Avrupa yaşlanmakta ve nüfusu azalmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinde en yüksek doğurganlık oranı olan Fransa’nın bile 1.8 civarındadır. AB’nin ortalaması ise 1.61’dir. Nüfus son beş yıldır aldığı göçlerle sabit bir çizgi izlemektedir. Göç kabul etmemiş olsa, Avrupa hem azalmış hem de yaşlanmış bir kıta olacaktır.
Asya’da da durum çok farklı görünmemektedir. Güney Kore ve Japonya’nın nüfusu hızlı şekilde azalmaktadır. Doğurganlık oranının 1.2 olduğu Güney Kore’de 2040 itibariyle üç yaşlıya bir genç düşeceği tahmin edilmektedir. Nüfus ikame seviyesi 1.5’un altında doğurganlık oranına sahip olan Japonya nüfusunu 100 milyon üzerinde tutmaya çalışmakta ancak yüzyılın sonunda 83 milyona düşmesi beklenmektedir. Doğurganlık oranı 1.2 olan Çin’in nüfus kaybedeceği zaten aşikardır. Her ne kadar BM, Hindistan için ümitli olsa da 2.1 oranıyla Hindistan’ın 2060’tan sonra nüfusu azalma trendine girecektir. Hong Kong, Tayland, Vietnam ve Malezya da nüfusun erozyona uğradığı kalabalık bölgelerdir. Buna rağmen bu ülkeler göç politikalarını yumuşatmamakta ve vatandaşlığa kabulde zorlu şartlar sunmaktadırlar. Göçmenlerin bu ülkelere göç etme isteğinin düşük olması Asya nüfusunun yaşlanacağını ve azalacağını göstermektedir. Önümüzdeki on yıllar içerisinde Asya’da daha az okul ama daha çok sayıda bakım merkezine ihtiyaç duyulacaktır.
Afrika halen doğurganlık oranı en yüksek kıtadır. 2016’da en hızlı gelişen 30 ekonomiden 14’ünün Afrika ülkesi olmasına, şehirleşme oranının artan bir trend göstermesine ve elit kesimin üçten fazla çocuk düşünmüyor olmasına rağmen, Afrika dünya nüfusuna en fazla katkı yapan kıta olacaktır. Halen genç ve doğurganlık oranı yüksek bir kıtadır. 2050’lerde; nüfusu 182 milyon olan Nijerya’nın dünyanın nüfus açısından en büyük 4’üncü ülke olması, Kenya’nın iki kata çıkarak 110 milyonlara ulaşması ve Afrika’nın ikiye katlanarak 2.6 milyarlık bir nüfusa erişmesi tahmin edilmektedir. Halen, 125 milyon Afrikalı kadının 18 yaşından önce evlendirilmiş olması bu öngörüye sağlam bir dayanak teşkil etmektedir.
Latin dünyasına bakıldığında, 125 milyonluk Meksika sınırlı da olsa büyümeye devam etmekte, 205 milyon nüfusa sahip Brezilya ise şehirleşme oranı yüksek olduğundan nüfusu azalmaktadır. Doğurganlık oranı uzun süredir 2.1 seviyesinde olan Latin Amerika’nın nüfusunun bir süre dengeli seyretmesi ama sonrasında azalması beklenmektedir.
2020li yıllardan itibaren ABD ve Kanada başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin yegane nüfus kaynağını göçmenlerin oluşturacak olması da ilginç bir durumdur. ABD’de nüfus göçmenlerle desteklenmektedir ve nüfusun % 15’ini oluşturmaktadır. Doğurganlık oranı 2.7 iyi bir rakamdır ancak nüfusun ikamesi yılda 1 milyona yakın göçmen kabulüyle sağlanmaktadır.
Üç küresel nükleer güç arasından sadece ABD’nin nüfusu artmaktadır. Halen 345 milyon olan nüfusun, 2050’de 389 milyona ve 2100’de 450 milyona ulaşması ve Çin’den 200 milyon az olması beklenmektedir. Çin dışarıdan göçe izin vermemektedir. Rusya ise kendisine göçe ikna edememektedir. Öte yandan, ABD’nin de 2050’lerde esmerleşeceği, 2044’te Beyazların azınlık durumuna düşeceği tahmin edilmektedir.
Kanadalılar muhaceretin kendi ülkelerinin menfaatine olduğunu söylemektedir. Usulüne uygun bir şekilde incelenmiş göçmen adaylarının kabulü ülkeyi daha güçlü yapmaktadır. Kanadalıların bir kısmı millet olma konusunda geçerli kriterleri sağlayamadıklarını düşünmektedir. Ancak, evrensel değerlerin her yurttaşa aynı ölçüde uygulandığı post-nasyonal bir devlet olma konusunda kendilerini başarılı saymaktadır.
Dini açıdan incelendiğinde, Pew Research Institute’un araştırmasına göre doğurganlık oranının 3.1 ile en fazla İslamiyet’in hakim olduğu topraklarda görüldüğü, Hıristiyan toplumlarda bu oranın 2.7, Hindularda 2.4, Budistlerde 1.6 olduğu tespit edilmiştir. Bu araştırma yüksek doğurganlık oranlarına sahip ülkelerde dini inançların daha kuvvetli olduğunu da ortaya çıkarmıştır.
Nüfusun artışı iki olguya bağlıdır. Birincisi doğurma yetisini bedeninde taşıyan kadının daha fazla canlı doğum yapması, ikincisi de ölüm oranlarının azaltılması. Günümüzde şehirleşme oranlarının yükselmesi, daha rahat bir yaşam ve yüksek hayat beklentisi nedeniyle kadınlardaki doğurganlık isteği azalmıştır. Dolayısıyla, gıda imkanları yeterli olsa ve hatta çoğalsa bile kadınlar istemedikçe nüfus artışı gerçekleşmeyecektir. Savaşların ve Kovid-19 gibi salgınlar nedeniyle ölüm oranı da artacaktır. Ölüm oranındaki artış ise dünya nüfusunu olumsuz yönde etkileyecektir.
Dünya nüfusunun artıp artmayacağı henüz tartışmalı olmakla birlikte, nüfustaki azalmanın da en az artış kadar jeopolitik ve ekonomik kaos oluşturması kaçınılmaz olacaktır. Köylerdeki yaşam azalmakta ve şehirler arasındaki boşluklar dolmaktadır. Köylerdeki tarım arazileri ile şehirlerin yaşam alanları birbiri içerisinde girmiş durumdadır. Nüfusun ikamesi ve milletimizin (gıdadan teröre) güvenliği için mevcut nüfusumuzu vatanın tüm sathına yaymak ve şehir dışında yaşamı teşvik etmek mühimdir. Nüfusun bir bölümünü hem toprağımızı muhafaza edecek hem de gıda üretimine yönlendirecek şekilde köylerde iskana özendirmek bir çözüm olabilir. Dışarıdan alınacak göçün ve vatandaşlık hakkının ise belirli kriterlere bağlanması, Türk kültürüne entegre edilebilecek ve yönetilebilecek sayıda göçmen kabulü ise hayati bir konudur.