Yazmak çileli bir iş olup, en ağır işçiliktir. Beynin sürekli arayışlara girmesi, ruhun kahramanın veya kahramanlarının izini takip ederken yaşadığı çiledir.
Bu çileye niye katlanırsınız dediğinizi duyar gibiyim… Tutku ve sevda desem yetersiz kalacağını biliyorum. İnsani sorumluluk, vicdani huzur belki de en doğru ve gerçekçi yanıt olacaktır. Veya en azından benim için öyledir.
Hiçbir öykü, roman şefkatle yazılamaz. Acıyla yoğrulmuş hayatları ancak acımasızlıkla yazabilirim. Aksi durum dünyalıların yalanlarının öyküyü, romanı ele geçirmesi anlamına gelir.
Yazar, kurgular var eder. Ne bir ahlakçıdır, ne de bir yargıç. Olayların onu sürükleyeceği mekânlarda ve zamanlarda karşılaştıklarını veya karşılaşacaklarını kendi değer yargılarının süzgecinden geçirip, kısıtlamalarla uğraşmaz. Uygulayacağı her oto sansür tükenmişliğine yol açar, yaratıcılığını tüketir. Sözcüklerin büyüsü içerisinde onları kirletmeden, kirlenmiş hayatları dürüstçe aktarır. Kurgusunun hayatla örtüşmesi veya karşıtı olmasıyla ilgilenmez.
Yazarken saygınlık göstermeyi amaçlıyorum. Söze, anlatıya, mekâna, yaratıcı düşünceye… Söz namus, sözcükler onurumuzdur. Onların belirli çıkarlar doğrultusunda kullanılması ruhun terk edilmesi, ruhun satılmasıdır. Ruhunu satanın iyi bir edebi eser ortaya çıkarması zaten düşünülemez.
Köle ruhlu insanla, özgürleşen insan arasında kalın çizgiler vardır.
Nedir diye merakla ve biraz da kuşkuyla baktığınızı görür gibiyim.
Size yöneltilen bu sorunun kişiye göre değişen sayısız yanıtı olabilir veya en azından siz öyle düşüne bilirsiniz.
Köle ruhlu insan, özgürleştiğini sandığında, kendisini bulduğu cennet bahçesinde yeni efendiler bulmak için uğraşır, didinir. Çünkü; ruhunu esir ettiğinden efendisiz yapamaz.
Özgürleşen insan ise, cennet bahçesini kartopu misali büyütmek ister, uğraşır. Efendilere onun dünyasında yer yoktur.
Yazar; özgür ruhlu insan olmak zorunda olup, onun dünyasında diyet borcu ödeyeceği efendilere yer olamaz.
Yalnız insanız çoğumuz. Bunu anlatmaktan korkarız. Korkularımızla yaşar, çoğalırız. Bu nedenle özgürleştiremeyiz beyinlerimiz … Yüreklerimiz katı, beyinlerimiz umursamaz.
Öykülerimde kendimi buluyorum. Yazmadığım zaman kayboluyorum. Kaybolmanın nasıl bir şey olduğunu bilir misiniz?... Issız bir çölde veya okyanusta pusulasız kalmak gibi…
Düş kurmayı seviyorum. Çünkü; düşlerimde kötülüklere yer yoktur. Her düşle birlikte güneşin sıcaklığını, toprağın kokusunu, adaletli bir yaşamın izlerine huzura ulaşıyorum.El ele tutuşmuş insanların sevgi yüklü bakışlarına ulaşıyorum.İnsan sevgisinin yüreğimi kaplamasını ve insanın sevgiyle her şeye --doğaya ve onun en güzel yansıması olan varlıklara-- dokunuşunun ve bakışının düşü…
Konuşmak, her zaman daha zordur benim için. Karşınızdaki kişilerin mimiklerini, jestlerini, sıkıntılarını ve size yönelen eleştirel veya onaylayıcı bakışları görerek konuşmak elbette zordur. Hata payını en aza indirmek zorundasınız. Bir sözcük yanılsamasıyla karşınızdakilerin öfkesini veya sempatisini kazanmanız anlık bir olaydır. Bu nedenle konuşma programları biz yazarlar için ürkütücü ve sıkıcı gelir, açık sözlü olmak gerekirse…
O zaman niye bu tür programlara katılma gereği duyarsınız sorusunu duyar gibi oluyorum.
Sormakta haklısınız. Amacım; daha çok okurla buluşmak, yüzleşmektir. Öykülerini yazdığım kahramanları buluşturmaktır. Kahramanlarım birer gerçekliktir. Kurgu, hayal veya düş değildir. Yaşadığım ülkenin, toplumun gerçeklikleridir.
Biz yazarken kahramanlarımız aracılığıyla yaşamla yüzleşiriz. Her yüzleşmeyle; inançlarımızı, düşüncelerimizi, duygularımızı ve yaşam anlayışımızı paylaşırız. Aslında kahramanlarımızı konuştururken birazda kendimizi konuştururuz.
Her olanağı zorlayarak ve kullanarak daha çok okurla buluşmak ve düşüncelerimi paylaşmak benim için önemlidir. Düşüncelerimin ulaşacağı insanlara küçücük ışıklar saçmak ve soru işaretleriyle baş başa bırakmak istiyorum.
Bütün bunlara rağmen her yazar için en rahat yer; masası, kalemi ve sözcükleridir. Kimselerin rahatsız etmediği, kendisiyle ve kahramanlarıyla serüvenlere, bilinmez yolculuklara çıktığı andır. Bilinmezlikler ürkütücü ve korku yüklü olmakla birlikte kahramanımızın peşinden sürüklenmek bana ilginç geliyor. Sürüklendiğimiz karanlık tünelin ucundaki küçük bir ışık huzmesi beni diri tutuyor. (DEVAMI VAR)