Cumhuriyet kelimesi Latince Respublica sözcüğünden gelir. Bu sözcük Fransızca’ya Republique, İngilizce’ye Republic olarak geçen cumhuriyet sözcüğü Türkçeye Arapça cumhur sözcüğünden çevrilmiştir. Sözcüğün anlamı halk, ahali anlamlarına geliyor. Siyasal literatürde ise Devlet şekli olarak egemenliğin ulusa/halka ait olmasını, hükümet şekli olarak da devleti yönetenlerin, egemenliği kullananların seçimle işbaşına gelmesini ve seçimlerin belli aralıklarla yapılması anlamını kazanmıştır. Cumhuriyet kısa bir tanımla halk yönetimidir. 1789 yılında gerçekleşen Fransız devriminden sonra Batıdan Doğuya doğru yaygınlaşmaya başlayan bu sistem Osmanlı İmparatorluğu döneminde pek etkili olamamıştır. İkinci Meşrutiyet döneminde ise münevver (aydın) kesimde gizliden gizliye çok cılız bir şekilde de olsa cumhuriyet düşüncesi yani yeni devletimizin fikri temelleri oluşmaya başlamıştı.

Mustafa Kemal adlı bir Osmanlı Paşası ise çok ileriyi görüyor, en düşünülmez zamanda Cumhuriyeti ‘Milli bir sır’ olarak zihninde yeşertiyordu. Osmanlının çöküş dönemlerinin o zor ve müşkül şartları içinde yetişen Mustafa Kemal mutlak ya da meşruti sistemle ülke sorunlarının çözülemeyeceğini fark ettiğinden daha Sofya’da Ataşe iken “Devletin esasını cumhuriyet ilkelerine göre hazırlamak gerekir” demişti. Amasya görüşmelerinde “milletin bağımsızlığını milletin azim ve kararının kurtaracağını” artık ilan etmiş, bunun için de halkın temsilcilerinin görüşlerini almak için Sivas’ta bir kongre yapmaya karar vermiştir. Erzurum Kongresi’nde ise millî güçleri etkin ve ulusal iradeyi egemen kılacak kararların alınmasını sağladığını, milli egemenliğe verdiği daha mücadele yıllarında verdiği önemi dikkatle ve idrakle okumak ve anlamak gerekmektedir.

Mustafa Kemal Paşa’nın daha Erzurum’da bulunduğu sırada Mazhar Müfit Beye, “zaferden sonra hükümet şeklinin cumhuriyet olacağını” söylediği, ancak ne kendi arkadaşları, ne de toplum henüz cumhuriyet sistemine alışık olmadığından bu düşüncesini Nutuk’ta geçtiği şekliyle “millî bir sır” olarak sakladığı bilinmektedir. Atatürk’ün mücadelesi Batı tarafından dikkatle takip ediliyordu. Anadolu’da Millî mücadele sürerken İngiliz Yüksek Komiseri Robeck’in Sivas Kongresi’ni bir cumhuriyet girişimi olarak adlandırdığı, The Times gazetesinin de Sivas Kongresi’nden “Sivas’taki Anadolu Cumhuriyeti” diye söz ettiği kayıtlara geçmiştir. Bu bilgiyle dahi tezleri derinden sarsılan fesli meczup Kadir Mısıroğlu taraftar ve avenelerine sormak gerekir. Hani Atatürk Cumhuriyeti kurmak için İngilizlerle anlaşmış diyorlar ya, madem öyle de, yani İngilizler Mustafa Kemal’in Cumhuriyet yolunda yürüdüğünü düşünüyordu da Yunanı silahlandırarak neden onu ve Anadolu mücadelesini yok etmeye çalıştılar?

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla Türk ulusunun yeni bir döneme geçmiş oldu. Artık halkın temsilcilerinden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde hiçbir güç tanınmıyordu. Bu güç Anadolu’yu düşman işgalinden kurtarmak için geceli gündüzlü çalışmış ve Osmanlı saltanatının son dönemlerinin kaybettirdiği hak ettiği hürriyeti millete hediye etmişti. 20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile de egemenliğin kayıtsız şartsız ulusta olduğunu açıkça ilan edilmişti. Akabinde ise TBMM, Osmanlı monarşisinin temel dayanağı olan Saltanatı 1 Kasım 1922’de kaldırmıştı. Yürürlükteki sistem aslında adı konmamış bir cumhuriyetti esasında! Cumhuriyete giden bu fikri ve siyasi durumu Mustafa Kemal Paşa şöyle anlatmaktadır:

