Düğünler geçmiş yıllarda genellikle cuma günü öğleden sonra başlar, pazar öğleye doğru biterdi. Düğünün başlamasıyla birlikte davetlilere yemek ikram edilir, uzaktan gelen misafirler de bir araya gelmenin mutluluğunu yaşarlardı. İmkânı daha iyi olan düğün sahibi akşamları kallavi masalar hazırlar, geç saatlere kadar muhabbetler yapılır, masalarında mahalli sanatçılarımız, misafirlerin hoş vakit geçirmesi için sanatlarını icra ederler, misafirler de sanatçılara emeklerinin karşılığını esirgemezlerdi.

Zurnacı Ayvaz Usta ve ekibi çevre ildeki bir ilçemize düğüne giderler; düğüne gelen misafirlere müzik ziyafeti çekilir, Ayvaz Usta zurnası ile misafirlere hoşça vakit geçirip eğlenmelerini sağlarlar. Misafirler sanatçılarımızdan, sanatçılarımız da misafirlerden çok memnundurlar. Akşam oldu, düğünün eğlence vakti gelmişti. Masalar kurulmaya başladı.

Gelen misafirler kendilerine göre guruplar oluşturuyor, yeme içme gırla gidiyor. Saz heyeti en güzel parçaları söylüyor, zurna da insanları mest ediyordu, herkesin neşesi yerindeydi, gece ilerliyordu. Düğün sahibi, Ayvaz Usta’ya “bahçede memurlar gurubu oturuyor, fasıl yapmak istiyorlar.” dedi, memurlar masasında bol döküm yeniliyor, içiliyor, saz heyeti isteklerini yerine getiriyor. Memurların iştahları yerindeydi, uzun süren fasıldan sonra Ayvaz Usta ve ekibi masadan zevk almadan ayrıldılar. Sanki devlet dairesi hiyerarşisi vardı. Diğer masalara geçtiler neşeleri yerine geldi, daha içten daha duygulu söylüyorlardı, muhabbet ortamı oluşmuştu. Bir müddet sonra, düğün sahibi, memurlar masasının tekrar fasıl yapmak istediğini söyledi; istekler yerine getiriliyor, yeniliyor, içiliyor, sadece kendileri vardı, su içer misiniz bile demiyorlardı yine uzun bir fasıldan sonra tam kalkıyorlardı ki; iri yapılı bir memur, biz müsaade etmeden kalkmayın dedi, sert çıkış yaptı, Ayvaz Usta: “Beyefendi, düğünde sadece siz yoksunuz, hiç uğradığımız masalar var. Rica ederseniz biraz daha kalırız. Burası devlet dairesi değil, fasılın emri vakisi olmaz, bizi memur yapmadılar, amirimiz de değilsiniz.” Sonra ekibine dönerek “Hadi arkadaşlar kalkıyoruz.” dedi. İri yapılı memur “Yarın görüşürüz.” dedi, masadan ayrıldık. Başka masada fasıl yapıyorduk, düğün sahibi yanımıza geldi olayları duyduğunu üzüldüğünü söyledi, onlara bir şey diyemiyor, bize karşıda mahcuptu.

Cumartesi günü öğleden sonra düğün sahibi bize “Memurlar geldi, sizinle görüşmek istiyorlar.” dedi. Hep birlikte yanlarına vardık, akşam masadaki memurlardı, memuriyet kimliklerini gösterdiler: “Sizin vergi kaydınız var mı?” diye sordular. “Kaydımız yok, bugün tatil” dedikse de “Bizim hafta sonları da denetleme yetkimiz var.” dediler. Artık boynumuz verginin yanında kıldan inceydi, kafakâğıtlarımızı istediler, özene özene hepimize ayrı ayrı tutanak tuttular, ne kadar tesirli madde varsa hepsini yazdılar, kaçacak yerimiz kalmamıştı, bizi kayıt altına aldılar, dizlerimin bağı çözüldü, kendimden utandım kaç yıllık zurnacıyım, beş kuruş vermeden bedava yaşamışım, suçlandım, zurnayı üfleyecek takatim kalmadı, kendimi bir an Zurnasan Anonim Şirketinin yönetim kurulu başkanı zannettim. Vergilendirilmiş kazancın kutsal olduğunu birileri bize hatırlatmıştı. Vergi tabana yayılmıştı, Beş dakikada bunların hepsi kafamdan geçti. Her birimiz, elimize tutuşturulan ıslak imzalı tutanaklarda “Üç senedir düğünlerde serbest meslek faaliyetinde bulundukları halde vergi kayıtlarının bulunmadığını” yazmışlar.

