Sokaklarda dolaşırken tabelalara bakıyorum da…
“Acaba biz mi değiştik, yoksa şehir mi?” diye soruyorum kendime.
Eskiden bildiğimiz, tanıdığımız isimler vardı; şimdi yabancı diller tabelaları süslüyor.
Kırşehir’de tabelalar değişiyor, ne oldu bize, biz ne oluyoruz?
Bir sokağa girdiğinde adeta aileden biri gibi hissettiren “Berber Cemil”, “Ayşe Abla’nın Börekçisi” vs. yazardı tabelalarda. İnsan okudukça tanıdık bir sıcaklık hissederdi; çünkü o tabelalar sadece dükkan adı değil, mahallenin ruhuydu.
Şimdi aynı sokaktan geç, karşına (tamamen benim örnekleme isimlerim olmakla birlikte) “Glow Beauty”, “Coffee Planet”, “Dream Hair Studio” gibi isimler çıkıyor. Kırşehir’deyiz hâlbuki, ama tabelalar Londra’dan ithal gibi.
İşin tuhafı, artık kimse de garipsemiyor. “Ne var canım, modern görünüyor işte!” diyor çoğu. Modernlik dediğin, tabelayı İngilizce yazmak mı gerçekten? Yoksa bu, kendi kimliğini vitrine koyarken ondan utanmak mı?
Eskiden köyden kente göçen biri, şehre uyum sağlamak için en fazla kravat takardı. Şimdi tabelalar göç ediyor adeta: Türkçeyi bırakıp İngilizceye sığınıyor. Üstelik bu sadece Kırşehir’e özgü değil, ama burada da giderek hızlanıyor. Küçücük esnaf bile tabelasında “Center” ya da “Life” kullanmazsa eksik hissediyor kendini.
Bir de işin trajikomik yanı var tabii. Yabancı isimleri yanlış yazanlar! “Sweat Coffe”, “Lovly Butik”, “Barber’s Man” gibi tabelalar var; ne İngilizce bilen anlıyor, ne Türkçe bilen. Ama olsun, yeter ki havalı görünsün! İşte burada mizah başlıyor, çünkü bu durum aynı anda hem güldürüyor hem düşündürüyor.
Bir zamanlar “Dilimiz kimliğimizdir” diye duvarlara yazardık. Şimdi o duvarların önünden “Global Style”, “Queen’s Shop” tabelaları parlıyor. Hatta bazen öyle bir noktaya geliyor ki, dükkan sahibine “Ne satıyorsunuz?” diye soruyorsun, “Kahve” diyor. Ama adının “Coffee Dream” olmasının nedeni: “Türkçesiyle dikkat çekmiyor.”
Dikkat çekmek için kimliğini bırakmak, tam da çağın ironisi değil mi? Kırşehir, Türkçenin en temiz konuşulduğu şehirlerden biridir. Ama tabelalarda başka bir dil konuşuluyor artık.
Bu durum sadece dilin değil, aidiyet duygusunun da aşındığını gösteriyor. Çünkü bir şehir, tabelalarından başlar kimliğini kaybetmeye. Dili yabancılaşan toplumun duygusu da, kültürü de yavaş yavaş yabancılaşır.
Kırşehir’in sokakları artık sadece rüzgârla değil, kelimelerle de serinliyor. Ama o kelimeler bizim değil. Belki de en büyük kaybımız bu: Kendi kelimemizle konuşamamak.
Bu tartışmanın merkezinde aslında sadece bir tabela meselesi yok. Mesele daha derin: Dilimize ve kültürel kimliğimize verilen değer sorgulanıyor. Kırşehir gibi Ahilik geleneğiyle tanınan bir şehirde bu durumun yaşanması da ayrı bir dikkat çekici unsur.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yıllar önce söylediği şu söz hâlâ geçerliliğini koruyor:
“Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir.”
Türkiye’de işletmelerin isimlendirilmesine ilişkin, Türk Dil Kurumu’nun ve ilgili kurumların da Türkçe isim kullanımını teşvik eden yönergeleri bulunuyor. Pek çok uzman, yabancı isim kullanımının yalnızca ticari bir tercih değil, aynı zamanda kültürel bir duyarlılık meselesi olduğuna dikkat çekiyor.
Kırşehir sadece coğrafi bir şehir değil; Ahi Evran’ın, emeğin, ahlakın ve yerli üretimin başkenti.
Ahiliğin temel ilkelerinden biri olan “Diline sahip çık” anlayışı göz önünde bulundurulduğunda, konu elbette daha da önem kazanıyor.
Ahi Evran’ın yüzyıllar önce söylediği “Eline, beline, diline sahip ol” öğüdü, sadece bireysel ahlak için değil, bir toplumun varlığını koruması için de rehberdir.
Eleştirilerin ortak noktası şu soruda toplanıyor:
Kendi dil ve kültür değerlerimiz dururken, neden yabancı isimlere yöneliyoruz?
Bu durum sadece Kırşehir’e özgü de değil. Türkiye genelinde hızla artan yabancı tabela ve işletme isimleri, dil bilimciler tarafından “dil erozyonu” olarak tanımlanıyor.
Sorun sadece dilsel değil; kimlik ve kültür eksenli bir dönüşümü de işaret ediyor.
Elbette modernleşmek, dünyaya entegre olmak önemlidir; ancak kendi kültürel değerlerinden uzaklaşmadan da çağdaşlaşmak mümkündür. Önemli olan, dilini ve kültürünü koruyarak gelişmek…
Sonuçta mesele “süs” değil, “öz” meselesi.
Yabancı kelimelerle süslenmiş tabelalar, aslında kendi diline duyulan güvensizliğin tabelalarıdır. Bir şehir, kendi dilinden utanmaya başladığında; orada sadece tabelalar değil, kimlikler de değişir.
O yüzden belki de Kırşehir’in en çok ihtiyacı olan şey bir tabela değişimi değil, bir dil hatırlatmasıdır.
Çünkü bazen en yabancı şehir, en tanıdık sokaklarımızdadır.
Ve unutmayalım: Bu topraklarda çocuklarımızın ilk öğrendiği kelime “hello” değil, “merhaba” olmalıdır.