“Saltanat döneminden cumhuriyet dönemine geçebilmek için herkesin bildiği gibi bir geçiş dönemi yaşadık. Bu dönemde iki fikir ve iki görüş durmaksızın birbiriyle mücadele etti. O fikirlerden biri saltanatın sürdürülmesiydi. Bu fikrin taraftarları belli idi. Diğer fikir saltanat yönetimine son vererek cumhuriyet yönetimi kurmaktı. Bu bizim fikrimizdi. Biz fikrimizi söylemekte sakınca görüyorduk. Ancak görüşümüzün uygulama yeteneğini saklı tutup uygun zamanda uygulayabilmek için saltanat taraftarlarının fikirlerini uygulama alanından uzaklaştırmak mecburiyetinde idik. Yeni yasalar yapıldıkça, özellikle anayasa yapılırken saltanat taraftarları, padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin belirtilmesinde ısrar ederlerdi. Biz bunun zamanı gelmediğini veya gerek olmadığını bildirerek o yönü söylemeden geçmekte yarar görüyorduk. Devlet idaresini Cumhuriyetten söz etmeden millî egemenlik esasları çerçevesinde her an Cumhuriyete doğru yürüyecek bir şekilde biçimlendirmeye çalışıyorduk.”

Millî Mücadeleyi başarıyla tamamlayarak düşmanı yurttan atan, Saltanatı kaldıran, Lozan barış görüşmelerini başlatan Türkiye Büyük Millet Meclisi nihayetinde 1 Nisan 1923’te yeniden seçimlere gitme kararı almış, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adaylarının ezici çoğunlukla kazandığı seçim sonucu, yeni Meclis 11 Ağustos 1923’te açılmıştır. Lozan Antlaşması onaylandıktan, Ankara Başkent yapıldıktan, Anadolu Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu 9 Eylül 1923’te Halk Partisine dönüştürüldükten sonra sıra rejimin adının konmasına gelmişti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 27 Eylül 1923’te Neue Frei Prese’ye verdiği demeçte; yürürlükteki anayasaya göre Türkiye’deki sistemin CUMHURİYET olduğunu artık açıkça söylemişti.

Yürürlükte bulunan sistem Meclis Hükümeti sistemiydi. Bu sistemde devlet başkanlığı görevi Meclis Başkanlığınca yürütülüyordu. Atatürk, Teşkilât-ı Esasiye kanununun bazı maddelerinde yapılacak değişiklikle amacına ulaştı. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun birinci maddesinin sonuna, “Türkiye Devletinin hükümet şekli cumhuriyettir.” cümlesi eklendi. Üçüncü maddede ise “Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur Meclis, hükümetin yönetim kollarını bakanları aracılığıyla yönetir” yazıyordu. İvedi olarak görüşülen teklif “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri arasında alkışlarla kabul edildi (29 Ekim 1923). Ardından Cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi ve Mustafa Kemal Paşa katılanların oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhuriyetin ilan edildiği gece telgrafla yurdun dört bir yanına bildirildi. Halk coşkuyla Cumhuriyetin ilanını kutlarken Saltanat ve Hilafet yanlıları, İstanbul Basını ve Millî Mücadele sırasında Mustafa Kemal ile birlikte bu savaşı yürüten kimi devlet adamı Cumhuriyetin ilan edilmesine karşı çıktılar. Başta Rauf Bey, Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa olmak üzere kimi Atatürk’ün eski silah arkadaşları ve kimi de milletvekili olanlar işin aceleye getirildiğini, kendilerine haber verilmeden Cumhuriyetin ilan edildiğini belirterek tepki gösterdiler. Bu kişiler ilerleyen süreçte de aktif muhalif kimlikleri ile Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı olan duruşlarına devam ettiler. Bu durum günümüzde dahi Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının bu sayılı kişilere halen fazlaca kıymet ve itibar veriyor olmalarının sebeplerini de manidar kılıyor!

Anadolu’nun düşman işgalinden kurtarılmasının ardından TBMM’nin 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i ilan etmesiyle Türk tarihinde yeni sayfa açılırken, “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” sözü de devlet yönetiminden hiç silinmeyecek bir siyasi parola haline geldi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmasıyla yakılan bağımsızlık meşalesi, Türk milletinin verdiği büyük mücadele sayesinde bir daha hiç sönmedi, ilelebet sönmeyecektir de!

Yeni Türk devletinin varlığı, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile de uluslar arası arenada tescillenmiş oldu. TBMM’de teklifin 19 Nisan’da kabul edilmesiyle 29 Ekim, 1925 yılından bu yana “milli bayram” olarak kutlanmaya başlandı. İçinde bulunduğumuz 2023 yılı hem Lozan’ın hem de Cumhuriyetin 100. Yılının kutlandığı kutlu bir yıldır. Devletimizin 100. Yıl kutlamalarını hiç görülmemiş bir coşkuyla kutlaması gerekir! Kutlamaların en coşkun bir şekilde ertelenmeden yapılması gerekir! Son zamanlarda ertelenme ile ilgili tartışılan ne Gazze bahanesi, ne de kopacak bir Kıyamet, hiçbir bahane kabul asla edilemez!

Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlu olsun, Türk Milleti ve Türk Devleti ilelebet var olsun!

“Yaşasın ATATÜRK, Yaşasın HÜRRİYET, Yaşasın CUMHURİYET!”

                                                                                                           Av. Bülent DEMİRBAŞ