Türkiye’de tarikat veya cemaat denilince akla gelen ilk şeyin sorulduğu bir anket yapılacak olsa cevaplarda sanırım Allah, İslam, Kuran, Peygamber gibi kavramlar sonlarda çıkacaktır. Zira ülkemizde tarikatların tarihsel gelişiminde yaşanan tüm emsaller algı olarak zihinlerimizde daha çok sermaye, para, dünya malı, kandırma, erkek ve kız çocuklara cinsel istismar, en nihayetinde devlete ve millete ihanet, darbe gibi kavramları ön plana çıkarmaktadır. Günümüzde de cemaatler/tarikatlar, hüküm sürdükleri dergâhlarında yalnızca İslam dinini yayan, örgütleyen oluşumlar olarak tanınmıyorlar. Günümüzde Türkiye’de tarikatlar denilince yalnızca siyaset ile iç içe olmalarını, devlete sızmalarını, çocuklara cinsel istismarlarını, darbeye tehdit olmalarını değil çok büyük sermayeye sahip olmaları da ilk akla gelenlerdendir. Tarikat ve cemaatlerin özellikle vakıf ve dernekler aracılığıyla faaliyetlerini sürdüren yapılarıyla oluşturdukları insan gücünü kimi zaman “oy deposu”, kimi zaman da kamu kurum ve kuruluşlarına “sızmak” için kullandılar.
İnanan Müslüman halkımız ise dün olduğu gibi bugün de duyguları sömürülerek ellerinden paraları alınmaya devam etmektedir. Tarikatların tüm faaliyetlerinin din adına olduğuna inandırılan masum yığınlar adeta birer kuzu gibi sessizce sömürülmeye devam etmekte, adeta FETÖ döneminde yaşananların tekrarı sergilenmektedir. İnsanların masumane duyguları, inançları bir kısım tarikatların hırslarına arz edilmekte, sözde din ileri gelenleri lüks ve sefahat içerisinde yaşarken mağdur edilenler hep kuzu gibi suskun ve kandırılmış yığınlar olabilmektedir.
15 Temmuz darbe girişimine giden süreçte FETÖ yapılanmasının tarihsel gelişim sürecini incelediğinizde önünüze serilen hep aynı senaryodur. Allah, Peygamber aşkıyla coşturulan ve toplanan yığınların paraları İslam adına toplanır, hükümetlerin mensupları kapılarında el pençe divan ayaklarını öperler, devletin tüm kapı ve imkânları sözde bu Allah dostlarına ardına kadar açılır, dergâh kapılarında resmi plakalı araçların biri gelir biri gider, bunlara laf edenler hemen hükümetin hükmettiği yargı eliyle içeri atılır, nihayetinde de Allah, Kuran, Hz. Muhammed diyerek topladıkları paralarla ulaşılan muazzam sermaye ile tanklar tüfekler millete ve devlete çevrilir. Bu devlet ve millet FETÖ tehdidini daha dün yaşamamış gibi şimdi de aynı senaryo maalesef Menzil denilen tarikat ile bir daha yaşanmaktadır. Menzil şeyhi ölünce ortaya çıkan muazzam servet, devletin her yerine şimdi de bunların yerleşmesi, hükümet mensuplarının kapılarında el pençe divan olması, resmi plakalı araçların ve siyasi liderin birbirleriyle yarışarak kendilerini Menzil tarikatı kapılarında sıraya dizilmeleri gösteriyor ki FETÖ belasından hiçbir şey anlaşılmamış.
Cemaatin lideri Abdulbaki Erol’un ölümü sonrası Menzil tarikatının elde tuttuğu muazzam dünyalık servet dudak uçuklatıyor. Meğer ne şirketler kurmuşlar hem ülkemizde hem de yurt dışında. Bu servet Menzil lideri ölmeden önce de bazen tartışılırdı. Mesela ölen Menzil liderinin kullandığı lüks aracın piyasa değerinin de 10 milyon TL olduğu ama aracın zırhlı olması nedeniyle değerinin 20 milyon TL’yi bulduğu konuşulmuştu önceden. Abdulbaki Erol’un oğlu Seyyid Muhammet Emin Erol yeni bir cip aldığı, lüks cipin piyasa değerinin en az 10 milyon TL olduğu da yazılıp çizilmişti. Hatta Abdulbaki Erol’un kardeşi Seyyid Abdulhalim Erol’un sahibi olduğu lüks aracın da piyasa değerinin en az 4 milyon TL olduğu ayrıca diğer aile üyelerinin de çok sayıda lüks aracı olduğu da daha önce yazılıp çizilmişti. Ancak liderin ölümü sonrası bunların daha buz dağının ucu olduğu anlaşıldı.
Tarikatlar özellikle her dönemin iktidarına yanaşarak kendini var etme ve toplum nezdinde kabul görüp, yaygınlaşma yöntemini kullanırlar. Bu yapıların bütçeden yardım, vakıf arazilerinin tahsisi, tarikat şeyhine zekât toplama yetkisinin verilmesi gibi egemen gücün sağladığı olanaklar sayesinde büyüdüklerini bilmeyen yoktur. Tarikatlar ve cemaatler 677 sayılı tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin yasa yürürlüğe girdikten sonra devletten kaçarak yer altına çekildiler. 1950’li yıllara kadar süren bu dönemde tarikatlar, dayanışma fonlarıyla ayakta durmaya, müritlerin verdikleri zekât ve benzeri yardımlarla varlıklarını idame ettirmeye çalıştılar. Demokrat Parti ve onu izleyen sağ muhafazakâr, mukaddesatçı siyaset erbabının yardımıyla yeniden devlete yaklaşıp, onun açık-gizli yardımlarıyla nemalanan tarikat ve cemaatlerin değişik iktidarlarla ilişkisinin 1950’lerden günümüze kadar sürekli büyüdüler ve güçlendiler.
AKP kurucularından TBMM eski Başkanı ve başbakan yardımcısı Bülent Arınç ne demişti;
“Bizim dindar insanlarımızın bile tamamen tersine döneceğini bir gün göreceksiniz. Çünkü onlar dini böyle hamaset kokulu konuşmaların yanında cebine giren ve cebinden çıkan paraya bakar. Eğer onda bir eksilme görüyorsa din, iman, vatan, millet, bunlar bir kenarda durur, onlara saygısını eksik etmez ama değer yargıları tamamen değişebilir.”
Başka bir konuşmasında ise Bülent Arınç şunları adeta itiraf etmişti;
“Dünün mücahitlerinin daha sonra müteahhit, daha sonra müşahit olduğu bir noktadayız. Burada kalsalar bile iyi. Ona bile şükredeceğiz. Dünya için her şeylerini feda etmiş bir kalabalık topluluk var karşımızda.”
Bu sözler yazılarımızın tarikatlar konusunda bilhassa son 20 yılda AKP dönemine yönelmesi gerektiği işaret ediyor. İleriki yazılarımızda AKP iktidarı döneminde tarikatlar konusunu, bilhassa FETÖ’nün yerine namzet bir tehdit olduğu bazı muhalif siyasetçiler ve kimi araştırmacı yazarlarca iddia edilen Menzil tarikatını incelemeye devam edeceğiz.
Kuzuların Sessizliği, Tarikatların Zenginliği!
Bülent Demirbaş
Yorumlar