Bayramlar maneviyatımızı yücelten ve bizi birbirimize yaklaştırarak, birliğimizi beraberliğimizi sağlayan önemli değerlerimizdendir.

Hazreti Adem’den itibaren Allah’a olan bağlılığımızı sadakatimizi temsil amaçlı değerli hediyeler Allah’a sunulurdu. Bunların makbul olanları Allah tarafından makbul görülerek kabul edilirken; pintilik yapılarak, tamahkâr davranılarak cimrice davranılarak Allah’a verilen hediyeler o dönemlerden beri geri çevrilmiştir. Bu hediyeler daha sonrasında değişik isimler altında verilmeye başlanmış olsa da; Hazreti Adem’in çocuklarının Allah’a hediye sunarken birinin sunduğu hediyeler Allah tarafından samimice bulunarak kabul edilmesine rağmen diğer kardeşin malını Allah yolunda harcarken cimrice davranarak, elindeki mallarının nerede işe yaramayanlarından vermesi Allah’ın nezdinde kabul görmemiştir. Bu vesileyle zamanla araya giren kıskançlıklar çekememezlikler iki kardeşten Kabili Habil’e karşı kin duymasına neden olmuştur. Bu kin ve nefret sonuçta iki kardeşten birinin kardeş katili olmasına neden olmuştu. Tek sebep neydi peki kıskançlık, tamahkârlık ve mala karşı olan aşırı tutkuyla bağlılıktı.

Halbuki verenin alan elden daha üstün olduğu ve malının zekâtı ve sadakası olarak Allah tarafından takdir görmesi halinde Allah’ın inayetine nail olacağını bilmesine rağmen, nefsi ve insanlığın düşmanı olan İblise uyması sonucu hem Allah’ın inayetinden yoksun yaşadı; sonrada kardeş katili olması yüzünden cennetin tüm kapıları yüzüne bu şekilde kapanmış oldu. Sırası geldikçe neden bu konulara değindiğimi sırasıyla değineceğim İnşallah.

Hazreti Adem’den sonra Hazreti İbrahim’le beraber sapkınlık içinde olan kavimlere yeni bir Nebi Allah tarafından gönderildikten sonra, Hazreti İbrahim bu sapkınlık içinde olan kavmine hak yolu gösteremeyeceğini anladıktan sonra, karısı Sareyi ve Amca oğlu Lut Peygamberle birlikte önce Şam olmak üzere Mısır ve Filistin bölgesine yerleşmiştir. (ben buraları kısa bir özet geçiyorum, çünkü amacım size kurban olayını anlatmak) Mısır’a vardığında bir takım olaylar karısının ve kendisinin başına geldikten sonra Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’a göre, eşi Sare’den çocuğu olmayan Hz. İbrahim oldukça ilerleyen yaşında da çocuğunun olmasını istiyordu. Rabbi, Hz. İbrahim’e bir oğlunun olacağı haberini verir. Karısı Sare’nin isteğiyle cariyesi Hacer’den ilk çocuğu İsmail olur. İsmail’den bir süre sonra karısı Sare’den de bir erkek evladı olur ve ismini İshak koyar. İshak sütten kesildiğinde, bir şölen yapılır ve şölende İsmail, kardeşi İshak ile alay eder. Bunun üzerine Sare, Mısırlı cariyesi Hacer ile oğlu İsmail’in kovulmasını, İsmail’in mirasa ortak olmamasını ister. Rab, Hz. İbrahim’e karısının istediğini yapmasını ve soyunun İshak ile süreceğini söyler. İshak büyüdüğünde, Hz. İbrahim rüyasında oğlunu kurban vermesi gerektiğini görür. İshak durumdan habersiz babasıyla gider. Hz. İbrahim oğlu İshak’ı kurban edeceği zaman bir melek onu durdurur ve hayvan kurban etmesini bildirir. Böylece bir hayvan kurban eder.

