Ekonomist değilim buna dair hiçbir eğitim almadım, hiçbir zaman herhangi bir finans kuruluşunun kapısını çalmadım, kendi devletim dahil kırk yılımı geçirdiğim Almanya da bunun içinde.
Devleti meydana getiren çekirdek ailenin bir ferdinin kendi bütçesini ayarlaması, hele bir de bu ailenin reisi iseniz buna mecbursunuz. Devlette aynı kural ve yasalarla bunu yapmak zorundadır.
Devlet bütçesini organize etmek elbette bir eğitim gerektirir, yapılan her işin hesabı kitabı vardır; girdisi, çıktısı hesaplanır buna da bütçe planı denir.
Peki koca koca devletlerin kendi gelir ve giderlerini düzenleyecek kurumları yok mu? Elbette vardır, hele dünyanın en büyük ikinci, Avrupa’nın birincisi Almanya ikincisi Fransa’nın üçüncü sanayisine sahip olan İtalya’nın son zamanlarda içine düştüğü zor günlerin, yanlış yapılan hesabın veya planın tutmadığını göstermiyor mu?
Servetlerini ve kalkınmalarını, fakir ülkelerin halklarının eline İncil tutuşturarak onların omuzlarında yükselen Avrupalılar, buralarda akıntının kesilmesiyle başka arayışlara başvurmuşlardır. İşte bunun adı ortak pazardır.
AB Birliği, bazı tarihçi ve yazar arkadaşların yazılarında 1948-50 yıllarında kurulduğunu yazarlar fakat bence bu kuruluşun tarihi, ortaya atılan fikirden sonra başlar. AB bir Hristiyan Birliği ve kuruluşudur bunu önce kabul etmek lazım. Bu birlik haçlı seferleriyle hayata geçmiştir. Doğanın kanunu olan, büyüklerin yaşamı için, küçüklerin yok olma desturu her zaman işlemiştir.
Zaman zaman birbirileri ile savaşsalardı çıkarları aynı noktada buluştuğu zaman dost olmuşlardır. Almanya peşine Fransa ve İtalya’yı da takarak değişik bir taktikle yola koyulmuşlardır. Önce ayaklarına dolaşacak olan bazı devletleri ekarte ettiler.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimini de aralarına alarak havluyu biraz daha genişleterek petrol kaynakları yakınlarına demir atmak istediler. Fakat bu seferde hesaplar yine yanlış yapılmıştı. Yol kazasında, dibi görünmeyen kuyuya düşen Yunanistan’ın arkasında toplanıp bakmaya başladılar arkadan gelen Portekiz, İspanya topun ağzında.
Şimdi bir suçlu ararken bir taraftan da kurtarıcı ve iz sürücü dayanağı belki lazım olur diye Türkiye kapısını çalma arayışına dolaylı olarak girişmişler ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından çok güzel cevaplandırılmışlardır. Başında beklenilen kuyunun dibi çok karanlık bu karanlığa ışık tutacak unsurlar Türkiye’dedir. Türkiye coğrafi konumu dolaysıyla dünyada her türlü siyasi ve ticari oluşumların içinde söz sahibi olmak zorundadır, bundan dolayıdır ki Ortadoğu’nun şekillendirilmek istenmesi ve coğrafi sınırların yeniden çizilmesinin esas odak noktası Türkiye’dir.
Bu gerçeği bilip görmeden her çağrılan yere gidip imza atan devlet olmaktan çekildiğini bazı havali devletlere hatırlatmaktan çekinmemeli.
Türkiye son on yıl içerisinde yüzde 80 devlet adamlığı niteliklerini taşıyan elemanlar yetiştirdi bunun devamını dileriz. Ticari ilişkilerimizin yoğun olduğu ülkelerin politik oyunlarını iyi analiz etmekten her zaman yarar vardır bununda bu yetişen elamanların yapacağına eminim.
Komşu ülkelerin düştüğü duruma düşmemek için hesapların iyi yapılması gerekir. İç tüketimdeki dengesizliği, devlet harcamalarındaki lüksleri, özel tatil yerlerinin ivedili olarak halka açılmasını, bütün ticari ve günlük yaşamda bürokratik işlemleri asgariye indirmek toplumu rahatlatır.
