Toplum olarak Aydınlanma Çağı’nı yaşayamadık. Belki de sıkıntılarımız bundan kaynaklanıyor.
Bireyin geleneksel dogmaların dışına çıkarak, onları sorgulaması için bireysel bilincin ortaya çıkması gerekiyor.
Bireyin bağımsız bir özne olması, felsefenin, bilimin, sanatın ve demokrasinin gelişim kaynağını oluşturur.
Bireyin bağımsız özne olarak ortaya çıkmadığı toplumlarda, demokrasi de yaşatılamıyor.
Bilim, felsefe, sanat ve demokrasi kendiliğinden oluşmuyor. Belli bir iklimin oluşması gerekiyor.
Felsefenin Antik Yunan Kentleri’nden ortaya çıkması bir tesadüf değildir. Refah düzeyi gelişmiş antik kentler de yaşam sorgulanmaya başlıyor. Bu sorgulama, bilim ve felsefe de, yeni arayışlara kaynaklık ediyor.
Aydınlanma Çağı, 18. yüzyılda (bizim Lale Devri’ni yaşadığımız yıllarda) başlamıştır. Aydınlanma, insanın geleneksel dogmalardan, önyargılardan kendi aklıyla kurtulup, kendi aklı, kendi görgüleriyle, aklın ve bilimin ışığında hayatını aydınlatmasıdır.
Aydınlanma, önyargıların geleneksel görüşlerin yerine sorgulayıcı aklın geçmesidir. Toplumun koyduğu kurallara körü körüne inanmak yerine, onları sorgulamasıdır.
Sorgulama, felsefenin, bilimin, sanatın ve demokrasinin ilk adımını oluşturur. Otoriter toplumlarda sorgulama yoktur. Yeni arayışlar da olamaz. Orta Çağ boyunca insanların sorgulaması yasaklanmış, körü körüne inanmaya zorlanmıştır.
Rönesans Orta Çağ'ı sona erdiren bilimsel, sanatsal ve felsefî etkinliklerin tümüdür.
Bu etkinliklerin en önemlisi felsefedir. Dinin tüm sosyal hayata, toplumsal kurumlara egemen olduğu Orta Çağ hemen yıkılmamış, toplumsal kurum ve kurallara aklın, bilimin egemen olması uzun mücadelelerden sonra gerçekleşmiştir. İnsanlığa akıl ve bilim yolunu açanlar yazdıkları eserlerle yolumuzu aydınlatanlar sanatçılardır.
Yeniden doğuşun (Rönesans) öncüleri Shakspeare, Dante, N. Machiavelli, Erasmus, M. Montaigne, Th. Campanella, Hobbes, Petrarca, Boccaccio, Michelangelo, Leonardo da Vinci v. b.
Rönesanssın dayandığı düşünce temellerini şöyle sıralayabiliriz:
— Hoşgörü, kendimizin dışındaki insanların, toplumların zevklerini, davranışlarını saygıyla karşılama, bağnazlıktan kurtulmaktır.
—İnsanların doğal hakları, Rönesans’a kadar insanın haklarını yöneticiler belirlerdi.
Rönesans ülküsü her insanın insan olmaktan dolayı temel haklara sahip olduğu düşüncesini getirmiştir. Her insan olmaktan dolayı vazgeçilmez, devredilemez temel haklara sahiptir. Bu temel haklar insanlara başkaları tarafından verilmemiştir. İnsanlar insan olmaktan dolayı bu haklara doğuştan sahiptir.
— Aklın ön plâna çıkması, Akıl ile dünyasını aydınlatma. Akla ve bilime güvenme.
Türk Rönesans’ın önderi Atatürk bu konuda şöyle diyor:
"Ben sizlere hiçbir doğma bırakmıyorum. Benim ideolojim akıl ve bilimdir."
Rönesans’la birlikte akıl ve bilim insanlığın yol göstericisi olmuştur.
Burada aydınlanmak istenen insanın kendisidir. Aydınlatılması istenen de
İnsan hayatının anlam ve düzenidir.
Aydınlanma insanın doğma ve geleneklerden kurtulup kendi aklı, kendi görgüleriyle hayatını aydınlatmaya girişmesidir.
Kant'a göre aydınlanma "İnsanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmayış durumundan kurtulup aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır.”
Kant'a göre "İnsan bu duruma aklın yüzünden değil, onu kullanamama yüzünden düşmüştür".
Kant'a göre "İnsan şimdiye kadar aklını kendi başına kullanmamış, hep başkalarının kılavuzluğunu aramıştır."
Kant insanlığa şöyle seslenir: "Aklını kendin kullanma cesaretini göster."
Kant'ın bu sözü aydınlanmanın parolası olmuştur.
Geniş anlamıyla aydınlanma Orta Çağ'ın dünya görüşüne karşı aklın kılavuzluğunda yeni bir dünya görüşüdür.
Kant "Saf Aklın Kritiği" ve "Pratik Aklın Kritiği" isimli eserlerinde aklın gücünü sınırlarını bizlere göstermeye çalışır.
Kant'a göre akıl taşıyan bir kişi kendi kendisinin ereğidir. Kant'a göre, "İnsanlığı kendinde ve başkalarında hiçbir zaman araç olarak değil, hep erek olarak görecek gibi eyle.”
Kant'a göre insan hiçbir konuda hiçbir şey için araç olmamalıdır.
Kant’a göre, sevaba girmek için dilenciye para vermek ahlaki değildir. Çünkü çıkarın olduğu yerde, ahlak olamaz. Ahlaki eylemde koşul öne sürülemez.
Dünyada her şey, bilim, sanat ve felsefe sadece insan içindir.
Shakspeare’in "Dünyanın süsü, yaratıkların en ulusu insandır" sözü ile Kant'ın görüşleri arasın da çok yakın bir benzerlik vardır.
Shakspeare insanca değerleri görkemli şekilde anlatır.
Kant, Shakspeare’den yüz yıl sonra insani değerleri felsefesinin temel idesi yapar.
"Uluslar derneği", "dünya yurttaşlığı" fikirlerini de ilk ortaya atan düşünür da O'dur.
Rönesans’la birlikte aydınlanma ve doğal insan hakları kavramı ortaya çıkmıştır.
Kant’a göre, her insan, insan olmaktan dolayı doğal haklara sahiptir. Bugün sahip olduğumuz hakları yöneticiler bize lütfetmemişler, bağışlamamışlar, bu haklar, insan olmaktan dolayı bizim haklarımızdır. Her insan, insan olmaktan dolayı insan onuruna yakışan bir hayat sürdürebilmelidir.
Tüm bunlar, bir merdivenin basamakları gibidir. Birine çıkmadan diğerine ulaşılmaz. Bugün yaşadığımız sorunlara bir de bu açıdan bakmak gerekir.
Hayat, nasıl insanların yaptıklarının bir toplamı ise, tıpkı bunun gibi toplumların bugünkü yaşam seviyeleri de geçmişin birikimleridir.
Çocuk, doğar doğmaz yürümez, belli aşamalardan geçmesi, belli olgunluğa ulaşması gerekir. Toplumlar da bunları yaşamak zorundadır.