Melih Aşık, severek okuduğum köşe yazarlarından. 1982 tarihinden itibaren yazdıklarını keserek sakladıklarımda vardır.
Geçen köşe yazılarının birinde; Bülent Eczacıbaşının yeni bir kitabından ve bu kitabın ilginç hikayelerlerinden bir bölüm aktarıyor.
Şöyle ki:
“Bir samuray savaşçısı öldürülen efendisinin intikamını almakla görevlendirilir. Bir süre sonra aradığı adamı bulur ve köşeye sıkıştırır. Tam kılıcıyla adamın hakkından gelmek üzereyken adam doğrulur, nefretle yüzüne tükürür. Samuray bunun üzerine kılıcını kınına sokar ve oradan uzaklaşır. Neden? Çünkü öfkelenmiştir ve o adamı öldürdüğü takdirde asıl amacını gerçekleştirememiş olacak, kişisel amaçlı bir eylem yapacaktır.”
Bu vesilesiyle;
Bende Mesneviden buna benzer bir öyküyü paylaşıyorum.
Öykü şöyle:
Allah’ın aslanı Hz. Ali Radıyallahu Anh bir savaş esnasında düşmanı olan yiğitle epeyce vuruşarak sonunda onu yere yıkıp öldürmek üzereyken, o düşman askeri Hz. Ali’nin mübarek yüzüne tükürdü. Bunun üzerine Hz. Ali düşmanını bırakarak ayağa kalktı:
-“Yürü git, seni öldürmekten vazgeçtim, serbestsin. Peygamber armağanı olan Zülfikâr isimli kılıcını yavaşça yere indirip düşmanını öldürmekten vazgeçti.
Savaşçı bu duruma şaştı:
-”Beni alt edip öldürmek üzereyken neden vazgeçtin. Seni ne alıkoydu?” diye sordu.
Hz. Ali cevap verip şöyle dedi:
-“Ben seninle Allah yolunda ve sırf Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için savaşıyordum ve onun için seni öldürecektim. Sen yüzüme tükürünce öfkelendim, sana kızdım. Eğer o an öldürseydim, sana olan kızgınlığımdan dolayı bunu yapmış olacaktım. Yani seni Allah rızası için değil de kendi nefsim için öldürmüş olacaktım. İşte bu düşünceyle seni serbest bıraktım.”
Bunu duyan adam, bu büyük asalet ve ince anlayış karşısında iman ederek müslümanların safına katıldı.
Sonuç itibariyle Hakk'a kul olmalı, nefsin, hevâ ve hevesimizin değil...