Ne çabuk da büyüdü? Daha dün gibi... Doğum gününü merakla beklediğimiz günler...

“Nur topu gibi bir kızınız oldu, gözünüz aydın!” diyerek ebenin bebeğimizi getirip kucağıma vermesi. Küçücük bir yüz, kırmızı yanaklar, fındık kadar bir burun, yumuk gözler, büzülmüş pembe dudaklar ve o dudakların arasından çıkan hastaneyi inleten ‘İngaaa!’ sesi.

Bu kaşık kadar bebek ne zaman büyüyecek? Günleri saydık önce. Bir haftalık oldu. On beş günlük. Kırkının çıkmasına beş gün var. Sonra ayları saymaya başladık. Üç aylık. Beş aylık. Kilo aldı yumurcak. Ele kola gelmeye başladı. Sekiz aylık oldu. İlk “anne” dedi. Emekliyor, yakında ilk adımlarını atacak...

İlk yaş günü. Tüm aile tek mumun başında… Alkışlar, tebrikler. Pembe bir gelinlik giydirdik, kel kafasına incili bir taç oturttuk. Hiç yerinde durmuyor yaramaz. Ne bulursa ağzına götürüyor. Hafiften ateşi var. Azı dişlerini patlatıyor. İki, üç, dört, beş... derken işte şimdi bitiyor ana sınıfı. Giyiliyor cüppeler, takılıyor kepler. Prensler, prensesler ne kadar da tatlı olmuşlar. Salon alkış sesleriyle inliyor.

İlkokula başladık. Çizgiler çiziliyor, harfler öğreniliyor.” A – l”, “al”, “l – a”, “la”, ne zor şeymiş. Harfler tek başına çıkıyor ama birleştirmek çok zor. Sadece çocuklar değil ana babalar da endişeli. Okumayı bir sökse devamı gelecek. Sabır, ya sabır. Harfler bitti, çok şükür okumaya geçildi. 1, 2, 3... matematik de ne güç. “2 + 2” bunu da düşünür mü insan? “3 - 1 oğlum hadi söylesene kaç eder?” Oh, çok şükür! Bitti birinci sınıf.

İki, üç, dört bunlarda çabucak bitti. Giyildi cüppeler, takıldı kepler. Mezuniyet törenimiz var dostlar. Kepler fırlatılacak, alkışlar kopacak. Beş, altı, yedi... Dersler ağırlaştı aklım ermiyor vallahi. Bir de yeni nesil sorular çıktı başımıza. Eski nesli çok iyi yapıyorduk sanki! Paragraf sorularını oku oku bitmiyor. Matematiğe hiç akıl ermiyor.

Sekizinci sınıfız bu sene. Çok stresliyiz. Gece demeden gündüz demeden çalışıyoruz. Oyun oynamanın sırası değil, çocuğumuzun geleceği söz konusu. İyi bir liseyi kazanmalı. Kurslar, hocalar dünyanın parasını döktüm. Fen Lisesi'ni kazanmasın ben ona sorarım.

Cüppeler giyildi, kepler takıldı. Şu arkadaki uzun boylu benim oğlum. Evet, evet, koca delikanlı oldu. Şu güzeller güzeli benim kızım. Büyüdü, güzelleşti, genç kız oldu. Kırk bir kere maşallah. Kepler atılıyor, alkışlar kopuyor.

Liseye başlıyoruz. Dokuz, on, on bir... Fizik, Kimya, Biyoloji... ne karın ağrısı dersler. Kafa patlatıyorum ama bir türlü anlamıyorum. Tarih, Coğrafya, Edebiyat... ezberle ezberle bitmiyor. Saçlarıma şimdiden aklar düştü. İyi bir üniversiteyi kazanmazsam halim harap. Göz açıp kapayana kadar geldi 12. Sınıf. Kitaplarla örülü bir odam var. Gündüz mü, gece mi bilmiyorum. Kartopu oynamak, kardan adam yapmak, çiseleyen yağmurda gezmek, yok. Bitecek konular, çözülecek testler var. Kurslar, hocalar, dersler... Çıldırmak üzere gençler.

Giyildi yine cüppeler, takıldı kepler. Büyüdü, kocaman oldu. Boyu benim boyumu geçti. Eşek sıpa pek de yakışıklı. Şu artist gibi kız benim. Evet, evet, bana çok benziyor. Coşkulu bir kutlama. Liseyi de bitirdik çok şükür.

Kazandı, kazandı üniversiteyi de kazandı. Açıkta kalan yok. Herkes üniversiteli. Ülkemiz çağ atlıyor ne de olsa. Okusun, okusun, okumadan zarar mı gelir? Gelmez elbet. Bu sene beşinci ve son senesi. Bir sene de İngilizce hazırlık okudu. Zehir gibi kafa var sıpada.

Giyildi cüppeler, takıldı kepler. Bu ne coşku, bu ne haz. Anaların, babaların göğsü kabarmış. Gözlerde mutluluk gözyaşları. Yıllardır bu günü bekledik. Şu cüppeyi giymek, şu kepi takmak için...

Koskoca bir stadyum dolusu veli. Çim sahanın içi öğrenci kaynıyor. Haydi bakalım, üç, iki, bir, kepler havaya.” Oleey! Yaşaa! Varol!” Canım yavrum öğretmen oldu. Benimki de mühendis. Benimki de mimar. Maşallah maşallah ne mutlu bize. Ne güzel de evlat yetiştirmişiz.

Yıllar ne çabuk da geçiyor. Üç sene sonra analar, otobüs durağında birbirini görüyor.

"Merhaba, hatırladınız mı beni?"

"Hatırladım, hatırladım, hatırlamaz mıyım? Senin oğlan mühendisti değil mi? Kep atmıştı bizim kızla birlikte."

"Evet evet, mühendislik okudu. Mühendis olamadı ama çok şükür işsiz de kalmadı. Markette çalışıyor. Senin kız başladı mı göreve?"

"Yok, nerde? Alım olmadı. Özel bir kurs merkezinde ders ücreti karşılığı çalışıyor. Şimdi de ikinci üniversiteyi okuyor."

Yan taraftan biri karışır söze: "Benimki de atanamadı ama olsun, en azından işsiz kalmadı, polis oldu."

"Oh oh! Çok iyi, çok. Şimdiki zamanda iş aslanın ağzında değil, midesinde."

Şık giyimli, elinde pahalı bir çanta taşıyan kadın lafa karışır.

"Benim oğlan okumadı. Çok istedim şöyle el çocukları gibi bir cüppe giysin, kep fırlatsın, ama olmadı. Oto tamircisi oldu. Çalıştı, çabaladı, sanayiden bir dükkân aldı. İşleri büyüttü, şimdi de bizim otomobilin parçalarını monte edecekmiş."

Son model bir otomobil yanaşır durağa, az önceki kadın biner, camı açar: "Buyurun, sizi de bırakalım, gideceğiniz yere." der.

"Yok yok, biz otobüsü bekleriz." der duraktaki kadınlar. Son gaz giden arabanın arkasından bakarlar. Kadınlardan biri konuşur:

"Nasıl da kep fırlatmıştık ama."

"Evet, kepler havada uçmuştu."

"Biz çok güzel kep fırlatırız."

"Fırlatırız, fırlatırız, biz çok güzel kep fırlatırız!.."

Ya toprak ol

Ya da su

Sakın ateş olma