte Ankara'nın öncelikleri şöyle özetlenebilir:

1-      Sınır güvenliğinin sağlanması ve terör örgütlerinin alan kazanmasının engellenmesi,

2-      Suriyeli mültecilerin güvenli şekilde ülkelerine dönüşü,

3-      Suriye'nin yeniden inşasına aktif katkı sağlanarak ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi,

4-      Yeni siyasi yapı içinde Türkiye'nin söz sahibi olması ve bölgesel liderliğin pekiştirilmesi.

Ancak bu hedeflere ulaşmak, Türkiye'nin etkin bir askeri, diplomatik ve insani strateji yürütmesini gerektiriyor. Esed sonrası dönem, Türkiye için hem büyük riskler hem de tarihî fırsatlar sunan bir sınav olacaktır. Arzumuz Türkiye’nin alnının akıyla çıkmasıdır.

                                                                                                          Av. Bülent Demirbaş