Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinde devlet adamları ve aydınları kötü gidişatın önüne geçecek tedbirler alıyor, farklı arayışlara giriyorlardı. Bu bağlamda pek çok yenilik hareketleri de son devletin dönemlerinde görülmektedir. Batıcılık akımı da Osmanlıda yenilik hareketleri ile birlikte başlamıştır. II. Meşrutiyet ile birlikte doğan ve gelişen bazı fikir akımları neticesinde Batıcılık fikri de şekillenmiş, bu fikrin savunucularına da Batıcılar denilmiştir. Batıcılara göre medeni dünyanın seviyesine ulaşmak sadece bilim ve teknikte ilerlemek değildir. Bunun yanında bireysel değişimlerin de olması gerektiğini savunmuşlardır. Zira aksi halde yapılmaya çalışılan tüm yenilik çabaları eksik ve sakat birer reform hareketi olmaktan daha ileri gidemeyecektir.
Osmanlıda Batıcılık denildiği zaman genellikle İçtihat Dergisi çevresinde kümelenen yazarlar ve Prens Sabahattin öncülüğünde hareket eden Adem-i Merkeziyetçiler (yerinden yönetimciler) akla gelir. Batıcılar, oluşturulacak bir elit zümresi oluşturulması ve bu zümrenin halkı eğitmek için çalışmalar yapması hususunda bir kanaate sahiptirler. Batıcılar İçtihat Dergisi’nde yaptıkları yayınlarda Osmanlı Devletini kurtarmanın yollarını aramışlar ve devletin içinde bulunduğu durumun sebebini Osmanlının, Müslümanların veya Türklerin batı uygarlığından uzak kalmalarından kaynaklandığına karar vermişlerdir. Batıcılara göre Batı karşısında gerileyen Osmanlının yenileşme hareketleri birer taklitten öteye gidememekte, bu nedenle de esas yapılması gerekenin Batının başta bilim, fikir, estetik ve kültürel olmak üzere tüm ahlaki değerlerini benimsenmesi gerektiğidir. Bu sebeple İçtihat Dergisi “Asyai Kafaların Garplılaştırılması” sloganını kullanmış ve devletin kurtarılması amacıyla eski düzene ait her türlü oluşumun yerine batılı mantalitenin kabul edilmesi gerektiğini düşünmüşlerdir. Bu amaca ulaşmak için toplumun öncelikle geleneksel değerlerinden vazgeçmesi gerektiğini düşünmüşlerdir.
Batıcılara göre dinde toplumsal gelişmenin önünde bir engel teşkil etmekteydi ve bu yüzden dinin de ikincil plana itilmesi gerekiyordu. Batıcı fikir akımının en önde gelen savunucularından olan Prens Sabahattin’e göre geleneksel değerlerden dolayı gelişemeyen özel teşebbüsün de önü açılmalı, gelişme imkânları yaratılmalıydı. Batılı devletlerle güçlü temasları olan Prens Sabahattin’in böylece Batılı devlet ve şirketlerin lehinde çalışmalar yapmaya çalıştığı da anlaşılmaktadır. Her alanda batılılaşmayı devlet ve millet için bir zorunluluk olarak gören Batıcılar, kılık kıyafetten, yeme içme şekline, düşünce yapısından kişilerarası ilişkilere ve hukuk sistemine kadar hemen her konuda Batılılar gibi olmadıkça hiçbir reform hareketinin başarıya ulaşamayacağını düşünmekteydiler. Öyle ki, onlara göre padişahın ve şehzadelerinin yaşayış biçimlerinde dahi batılılaşma gerekmekte olup şehzadelerin eğitimleri ordunun içinde verilmeli, padişahın da tek bir hanımı olmalıydı. Bunun yanında yine Batıcılara göre halk yerli malı kullanmaya özendirilmeli ve kadınların giyim kuşam biçimlerine de karışılmamalıdır. Görücü usulü evlilikler kaldırılmalı, kadınların kendi istedikleri kişilerle evlenmelerinin sağlanması gerekmektedir. Eğitim konusunda ise medreselerin kapatılması ve batı tipi eğitim kurumlarının açılması gerektiğini savunmuşlardır.
Batıcılık fikirlerinin oluşumunda Abdullah Cevdet ve arkadaşlarının çalışmaları da oldukça önemlidir. Genellikle Avrupa’daki eserleri Osmanlıcaya çevirerek kültürel anlamda pek çok yayınlar yapmışlardır. Abdullah Cevdet İslam dininin Müslüman toplumlarının geri kalmasında etkisi olduğuna inanıyordu. Bununla beraber Osmanlının içinde bulunduğu konjonktürle de olsa gerek İslam’ın tüm İslam toplumlarını bir arada tutmaya yarayan bir araç olduğunu da reddetmiyordu. Abdullah Cevdet’in bu konudaki asıl hedefi ise biyolojik materyalizmin zamanla dinin yerini almasıydı. Yaptığı çeviriler ve yazdığı makaleler ile birçok eser meydana getiren Abdullah Cevdet, batının büyük yazarlarını halka okutarak amaçladığı aydınlanmanın Osmanlıda gerçekleşeceğini düşünmekteydi. Bu sebeple halkın eğitilmesi ona göre büyük önem arz etmektedir. Abdullah Cevdet Avrupa’ya ilk gittiğinde yazdığı Fünün ve Felsefe isimli kitabının ilk kısmında Ludwig Büchen’ın Nature et Scence isimli eserinin tercümesini yayınlamıştır. Bu tercümesinde okurlarının dini hassasiyetini de gözeterek İslam âlimlerinin sözlerinden materyalizme varmaya çalışmıştır. II. Meşrutiyet döneminde Batıcılar, II. Abdülhamit’in iktidarına karşı muhalefet içerisinde bulunmuşlardır. Bu dönemde yayın organları İçtihat dergisi ve Osmanlı Gazetesidir. Osmanlı Gazetesi 1897’den itibaren Jön Türklerin Cenevre grubu tarafından çıkarılmaya başlanmıştır. Daha sonraları mali sıkıntılarla karşılaşan Cenevre grubunun bir kısmı Trablusgarp ve Fizan’daki sürgünlerin serbest kalmaları şartıyla muhalefeti bırakıp devlet memurluğuna girmişlerdir. Osmanlı Gazetesi ise 1904 yılında yayın hayatına son vermiştir.
Neticede Balkanlarda, Afrika’da ve Ortadoğu’da Osmanlıyı kurtarabilmek adına Batıcıların onlar gibi olmaya çalıştıkları Batılı devletler Osmanlıyı parçalamışlar, Anadolu’yu dahi işgal etmişlerdir. Anadolu’da ise Batı’ya karşı hürriyet ve direniş ateşini yakan, ülkeyi kurtaran ve yeni devleti kuran Batılıların ‘Bozkurt’ lakabını taktıkları, bir Türk Milliyetçisi olmakla suçladıkları (!) Mustafa Kemal Atatürk olacaktı.
Av. Bülent Demirbaş