Düğün sahibi “Bir şey var mı” diye sordu. Vergi kaçırdığımızı tespit ettiler, dedik, adam irkildi. O gün, gece yarısına kadar fasıl yaptık ama hiç iştahımız yoktu, sabaha kadar kıvranıp durduk bizi kimse kurtaramazdı, yorgunluktan bağrımız geçmiş, iki saat ancak uyuduk. Ertesi gün saat 11 gibi gelini aldık, düğün bitti, bir yaşlı emmi: “Ayvaz usta, Ağ Gelin’i çalar mısın” dedi, tamam dedim. O da bizim gibi dertliydi, Zurnaya bir dokundum, dağlar taşlar inliyordu. Emmim de zevkle dinledi, düğün sahibi de bizlere karşı mahcuptu. Ayrılık vakti gelmişti, komşu ilin ilçesine ‘boz vatandaş’ olarak girdik, vergi mükellefi olarak ayrıldık. Artık yükümüz daha ağırdı. Eve geldim, sabaha kadar kıvrandım, uyuyamadım. Aklıma, ahbabım olan Vergi Dairesi Müdürü geldi, öğleye doğru yanına vardım. Neşeli bir adamdı, Ayvaz Usta sen burayı bilir misin dedi, zurnanın yanımda olup olmadığını sordu, güldük, “müdürüm beni de vergi mükellefi yaptılar, artık buraları öğreneceğiz. Kırşehir’de 40 yıldır bu işi yaparım bizi hiç uyarmadınız, hep kaçak çalışmışım. Müdürüm “üfürüğün vergisini ödemediğim tespit edildi.” dedim, tutanağı uzattım, okudu, olanların hepsini anlattım.15 dakika güldü Ayvaz Usta, adam vursan daha iyiydi, deyince yerimden kalkamadım. O sırada telefonla birini arıyordu, müdürüm senin memurlar bir halt yemişler, bizim mahalli sanatçılarımıza tutanak tutmuşlar, mükellef yapmışlar. Bu adamlar zor şartlarda hayata tutunan insanlar, bunlara sahip çıkmalıyız, tutanakları kontrol edip bana dönebilir misin ?”dedi, telefonu kapattı.

Yaklaşık 20 dakika sonra telefon çaldı konuştular, müdürün haberi yokmuş, memurları uyarmış, tutanaklar iptal edilecek, bana, "arkadaşlarındaki tutanakları al, bana getir" dedi, bir anda elime ayağıma kan geldi, sevinçten ne yapacağımı şaşırdım, müdürüm zurna yanımda bir üfleyim dedim, tutanağa benimde bir itirazım var, serbest meslek faaliyeti yapıyorlar yazmışlar, bizler serbest değil, daha çok “istek parçası” söyleriz deyince, müdür gülmekte kendinden geçti, Ayvaz Usta, bu sözün zurna kadar etkili oldu dedi. Niye güldü anlamış değilim. Üç günün bütün yorgunluğu geçti.

Düzgün bir ahbap bize baba şefkâti ile yaklaştı, avukatımız oldu, memurluğu ve adamlığı hatırlattı, memurlar hakkında düşündüğüm bütün olumsuzluklar kayboldu, çayımı da içtim müsaade istedim. Dairenin kapısından çıkarken “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır.” yazısını gördüm, eve gelene kadar güldüm. Kafam karışmıştı, yıllardır az çok kazanıyoruz vergi de yok, bizim kazanç kutsal mı değil mi bilmiyorum. Üç gün vergi mükellefi oldum neler düşünmeye başladım.

“Üfürüğün vergisi olur mu?”

 

NOT: Ayvaz Usta ve arkadaşlarına vergi kayıtları için tutulan tutanak, Vergi Dairesi Müdürü ile aralarında geçen diyaloglar yaşanmış olaylardır. Muhtemelen 1970’li yılların sonunda geçmiştir. Olayların yaşandığı mekânlar birkaç kişiden elde ettiğim bilgiler doğrultunda ve biraz da güncellenerek hikâye edilmiştir. Olayların hikâye edilmesi sırasında hatalı veya yanlış bilgilendirme var ise özür dilerim. Büyük Ayvaz Ustaya ve vefat eden bütün sanatçılarımıza Allah’tan rahmet diliyorum, saygı ile…

[Okuduğunuz yukarıdaki hikâye; hayatım boyunca bana rehberlik eden, kendisinden çok şey öğrendiğim, büyüğüm, abim Mahmut Yıldız’ın edebi ve mizahi hislerinin küçük bir kısmıdır.]