Bu yazımda sayın okuyucularıma, dünya ekonomisine yön veren ve dünya siyasetini elinde bulundurduğu, Dünya Bankası IMF gibi finans kaynaklarını kullanarak şekillendirmeye çalışan ve nereye kadar gideceği şuan bilinmeyen süper güç Amerika’dan bahsedeceğim.
Amerika 1492 yılına kadar Avrupa ve Asya devletleri hatta dünyada yaşayan başka topluluklar tarafından, Kristof Kolomb’un ve İspanyol serüvencilerin keşfine kadar bilinmiyordu. Beyazların yani Avrupalıların yer bulamayıp ve dolan mahpushanelerde bahsedemedikleri birinci derecede suçlu mahkûmları bu yeni kıtaya sürgün olarak gönderilen insanların yerli halkı yani Kızılderililer dediğimiz Mayaları, İnkaları, Aztekleri katletmeleriyle şimdiki ABD temeli kurban olarak kelleleri kesilen insanların kanlarıyla atıldı (Kaynak Kan Ağlayan Amerika İsimli Belgesel Kitap)
ABD’nin dünyanın birinci devlet olmasını sağlayan iktisadi kalkınmaya başlaması ayrılık savaşı sonrası yıllarda şekillenir. Himayeci gümrük tarifelerinin uygulanması (hala öyledir bizim devlet adamlarımıza duyurulur)
1914’te kadar Avrupalıların ülkeye büyük çapta göç etmeleri ve Kızılderililerin elinde zorla alınan uçsuz bucaksız tarım alanlarının, Afrika’dan elleri kolları bağlanarak getirilen insanları kullanarak maden ocaklarını hiçbir işgücü ödemeden çalıştırarak, tarımsal ve maden işletmeciliğini kullanarak bugünkü konuma gelmiştir.
Bu düzenin devamı için ürettiği teknoloji harikası savaş silahlarını kullanmaktan hiç tereddüt etmemektedir. Karina ortak olabilecek her türlü engelleri aşmak bu devin yaşamı için şarttır. Uzakdoğu ve Çin ekseninde tur atmasının gerçek sebebi budur. Son on beş yirmi yıldır Müslüman Arap kardeşlerimizin haklarını savunmaya, soyunmasının altında yatan gerçek sebep ve niyet bellidir.
Ortadoğu’yu düzene sokmak ve şekillendirmek için kendi kontrolünde yeni bir İslam topluluğu yaratmak ve bununda asbaşkanı olarak Türkiye’nin Başbakanını seçmesi hayli manidar ve düşündürücüdür. FETO olayı ile geçte olsa niyet anlaşılmış ve Türkiye yanılgının faturasını ağır ödemiştir.
Makedonya Kralı Philippos’un oğlu Büyük İskender, okyanuslara dayanınca geriye dönüp bakmış ve telaşa kapılmış hemen danışmanlarını çadıra çağırmış, “Ben bu kadar geniş coğrafyada inançları ve lisanları ayrı olan imparatorluğu nasıl bir arada tutacağım, bana çabuk bir çözüm bulun” diye emir vermis, Büyük İskender’in meclisinde her konuda yararlandığı danışmanları varmış ismini hatırlayamadığım bir danışmanı şöyle buyurur:
“Halkların arasına nifakçıları dağıt milleti birbirine hasım et, sen hiçbir zaman taraf olma devamlı hakem porsiyonunda kal yalnız hiç kimseyi haklı gösterme.”
Çok enteresan bu çözüm şimdiki dünya barışı için çalışan devletlerin çözümüne benzemiyor mu? Aminin taktiği ayni değil mi? Petrol ve diğer enerji kaymaklarının kontrolünü ele geçirmeyi düşünürken, hiç günahı olmayan ve o bölgelerde doğduğu için başkalarının çıkarı uğruna yıllardır kan akıtan halkın sucu, sadece vatan olarak o bölgeyi seçmiş olması mı
Acaba petrol ucuzlasa da pahalansa da kârlı çıkan hep aynı taraf olmuyor mu? Bu formülü nasıl buldular yahut nasıl bulundu, düşünmeye değer bir formül yalnız düşünen için.
Son otuz yıldır Türkiye’nin bir türlü içinden çıkamadığı ve çıkamayacağı terör olaylarını, “hürriyet ve özgürlük” diye bağıran Kürt ve Türk vatandaşlarımız şapkanın önünde bir değil birkaç defa düşünmesi lazım. Yoksa Romanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Tunus Cezayir, Libya, Mısır, Yemen, Suriye gibi ülkelerin demokrasisi sevgili Amerika demokratlarını fazla ilgilendirmese gerek.
Üzerinde bulunduğumuz coğrafya, dost olarak tanıdığımız devletlerin devamlı ağzının suyu akarak aç ve iştahını hiç kaybetmeden sabırsızlıkla beklemektedirler. Onun için akıllı ve mantıklı olalım.
Son darbe teşebbüsü olarak adlandırılan vahim olayın uzun yıllar hazırlanan ve Türkiye’nin paylaşım projesiydi. Fakat ne hikmetse, kendisini nerdeyse Peygamber ilan eden ve sonuna kadar ABD’nin desteklediği Gülen olayı, Türkiye için bir dönüm noktası oldu. Her fırsatı kendi lehine değerlendirmeyi düşünen sözde dostlarımıza, Türkiye’nin paylaşılması öyle kolay senaryolarla olamayacağını, bütün birim ve kuruluşlarıyla gösterdi.
Tarikatların ve kendisini din adamı olarak tanıtan şarlatanlarında arkasına takılmanın ne kadar sağlıksız olduğunu da öğrenmiş olduk. Fakat öğrenmek bir fayda ihtiva etmiyor. Yaşanan olaylarda ders almak gelecek için en önemli yatırımdır. Fakat şu da bir gerçek, olaylardan ders alınmış olsaydı, hatalar tekrarlanmazdı. Hatanın tekrarlanmaması için, toplu yaşam kurallarına yani devletin anayasasına, ayrım ve ayrımcılık yapmadan herkesin uyması gerekir. Uyulmaması ve tekrarı olaylarda cezai müeyyidelerin caydırıcı nitelikte olmasının yani sıra, başkalarının hak ve hürriyetlerine saygı göstermesini öğretmek gerekir.
Bu da eğitimle olur ve bunun önderliğini ve sorumluluğunu devlet üstlenir. Yoksa toplumun eğitimini, art ve geri niyetli düşünceler besleyen tarikatlara ya da onun arka bahçesi olmuş kuruluşlara ihale edilmez. Bu tür hatalara inşallah bir daha düşünülmez. Egemen güçlerin veya dünyanın şekillenmesinde büyük rol sahibi global şirketlerin istediği doğrultuda hareket eden ve hatta onlardan talimat alan devlet adamları, en üst düzeye getirilerek, emir ve komutlarına uyacak liderler seçerken, bir taraftan da toplumlar arası kutuplaşmayı körükleyerek ulusal devlet yapısının temeline dinamit koymaya devam ediyorlar ve bu devam edecek.