Kapitalizm insanı hızla yalnızlığa sürüklüyor. Özgürlük masalının temel amacı dayanışma duygularını köreltmek, bireyci insan yığınları oluşturmaktır. Zalim zulmünü çağdaşlık maskesiyle haklılaştırmayı amaçlıyor. Modern zalimler ve iğrenç zulümleri insanlığın mezarına dönüşüyor. Önerdikleri her yöntem insanın saf var olma halinin yok oluşunun yollarını açıyor.
“Çağrılmadan gitme, istenmeden verme “ kapitalizmin en sağlam ilkesi olup, muktedir ile yoksullar arasındaki ilişkiyi belirtir ve düzenler. Muktedirin karşısına çıkmak, oraya çıkmak için onun kullandığı araç gereç ve yöntemleri kullanmak imkânsızdır. Bunu muktediri yüceltmek, ulaşılmaz kılmak, kutsallaştırmak için söylemiyorum. Muktedir gücünü korumak için her tür yol ve yöntemi kullanmak sıradan ve olağandır. Çünkü ahlaksızlık, vicdansızlık, arsızlık, rezillik onun için normal yaşamın kendisidir. Sürekli ürettirip tükettirirken yoksulları arada sadakasıyla sevindirmeyi unutmaz ki o yoksulların hayır duasını almasının keyfini çıkarır. Hayır, duasına inancından veya ihtiyacı olduğundan değil, yoksulları uyutmasının keyfidir bu. O sadakanın kısa süre içerisinde muktedirin öğütme çarklarına kapılıp kaybolacağının bilinmezliğiyle ömrünce süreceği sefaletiyle karşılaşması için uzun zamana ihtiyacı yoktur. Yoksulun bedeni yoksulluğun ağır yüküyle bükülmüşken beyninin berrak düşünceler üretip muktedirle boy ölçüşmesi mümkün mü? Yoksulun bedeni gibi beyni de yoksuldur. Bu yoksulluğu inançla gizleyip “kaderine” havale etmesi ise düşünce yoksulu oluşundandır. Sefahat sahiplerinin “kaderine “ öyle yaşamak, kendisine ise cefa düşmüştür. Bu nedenle onları ölüm sonrasının hayal dünyasından gerçek dünyaya getirmek çok zordur. Üstelik kendisine sunulacağı vat edilen ölüm sonrasının hayaliyle avutmak için ölümlerinin mertebelendirilmesi de cehaletlerine denk düşer.
Muktedir yaşamını şiddet üzerine inşa ettiğinden ve sürdürdüğünden sürekli bir kargaşa, sürekli bir çatışma hali ile insanlığı uğraştırır. Zavallı yoksullar ise muktedirin hamasetlerinin peşinden huşu ile gitmekten ve onun mülk, kimlik koruyuculuğuna soyunmaktan çekinmezler. Bazıları çok ileri giderek kraldan çok kralcı olurlar. Savaş bu çatışma ve kargaşa halinin zirvesidir. Ahlaksızlık artık her koşulda olağandır.
Her savaş cinnetin en yükselmiş hali olup saçma ve acımasızdır. Hiçbir savaşın kazananı yoktur. Galip geldiğini düşünenler de aslında çok şeyi yitirerek sonuçlarını yaşarlar. Öncelikle vicdan yitirilmiştir. Yarattığı ve yendiğini düşündüğü devlet ve toplumlar için asırlara sarkan bir incinme, öç alma duygusu biriktirir. Kin ve nefretle birlikte önemli bir güvensizlik yaratır. Huzur bir kez bozulmaya görsün; en incelmiş haliyle bağların koptuğunu, fırtınaya yakalanıp, tufanla yok olduğunu görürsünüz. Tarihin en önemli ders alınması, nedense hiç ders alınmayan mirası toplumların ve devletlerin kaybolmasının ve yitip gitmelerinin altında bu öç alma duygusunun birikintilerini görmemiz gerekir. Eski bir Yunan sözü derki; “Tanrılar mahvolmasını istediklerini kibirli yapar.” Gerçeğin en yalın anlatımıyla insanı tüketen gücünü kaybetmesinden çok kibridir. Umursamaz bir şekilde her türden öneriye, akılcı bakışa kulaklarını tıkayan, görmezden gelen iktidar kendisi ile birlikte hüküm ettiği toplumların geleceğini de karartır. Telafisi imkânsız bu zararlar bitişin başlangıcıdır.
Karşı çıkışlar, itirazlar, yeni bir hayat tahayyülü insanın yapısında vardır. İnsan var oldukça isyanlar, baş kaldıralar ve karşıtları bir arada olacaktır. Onları bir arada yaşamaya mecbur bırakan uzlaşmaz çelişkiler, derin farklı arzular, istekler, yaşam biçimleri de çatışmaları zorunlu kılacaktır. Bu çatışmalar bazen başka toplumların var olma veya yok olma sorununa dönüşecektir. Burada şiddetin en acımasızı, soysuzu ve saçması olan savaş makinesi devreye girecektir. Bazen binlerce kilometre uzaklara yapılan bu talan ve yıkım yolculuğu muktedirin de bitişine tanıklık edecektir. Ancak şu gerçeğin altını yalın, kalın çizmekte ve tekrarlamakta da yarar vardır; savaş ölümün kendi eliyle çağrılması ve her şeyin iyi güzel, anlamlı yaşanılır olanın ebedi olarak unutulmasıdır. Uzun ve soluksuz bir uyku haline geçiştir. Yeniden uyanmanın unutulduğu son… Uyananların ise karabasanlarla örülen ve çevrelenen yaşamlarının kâbusa dönüşmesidir. Hiçbir şey savaş hali öncesinde değildir. Sağlanmak istenen yeni düzenin yerini karmaşa, güvenin yerini kuşku, önceki gücün yerini yeni güçler almaya başlamıştır. İtaatte zorlananlarda bir süreliğine gözlenen boyun eğmişlik yerini öfke ve nefrete bırakınca yeni güç sahibinin güvenirliği de güvencesi de ortadan kalkar.
Sağlanan her üstünlük bir körleşme yaratıp, sağduyulu davranmayı zorlaştırmaktadır. Şiddetle, korkuyla, baskıyla ele geçirilen başarının bir süre sonra kendi sarmalı içinde başarı sahiplerine korku olarak döneceği gerçeği tarihin bize öğrettiği ders alınması gerekirken körleşme duygusu bunun önüne geçmektedir.
Makam, mevki, güç elde eden insanların ve toplumların yakalandıkları en önemli hastalık kibirli olma halidir. Bu içten içe bir üstünlük gösterisiyle birlikte aşağılayıcı, dışlayıcı bir kişiliğe dönüşür. Çürüme farkında olmadan başlar. Önüne geçilmez ihtiraslar benliği ele geçirirken onarılması asırlara sarkacak hasarların başlangıcıdır.