Kur’an’da da bu olayı doğrulayan benzer bir anlatım mevcuttur. Ancak Tevrat’ta kurban edilmek istenen çocuğun İshak olduğu belirtilmesine karşın Kur’an’da kurban edilen çocuğun ismi geçmemektedir (Saffat 102). Aynı surenin ilerleyen ayetlerinde Hz. İbrahim’in mükafatlandırıldığı, Salihlerden bir nebi olan İshak ile müjdelendirildiği bildirilmiştir (Saffat 109-112). Buradan Hz. İshak’ın kurban olayından sonra mükafat olarak doğduğu anlaşılmaktadır. Birçok İslam âlimi hadislerden de hareketle kurban edilmek istenen çocuğun İsmail olduğunu tahmin etmiştir.

Yahudi şeriatına baktığımızda kurbanın ilk çocuk olması kuvvetle muhtemeldir. Zira Yahudi geleneklerine göre ilk mahsul tanrıya adanır. Bu tarladaki ilk mahsul olacağı gibi ilk çocuk da olabilmektedir. Yahudilikte ilk çocuk özellikle erkek çocuk önemlidir ve hakları fazladır. Zira mirasta dahi iki katı pay alır. Onlardaki bu uygulamaya baktığımızda, İsmail, İbrahim’in ilk çocuğu, İshak ise ikinci çocuğudur. Dolayısıyla Yahudi şeriatı da göz önünde bulundurulduğunda kurban edilen çocuğun İsmail olması gerekmektedir. Ancak Tevrat’ta Hz. İsmail’in neden kurban olmadığına dair kardeşi İshak ile alay etmesi, cariyenin oğlu olması ve mirasın bölünmemesi için Sare’nin kovdurması gibi sebepler belirtilmiş, İsmail saf dışı bırakılmıştır. Böylece Arapların Hz. İsmail soyundan olmasına karşı Yahudiler Hz. İshak soyundan geldiğini kabul etmekte ve kendi soylarını yüceltmektedirler.

Yahudilerin Süleyman Mabedini MS 70 yılında Romalıların yıkmasıyla kurban genel olarak son bulmuş ya da askıya alınmıştır. Hz. Muhammed zamanındaki Yahudilerin de kurban kesmedikleri tahmin edilmektedir. İslamiyet’te ise Hz.Muhammed hicretin ikinci yılında kurban kesmiş ve günümüze kadar devam etmiştir.

Arap geleneğinde bu durum putlar için kurban kesmek caizdi. Kaynak olarak Hilal Çiftçinin köşe yazısını okuyabilirsiniz.

Sevgili Peygamberimizin ikinci Hicretiyle beraber tekrar İbrahim soyundan gelen Müslümanlar arasında kurban kesme geleneği vacip olmasına rağmen (vacip Mezheplere göre değişen Allah’ın emirleri arasına giren bir kural), bir gelenek haline gelerek o günden bugüne kadar süregeldi. Bu sadece Kurban Bayramı’yla ilgili bir durum değil. İnsanlar başlarına gelen bela ve musibetlerin defi için veya sağlık sorunları olduğunda; Allah’ın adını zikrederek kurbanlarının başına geçerek kurban kesebilirler. Yukarıda belirttiğim gibi Hazreti Ademin çocukları Habil ve kabil Allah’a kurban hediye ettiklerinde birisinin (Habil) kurbanı kabul görülürken diğerinin (Kabil) pintiliği ve mala olan düşkünlüğü yüzünden en zayıf ve işe yaramayan hayvanını Allah’a hediye etmesi; Allah tarafından kabul görmemişti.

Ramazan ve Kurban Bayramları artık İslam toplumları tarafından kabul görerek gelenek olması nedeniyle; Kur’an’dan ziyade Peygamberimizin bize anlattığı şekilde vecibelerini ülkemiz olarak 90 yılı sonları ve 2000’li yılların başından itibaren artık bu vecibeyi yaparken sadece kurbanlar kesilirken, iş yerinde değerli bir abimle yemeğe gittiğimizde espri olsun diye ettiği bir sözü bu vesileyle söyleyerek onu da anmış olayım. Yemek masasına oturunca “ilk önce benim karnıma” derdi.