Ankara’dan üfürülen yelle Anadolu’dan tınaz savrulmaz. Yerel yönetimlere bazı görevleri devretmeli, yolsuzlukla doğacak davranışları, yasalarla önlemek ve en kısa yoldan cezayı müeyyideleri uygulamak halkın güvenini artırır, art niyetli ve geri düşünceli şahıslara caydırıcılık oluşturur. “Yabancı yatırımcı gelip bana işyeri açacak” diye beklemektense ömür boyu aç kalmaktan üç gün, beş gün aç kalıp kendi yatırımımızı kendi sermayemizle yapmalıyız.
Tarıma gelince, tarım ağır sanayinin lokomotifi sayılır. Tarımda ilerleme kayıt edemeyen toplumlar dışa bağımlılıkla her zaman karşı karşıyadır. Son Kurban Bayramı için hayvan ithali bir örnektir. Gelecek yıllarda da bunun artarak devam edeceğinin sinyalidir. İç piyasada et fiyatlarının artması, besiciliğe soyunan büyük holdinglerin etkisinin olduğunu göz ardı etmemek lazım.
Bağcılık tarımında uzaklaşan Türkiye bunun acısını ileriki yıllarda daha çok hissedecektir. Şarapta alınan verginin yüksekliği şaraphanelerin kapatılmasına yol açmıştır ve dolaysıyla üretici üzümünü verecek yer bulamadığı için omçaları sökmek mecburiyetinde kalmıştır.
Çiftçilere verilen süspansiyon belki az olabilir fakat verilenler de amacı dışında kullanılınca yarar sağlamamaktadır. Sıkı bir kontrol bunu önler kanısındayım. Bunların en önemli birinci basamağı, köylerde yaşam standardını yükseltmek ve şehirlerde aldığı yahut aradığı hizmeti ayağına götürmek, teşvik primlerini zamanında ve aracısız vermek ödeme kolaylığı sağlamak tarımcının beklediği hizmetlerdir.
Yeni bağ kurumunda, tarım müdürlüklerinin devrede olması gerekir toprak tahlili omca seçimi dikim şekilleri gibi yardımları ücretsiz olarak köylü her zaman alabilmeli. Maalesef zirai danışmanlık yapan devlet kuruluşları, hizmet alanında uzak ulaşım ve maddi sıkıntı dolaysıyla çiftçi bu hizmeti almaktan zorlanıyor.
Arjantinli bir arkadaşım, kendi memleketinde bir eğitim kurulusunda bahsetmişti. Bu arkadaşa bir daha rastlamadım tekrar sorma fırsatı olmadı. Hatırladığıma göre bu modeli Türkiye’den aldıklarını söylemişti. Bu model muhtemelen, bizlerin büyük devlet adamları olarak andığımız kimselerin büyük gürültülerle kapattığı KÖY ENÜSTÜLERI idi. Atatürk’ün ne kadar ileri görüşlü bir lider olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bunu bu gibi kuruluşları batırdıktan sonra idrak edebiliyoruz.
Devlet üretme çiftliklerini, maksadı dâhilinde ve iyi işletemedik. Ben kendim de bu çiftliklerin birinde Koca Devlet Üretme Çiftliği’nde yatılı eğitim gördüğüm için buraların ne kadar faydalı kurumlar olduğunu bilirim. Bu okullarda eğitim görenleri ilgilendiren, eski Köy İşleri ve Tarım Bakanlığı’nın müşterek uyguladıkları ve Adalet Partisi hükümeti tarafından iptal edilen 4486/17’nci maddesini bu partinin akbabasına sormak isterim.
Kendisine müteakip defalarca yazdığım halde hiç bir cevap alamadım. Şimdi karşılaşsam ilk soracağım soru, “Kimin çıkarı için bu yasayı iptal ettin?” olacak tabi hatırlarsa. Ama yine o, “dün dündür bugün bu gündür” der savuşturur. Allah rahmet eylesin, hataları ve günahları kendisiyle gitti.
Hatay ve K. Maraş depreminde yakınlarını kaybedenlere başsağlığı dileyerek olayı sıvıştırmaya çalışmak yerine, sorunlarını hala çözememiş, bazı sosyal kuruluşların düzensiz ve ranta bağlı çıkar ilişkileri yine öne çıkmışa benziyor. Daha önceki felaketlerde de ders almadığımız gibi Van depreminde de hiçbir ders almayız kimse merak etmesin bir kaç gün ah vah deriz ve yine bildiğimiz düzen sistem devam eder…