Kırşehir’de eskiden benim köyümde sabahleyin bayram namazına büyükler huşu içinde hazırlanarak namaza giderken bizim gibi evin küçük çocukları akşamdan yastık altına konarak bir an önce sabah olsun giyelim diye bizi uyutmayan ayakkabı ve giysileri alelace giyer ve babamların camiden çıkmasını heyecan içinde beklerdik.

Bir gözümüz caminin kapısında olurdu. Camiden çıkan cemaat önce mezarlık ziyareti yaptıktan sonra eve gelinir, hızlıca bayramlaşmalar yapıldıktan sonra, (babamlar camiden çıkar çıkmaz babaannem ve annemler ve ablamların elleri öpülürdü) bayramlaşma faslından sonra içeriden önce keser kazma ne varsa onunla birlikte kürek getirilerek önce kanın akacağı yer kazınırdı; sonrasında kurbanlık koyun getirilerek tek ayağı boşta kalmak suretiyle “gözü bağlanana kadar kendisine bıçak gösterilmezdi” yere yatırılır ve o yıl kurban kimin adına kesilecekse ondan kurbanın başına gelmeden önce abdest alarak ve sonrasında iki rekat şükür namazı kılması istenirdi.

Genelde evin büyükleri olarak dedem ve babaannem adına kesilirdi. Eğer kendi rızalarıyla babam ve annemden birisinin adına kesilecekse o zaman onlardan birisi kurbanlık koçun üzerine elini koyarak tekbirler eşliğinde akan kanın israf olmaması için eşilen yere akıtılırdı. Şimdi düşününce sanırım kurbanın kanın Allah rızası için aktığı için ayaklar altına alınmaması ve kedi köpeğe yem olmaması istenirdi.

Kurban kesildikten sonra beklerdik ki alnımıza kurbanın kanı sürülsün diye. Sonra içeriye alınır ve yüzüldükten sonra, biraz dinlenmeye bırakılarak, kurban sahibi kimse o gece oruçludur ve orucunu sabahleyin kurban etiyle açacağı için genelde sakatatlardan, yürek pişirilir ve kendisine orucunu açması için verilirdi. Daha sonrasında, başta köyün muhtarı ve muhtar heyetiyle beraber tek tek ev ziyaretleri yapılarak tüm köy halkı gezilir ve bayramları kutlanırdı. O sırada evine gittikleri evin reisiyle beraber diğer haneler ziyaret edilirdi. Yani anlayacağınız o dönemler saygı ve sevginin iç içe yaşandığı paylaşımların çokça olduğu bayramlar olurdu.

Doksanlı yılların sonlarına doğru insanlar arasındaki ilişkiler sıradanlaştı; kişiler birbirinden uzaklaşmaya başladılar. Allah rızası için kesilen kurbanlar 1/3’ünü dağıtacaksın 1/3 eş dostla yenilecek 1/3’ünü kendine bırakacaksın deniliyor dinimize göre.

Peki şimdi bizler ne yapıyoruz! Kurban kesildikten sonra en kısa sürede parçalıyoruz kavurmasını yapıyoruz ve kimse gelmeden yiyip bitiriyoruz. Geri kalanı dolaba atılıyor hatta bir kısmı sucuk yapılıyor ve bir yılda o et bitiriliyor.

Bu doğru mu?

Tabi ki değil. Ama günün ekonomik koşulları insanları maneviyattan uzaklaştırarak bencil bir yaşama yöneltti, durum böyle olunca da bayramlaşmalar yine Ramazan Bayramı’nda olduğu gibi şeker ve kolonyasıyla sınırlı kalıyor. Hâlbuki asıl bayramlaşmanın ana teması Kurbanın etini gelen misafirlere tattırmak. İnşallah toplum olarak Bayramların asıl amacına uygun bir şekilde hareket ederiz ve çevrede bir tike ete ihtiyacı olanları da kestiğimiz kurbanın etiyle evlerini neşe ile doldururuz ve hayır dualarına nail oluruz.

Bu vesileyle tüm İslam âleminin geçmiş Kurban Bayramı’nı kutlar; hayırlara vesile olmasını Allahtan niyaz ederim.